Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı, “yaş yetmiş, iş bitmiş” erkeklere hizmet veren bir evde geçiyor.
Evde sunulan “hizmet”, yaşlı erkeklere bir gece için genç ve tamamen çıplak bir kadın ile aynı yatakta uyuyabilmeleri.
Genç ve güzel kızlar bir ilaçla uyutuluyorlar ve uyudukları kesinleşince de yaşlı erkeklerin yorganın altında, genç kadınların yanına yatmasına izin veriliyor.
Koşullardan biri genç kadınlarla herhangi bir cinsel eylem içinde olmamaları.
Seyredebilirler, okşayabilirler filan ama hepsi bu kadar! Bir sonraki adım yasak.
Zaten eve kabul edilen “güvenilir müşterilerin” neredeyse hepsi, artık ununu elemiş, eleği de duvara asmış durumdalar.
Romanın kahramanı “ihtiyar Eguchi San” hariç!
Roman, Eguchi’nin ağzından yazıldığı için bu “hariç” kelimesinin ifade ettiği durumun, bir tür erkek böbürlenmesi olduğunu da varsayabiliriz.
Birçok erkek, kendisini her şeyin “en”i zanneder. En yakışıklı, en akıllı, en zeki, en müşfik, en güçlü, koydu mu oturtur filan.
Bu iddialarının kolayca test edilip başkalarıyla kıyaslanamayacaklarını bildikleri için egoları da zaman içinde şiştikçe şişer, yaş ilerledikçe patlama noktasına gelenler bile olur.
Yaşlandıkça yeni yeni huylar
Yaşlandıkça huysuzlaşan erkekler konusu buna paralel gelişir aslında.
Huysuzlaşmazlar ama yeni yeni huylar edinirler ki “huysuzluk” tabir edilen durum, çevrelerinin bu yeni huylara henüz alışkanlık kesbetmemiş olmalarından kaynaklanır.
Onun için Eguchi’nin “hariç” olması konusu, bence tartışmalı.
Öte yandan Eguchi kendisini “tam 67 yaşında” diye tanımlıyor.
“Tam” vurgusu, yaşının hayli ilerlediğini düşündüğünü gösteriyor ki günümüz şartlarında, Osman Müftüoğlu hocamızın bakışına göre “geç orta yaşlı” bile sayılabilir. Bunu da unutmamak gerek. Ancak romanın yazıldığı yıllarda 67 yaşın “erken ileri yaş” sayıldığını da unutmayalım.
Kawabata, Nobel Edebiyat Ödülü’nü 1968 yılında kazanmıştı. Bu ödülü alan ilk Japon yazar kendisi.
Orijinal adı Nemureru Bijo’nun Kızı olan roman, dekadan edebiyatın önemli eserlerinden biri sayılıyor. İlk kez 1961 yılında basılmış.
Şöyle bir taradım, Nobelli bir yazar olarak Orhan Pamuk’un başına gelenleri yaşamamış.
Bugüne kadar farklı dallarda 25 Japon bu ödülü almış; hepsinin başına gelenleri toplasan Orhan Pamuk ile Daron Acemoğlu’nun birinin bile yanına yaklaşamıyorlar.
“Türk olmak kolay değil” özdeyişini hatırladım, bu vesileyle bir kez daha.
Vasatistan’da, böyle sivrilmek kimseye iyi gelmiyor; hep beraber ayaklarından aşağıya çekip kafalarına bastırıp aynı vasata çekmek istiyoruz.
Neymiş, “şöyle yapmasaymış, o ödülü vermezlermiş”! Okey, sen de yap aynısını, bakalım alabiliyor musun?
Türkçe baskıda ismi değişti
Kawabata’nın bu romanının Türkçesi yeniden yayımlandı. İngilizce baskıdaki adı Uyuyan Güzellerin Evi iken, Türkçe baskıdaki adı Uyuyan Güzeller olmuş. (Can Yayınları, Burcu Çokbilir’in çevirisiyle.)
Rahmetliye bu konuda ne düşündüğünü sorma olanağımız yok tabii ve zaten konumuz da bu değil, o kadar önemli de değil.
Ne diyor Shakespeare: “Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile / Kokmaz mı aynı güzellikte?”
“67’lik ihtiyar” Eguchi, uyutulmuş çıplak bir kızla bir gece boyunca aynı yatakta uyuma deneyiminin ilkinde haliyle uykuya dalmakta güçlük çekiyor. Bir türlü uyku tutmuyor.
