11 Mayıs Cuma günü Bilgi Üniversitesi’nde “Türkiye’de Ötekileştirilenleri Anlamak: Kürtler” başlıklı bir panelde konuşma yaparken cep telefonuma bir mesaj düştü: “Cihan’a 11,5 yıl verdiler. Akşam Taksim’den Galatasaray’a yürüyoruz!”
Bu ülke öyle bir yer oldu ki, daha bir “ötekileştirileni” anlatmak için söz söylerken, başka bir kesim ötekileştirilmeye başlıyor. “Bir gün gelecek, hangi bir mağdura yetişeceğimizi bilemeyeceğiz” derdim eskiden, o gün geldi işte. Devletin ideolojik aygıtları her dönem özenle bir iç düşman, bir “öteki” yaratıyor ve içinde yaşadığımız bu dönemin yeni“ötekiler”i siyasi bilince sahip öğrenciler olacak besbelli! Poşu taktığı için 11,5 yıl hapis cezasına çarptırılan Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği öğrencisi Cihan Kırmızıgül bahsettiğim bu sürecin en bilinen ayağı!
Kamuoyu ve biz öğretim üyeleri bir öğrencinin hayatının sırf bir poşu yüzünden bu şekilde karartılamayacağını haykırdığımızda bize verilen o bildik ezber cevap “poşuyla alakası yok! Cihan örgüt üyesi” olmuştu. Oysa dava tutanaklarından görüyoruz ki karar sonucunda “poşu müsadere altına alınacak”mış! Yani poşuya el konulacak. Neden? Çünkü mahkeme, Cihan’ın taktığı poşunun “suç delili” olduğuna karar vermiş! Bir başka deyişle Cihan suçunu poşu takarak işlemiş!
Cihan’ı mahkûm ettiren dosya, aynen Pınar Selek davasında olduğu gibi, kurgulanmış delillerle dolu ve böylesini ancak evrensel adaleti uygulamak yerine, “Kutsal Devletini her türlü iç ve dış mihraklara karşı korumak”la kendini yükümlü sayan Türk yargısında görebiliriz! Cihan’ın suçu yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak ve daha da önemlisi, “Tek millet, tek Devlet, tek bayrak, tek dil ve tek din” şiarının ısıtılıp yeniden önümüze getirildiği bu günlerde yanlış kimlikle doğmuş ve bunu göstermeye cüret ederek “yanlış” giysiyi giymiş olmak! Cihan’ın suçu Kürt olmak, bir de “utanmadan” bunu ilan eder gibi boynuna poşu takmak! Bu iki özellik, yani Kürt olmak ve poşu takmak bir araya geldiğinde sorunlu. Yoksa daha bir iki sene öncesine kadar İstanbul sosyetesinin müstesna hanımefendilerinin kollarındaki marka çantalarla “kombinledikleri” poşuların hiçbir sorun teşkil etmediğini gördük. Hatta iş oy istemeye gelince, bugün poşuyu suç unsuru sayan zihniyetin yılmaz bekçilerinin, Güneydoğu’daki Kürtlerin karşısına boynunda poşuyla çıktığına da tanıklık etti bu ülkenin insanları!
Cihan’ı örgüt üyesi ilan eden mahkemenin Hrant Dink davasında örgüt bulamayan mahkeme olması, durumu daha da ilginç kılıyor! Erhan Tuncel, Yasin Hayal ve Ogün Samast’ın kişisel saikler ve milliyetçi duygularla harekete geçtiğine kani olan mahkeme heyeti, besbelli o gün tesadüfen arkadaşının Kâğıthane’deki evinden çıkıp durakta otobüs beklerken, boynundaki poşu yüzünden gözaltına alınan Cihan Kırmızıgül’ün, poşuyla “örgüt propagandası” yaptığına, delil ve tanık olmadığı halde “Molotof kokteyli” attığına bir çırpıda karar verebiliyor.
Cihan Kırmızıgül davasının detaylarına daha fazla girmeyeceğim; her yerde yazıldı çizildi zaten. Ancak bu davanın hiçbir gerçek delil olmadan 11,5 yıl hapis cezasıyla sonuçlanması aslında Cihan’ın nezdinde belli bir görüşe yukarıdan sallanan bir uyarı parmağı olması açısından önemli. Cihan kararının hemen ardından gerçekleştirilen 1 Mayıs Operasyonu tam da işaret ettiğim tehlikenin ilk hukuki tezahürü.
1 Mayıs günü Şişli’de bazı işyeri ve bankaların camlarını kırmakla suçlanarak sabahın kör vakti başlatılan bir operasyonla gözaltına alınan gençlerin “Anarşistler Örgütü” üyesi oldukları yayılmaya başlandı şimdi de. Kar maskeli, uzun namlulu silahlarla gençlerin gittiği kafeleri, dernekleri basan terörle mücadele ekipleri, çocukların kitaplarına, afişlerine ve bilgisayarlarına el koymuş. Kimbilir bunlardan da ne gibi “suç delilleri” yaratılacaktır şimdi ama onu mahkeme sonucunda göreceğiz, çünkü siz bu satırları okurken, aralarında olaylarla hiç ilgisi olmayan sekiz aylık hamile bir kadının da bulunduğu bu gençler Özel Yetkili Mahkeme’nin huzuruna çıkarılmış olacaklar! Kuşkusuz memlekette yeni örgütlerin türemesine “polis habercisi” medyanın yaptığı katkıları göz önünde bulundurmak da lazım: Operasyonun olduğu gün verilen haberlerde “Anarşistler isimli grup üyesi olduğu belirtilen yaklaşık 60 kişi gözaltına alındı” ifadesi, nurtopu gibi yeni bir gençlik örgütümüz olduğunu hem kamuoyuna hem de polislere müjdeliyordu! Radikal gazetesinden Berrin Karakaş’a konuşan sanık avukatlarından Davut Erkan’ın ifadesine göre polisin de bu örgütün varlığından haberi yokmuş zira!
1 Mayıs operasyonuyla gözaltına alınanlar arasında Antikapitalist Müslüman Gençler Grubunun lideri İhsan Eliaçık’ın kızı Zeynep Eliaçık’ın da bulunması, herkesin “iktidarı rahatsız eden hareket liderine bir uyarı mı?” sorusunu sormasına sebep oldu. Ki bu sorunun akıllara düşmesi bile aslında geldiğimiz noktada, hiçbir fark gözetmeksizin bütün muhalif seslerin susturulmaya çalışıldığını fikirsel olarak ne kadar içselleştirdiğimizin de göstergesi.
Türkiye’de kendi gençlerinden korkmak adeta bir Devlet geleneğidir. Fikirlerden korkan, bunları üreten gençliğini susturmaya çalışan, baktı susmuyor, cebir ve zor kullanan, asan, kesen, faili meçhulde kaybeden Devlet geleneği hâlâ devam ediyor. Bugün 600’den fazla öğrenci siyasi sebeplerle, yani pankart açmak ya da slogan atmak gibi ifade özgürlüğü kapsamına giren “suç”lardan dolayı tutuklu olarak yargılanıyor. Bu çocukların gelecekleri, hayatları son derece keyfi ve hukuksuz şekilde ellerinden alınıyor. Demokrasi, insan hakları ve temel hak ve özgürlüklere saygılı her bireye düşen, suçsuz olduğu halde hayatları hapislerde yitirilen bu çocuklara destek olmaktır.
Onlar sahipsiz değil! Devlet, öğrencimden elini çek! Devlet, öğrencime dokunma!
Not: www.ogrencimedokunma.org adresine girip siz de destek verebilirsiniz.