22 Mayıs 2021

Artık mızrak çuvala sığmıyor ve biz yurttaşlar göreceğimizi gördük…

Çetelerden arındırılmış bir hukuk devleti ve karanlığa karşı aydınlığı istemeyi sürdürüyoruz. Yirmi beş yıl önceki ışıklar aklımızda, kalbimizde yanıp sönüyor, bu sefer gerçekten aydınlık bir ülkeyi el ele kurmak için…

Hatırlayacaksınız, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta bir kamyonun çarptığı Mercedes'ten devlet- mafya- siyaset ilişkileri ortaya dökülmüş, zamanın İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa etmek zorunda kalmıştı. Ancak yetkililerin yasal güçlerle suç örgütleri arasındaki karanlık ilişkilerin üstünü örtmek istemesi üzerine, milyonlarca yurttaş her gece ışıklarını yakıp söndürerek bu karanlık ilişkiyi sorgulamıştı. Yurttaştan yurttaşa yapılan çağrıda 'Suç örgütlerini kuran ve onlara görev verenlerin yargı önüne çıkartılması, olayı soruşturan kişi ve mercilere baskı yapılmaması, kirli iş ve ilişkilerin devlet sırrı şemsiyesi altında gizlenmemesi' isteniyordu.

Ve bugün mafya liderlerinden olduğu söylenen Sedat Peker, ardı ardına açıklamalar yapıyor. Yurt dışına çıkmasına yardım ettiğini iddia ettiği, 'dönüş biletimdi' dediği İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve oğlunun da içinde olduğu bir grupla ilgili çeşitli suçlamalarda bulunuyor. AKP kurucularından ve o dönem Refah Partisi milletvekili olarak Susurluk Komisyonu Başkanlığı'nda pek çok gizli bilgiye de ulaşmış olan Mehmet Elkatmış bile şimdi ortaya dökülenler için "Böyle şey görmedim" diyor.

Yirmi beş yıl sonra bir yurttaş olarak benim taleplerimde bir değişiklik yok. Ben yine çetelerden arındırılmış şeffaf bir hukuk devleti istiyorum. Ve yine, ortaya atılan bu iddiaların araştırılmasını istiyorum. Ama beterin beteri var. Hiç değilse 25 yıl önce Meclis, bir araştırma komisyonu kurabilmişti. Yurttaşların 'Çetelere Dokunun, Dokunulmazlıkları Kaldırın!' talebi ses getirmiş Sedat Bucak ve Mehmet Ağar'ın dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. Başbakan, Teftiş Kurulu'nu görevlendirmişti. Organize suçlarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmış, kara para aklanmasının önlenmesi adımları atılmıştı. O tarihte devleti temsil edenler çete üyeleriyle olan ilişkilerini gizlemek istiyorlardı. Yurttaşların "Seni taraf tanığı sayarım" demesi üzerine zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Ağar'ın oğlunun nikah şahitliğinden vazgeçmişti. Yurttaş ses çıkarabiliyordu. İyi kötü bir yargılama yapılabilmişti.

Bugün ise iktidarda, organize suç örgütü liderliğinden ceza almış kişileri 'dava arkadaşı' olarak tanımlamaktan çekinmeyenler ve buna göz yumanlar var. Devlet Bahçeli'nin Alaattin Çakıcı ile verdiği fotoğrafları unutabilir miyiz?

Anayasa'ya göre, bir bakanın göreviyle ilgili suç işlediği iddiası varsa, TBMM üye tam sayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle hakkında soruşturma açılması istenebilir. Üye tam sayısının beşte üçü evet derse soruşturma açılır ve üye tam sayısının üçte ikisinin oyuyla da Yüce Divan'a sevk edilebilir. İşlediği iddia edilen suç, göreviyle ilgili değilse dokunulmazlığı kaldırılarak yargılanabilir.