Eguchi, önce kadının bu itirafının kendisiyle ilgili olduğu kanısına kapılıyor. Erkeklerin, kendi kendilerine gelin güvey olma durumları bu topraklara özgü değil hanımlar, evrensel bir erkeklik durumu bu. Eguchi’de de aynı sendrom baş gösteriyor... |
Kızın güzelliğini mi seyretsin, buram buram taze kesilmiş çim ya da süt bebeği kokusunun onda çağrıştırdığı şeyleri mi düşünsün?
Bir daha böyle güzel ve genç bir kızla ama kız uyanıkken hiçbir şekilde aynı yatakta yatamayacağına mı yansın?
Gerçi evi yöneten kadın bunu hesaplayıp kendisi için bir uyku ilacını da komodinin üzerine bırakmış ama o hapı yutmuyor.
Onun yerine gençlik yıllarından bir anısı gözünde canlanıyor.
Gençlik yıllarında bir davette, önemli bir şirket yöneticisinin orta yaşlı karısıyla vals yaparlarken kadın Eguchi’ye uyumakta zorlandığı gecelerde yapmayı alışkanlık haline getirdiği bir şeyi anlatıyor:
“Ben geceleri uyumadan önce gözlerimi kapatıp beni öpmesine izin vereceğim erkekleri sayıyorum. Parmaklarımla sayıyorum. Çok eğlenceli. On kişiden az çıkarsa da üzülüyorum.”
Eguchi, önce kadının bu itirafının kendisiyle ilgili olduğu kanısına kapılıyor. Kendisinin de o erkeklerden biri olarak listeye dahil edildiğini aklından geçiriyor.
Erkeklerin, kendi kendilerine gelin güvey olma durumları bu topraklara özgü değil hanımlar, evrensel bir erkeklik durumu bu. Eguchi’de de aynı sendrom baş gösteriyor.
Eguchi’nin gerildiğini hisseden kadın devam ediyor: “Sadece saymaktan ibaret benimki. Genç Eguchi Bey’in uykuya dalmakta sorun yaşadığını sanmıyorum. Eğer yaşarsanız da eşinizi kendinize çekersiniz olur biter ama ara sıra bir deneyin lütfen. Bazen benim için iyi bir ilacın yerini tuttuğu oluyor.”
Kadın kuşkusuz ki on kişiyi sayabilmek için hatırı sayılır bir zaman harcıyor.
Kirletilmiş hissediyor!
Kendisini öpeceklerini hayal ettiği erkeklerin yüzlerini, vücutlarını, saçlarını, sakallarını, ellerini ve sanırım en önemlisi dudaklarını, nasıl koktuklarını filan tek tek düşünüyor, puanlıyor ve on parmağından birisinin yerine konulup konulamayacaklarına karar veriyor.
Eguchi San da bir erkek olarak böyle hayal edilip edilmediğini merak ediyor ve o anda kendisini “kirletilmiş” hissediyor.
O anda tek endişesi kızın uyanıp uyanmayacağı ya da ileride bir yerlerde karşılaşırsa kendisini tanıyıp tanıyamayacağı. Gerçekleşmesini istediği şey de endişe ettiği şeyin aynısıdır: Kız uyansın, beni görsün, sokakta beni gördüğünde tanısın |
Normal olarak herhangi bir kadının böyle bir hayal kurmasına engel olabilecek bir olanağı yok. Böyle bir hayali kimin kurabileceği ile ilgili bir fikri de yok.
Ama kendisinden habersiz de olsa, bir kadının kendi vücuduyla ve cinselliği ile ilgili böyle bir hayal kurması bile onu rahatsız ediyor.
Ve zurna tam da burada zırtlıyor.
Böyle bir şeyin hayal edilmesini bile “kirletici” bulan erkek, daha beterini ilaçla uyutulmuş bir genç kadının vücudunu seyreder, eliyle vücudunun topoğrafyasını çıkarırken hiç rahatsız olmuyor.
O anda tek endişesi kızın uyanıp uyanmayacağı ya da ileride bir yerlerde karşılaşırsa kendisini tanıyıp tanıyamayacağı.
Aslında gerçekleşmesini istediği şey de endişe ettiği şeyin aynısıdır: Kız uyansın, beni görsün, sokakta beni gördüğünde tanısın.
Kawabata’nın, bu romanı yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum.
Lacan, Seminerler’de şunu yazmıştı: “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır.”
Bu hafta sonu bunu düşünün; ne kadar suçlusunuz?
Arzularınızı ne kadar görmezden geldiniz?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|