Bir yurttaş olarak beni temsil eden Meclis'in gerekli çoğunluğu sağlayıp, İçişleri Bakanı'nın suçluysa cezalandırılmasının, suçsuzsa aklanmasının yolunu açabileceğine güvenmiyorum. Bir hukukçu olarak yüzüm kızararak soruyorum: Covid-19 tedbirlerini eleştirdiği için bile görevden alınan savcıların  olduğu bir ülkede, göreviyle ilgili olmayan iddialar söz konusuysa İçişleri Bakanı hakkında hukuki bir süreci başlatmaya cesaret edecek bir savcı çıkabilir mi? Değil bakanın kendisi, oğluyla ilgili iddiaları bile araştıracak bir savcı çıkacak mı? Adalet duygumu yerle yeksan eden uygulamalara rağmen bütün kalbimle çıksın istiyorum.

Yine de umutsuz değilim. Bugünün karanlık ilişkileri ortalığa dökülürken yurttaşlar olarak olan bitenin farkındayız. Artık mızrak çuvala sığmıyor ve biz göreceğimizi gördük. Biz kim miyiz? Biz halkız; genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, zenginiyle yoksuluyla, işçisiyle işvereniyle, sağcısıyla solcusuyla aydınlık bir Türkiye istiyoruz. Ne yüzümüze sallanan parmaklar, ne yargımıza dokunan eller, ne bağırıp çağırarak sesimizi duyulmaz kılan tehditkar yüzler, ne de suçlamalara cevap vermek yerine yüz kızartıcı cümleler kuran bakanlar istiyoruz. Kızlarımızın oğullarımızın ilk fırsatta kaçmayıp sevgiyle çalıştıkları, kimsenin birbirinin diniyle, diliyle, kıyafetiyle uğraşmadığı, başörtüsünü de mini eteği de normal bulan, kamplara bölünmemiş, herkesin hakkının verileceğinden emin olduğu adil, özgür bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bütün bölünmeleri yaşadık, bütün kampları gördük, birbirimizi düşmanlaştıran bütün senaryoları ezberledik. Biz artık dinimize, dilimize, cinsiyetimize, ırkımıza, bölgemize göre bölünmek değil, ezmeden ezdirmeden birlikte yaşamak istiyoruz. Birbirimizin gözlerine utanarak değil sevgiyle bakmak, birbirimizin konuşan sesi, tutan eli olmak istiyoruz. Bizi bölen, uzaklaştıran, aklımızı sınayan, birbirimize karşı kalbimizi soğutan, soframıza, aşımıza göz diken, arkamızdan karanlık işler çeviren, gözümüzün içine bakarak yalan söyleyenler, bilin ki zamanınız doldu. Aklımızın da kalbimizin de tasdikinden geçeceksiniz. Ve bütün vekiller mercek altında. Vereceğiniz her oy takibimizde olacak.

Yirmi beş yıl önceki ışıklar aklımızda, kalbimizde yanıp sönüyor, bu sefer gerçekten aydınlık bir ülkeyi el ele kurmak için…

Yazarın Diğer Yazıları

Nefes almak istiyoruz...

Mutlu değiliz. Elbette yeni bir toplum sözleşmesi gerekiyor ama önce bunu konuşabilecek zemini yaratmaya, nefes amaya, normalleşmeye ihtiyacımız var. Bu umudu gerçekleştirmek elinizde…

Aysel Tuğluk derhal serbest bırakılmalı, bu utanca son verilmelidir!

Aysel Tuğluk, sadece adalet, barış ve eşitlik istedi. O sağduyunun sesi oldu. Her zaman adildi. Türk ya da Kürt olduğuna bakmaksızın milliyetçiliğe karşı çıktı. Kadın haklarının ısrarlı takipçisi oldu. Koşullar ne olursa olsun barışı savundu

"Pinpon topu olduk iki kıyı arasında…"

"Hiç arkadaşım yok. Üç senede arkadaşı olmaz mı insanın? Sürekli aşağılıyorlar, ne işiniz var burada, gidin kendi ülkenize bizim hakkımızı yiyorsunuz, diyorlar. Kimse sormuyor, buraya neden geldin diye"