Geçen haftaki yazımı, Bask Ülkesi’nin İspanya’daki kısmında alan araştırması yapmakta olduğum için yazamadım. Bir haftalık bir sürede geçmişi bazı açılardan bizimkine benzeyen bir coğrafyada yapabildiğim kadar çok karşılaştırma çalışması yaptım.
Türkiye’ye döndüğümde bir hafta içinde ülkemde yaşanmış olan bunca acıyı görünce aklıma Bask Ülkesi’nde geçirdiğim bir hafta geldi. “Neden onlar öyle de biz böyleyiz” sorusunu kafamdan atamıyorum o zamandan beri. Neden onlar bunca yıllık Bask sorununu çözdü de biz hâlâ Kürt sorununda gerçekten demokratik bir noktaya varamadık?
Bu sorunun cevabını –biraz olsun- verebilmek için Bask Ülkesi’nin kısa tarihçesi ve benim gittiğim iki önemli şehri olan Bilbao ve San Sebastian’dan biraz bahsetmek gerekli.
Bask Ülkesi, Sanayi Devrimi’yle birlikte monarşiyle yönetilen İspanya’nın ilk sanayileşen ve en zengin bölgesi. İspanyolcayla uzaktan yakından alâkası olmayan Baskça dili konuşuluyor bu bölgede. Bu dilin Avrupa dillerinin en eskisi olduğu tahmin ediliyor dilbilimciler tarafından ve kökeninin ne olduğu hâlâ bilinemiyor. Bask Ülkesi üç ana eyaletten oluşuyor: Biscaya, Guipuzcoa ve Alava. Biscaya’nın başkenti Bilbao, Guipuzcoa’nınki San Sebastian ve Alava’nın ki de Vitoria-Gasteiz.
Sanayileşme hızla geliştiği için 19. yüzyılda İspanya’nın geri kalan bölgelerinden büyük ölçüde iç göç alıyor Bask toprakları. 1936-1939 yılları arasında milliyetçilerle cumhuriyetçiler arasında cereyan eden İspanya İç Savaşında Cumhuriyetçilere destek veren Bask Ülkesi’ne 1937’de saldıran İspanyol milliyetçisi General Franco ve kendisine destek veren Alman Nazi birlikleri, Guernica kentini bombalayarak çok sayıda sivilin ölmesine sebep oluyorlar. (Picasso’nun o ünlü Guernica tablosu da bu katliamı betimlemektedir).
İç Savaşı General Franco ve birliklerinin kazanmasıyla Bask Ülkesi’nde de baskılar başlıyor. Önce Baskların ayrı bir millet olduğunu reddeden yeni rejim daha sonra Baskçayı yasaklayarak Bask kimliğini inkâr ediyor. Bask ülkesinin bağımsızlığı için savaşan ETA’nın 1959’da kurulması işte bu baskı ve asimilasyon politikalarının sonucu.
ETA’nın 20 Ekim 2011 tarihinde silahlı mücadeleyi bıraktığını açıklamasına kadar geçen 52 senede verilen can kaybı bizim standartlarımıza göre çok düşük. Silahlı mücadelenin başlatıldığı 1968’den bu yana 850 civarında can kaybı olduğu saptanmış. Gene de bu kadar küçük bir coğrafya için bu sayının yüksek olduğu düşünülmekte.
Franco rejiminin baskı ve asimilasyon politikalarının dorukta olduğu dönemde ETA’ya büyük halk desteği varken, İspanya’nın demokrasiye geçtiği 1975 ve asıl önemlisi Bask Ülkesi de dâhil onyedi bölgeye (her birine değişik ölçülerde) özerklik tanıyan İspanya Anayasası’nın 1978’de yürürlüğe girmesiyle birlikte ETA’ya verilen halk desteği de hızla azalmaya başlıyor. 1978 Anayasasıyla Baskça, İspanyolcayla birlikte resmi dil olarak tanınıyor, Bask bayrağı ve kültürü, ülkenin zenginliği olarak kabul görerek anayasal güvence altına alınıyor. Gitgide artan özgürlük ve verilen temel haklardan çok memnun olan Bask halkı, bağımsızlık hedefinden vazgeçerek ETA’ya verdiği desteği yavaş yavaş çekiyor ve nihayetinde ETA’nın varoluş meşruiyeti sorgulanır hale geliyor.
Çok kısaca anlatmaya çalıştığım bu tarihçe gördüğünüz üzere Türkiye Kürtlerinin özellikle Cumhuriyet dönemi ve 12 Eylül sonrasında yaşadıklarına benziyor. Bilbao ve San Sebastian’da yaptığım gözlemlerde, 1959’dan beri önce siyasi, sonra silahlı bir ayrılıkçı mücadeleye sahne olmuş bir bölgede, sokaklarda hiç polis ya da asker görmeyişimizin yanı sıra, toplumsal bir kutuplaşma, bölünmüşlük ya da ırkçılık da tespit edemedim. ETA’nın silahlı mücadeleyi bırakmasının üstünden henüz bir sene bile geçmemişken, bu iki büyük şehrin hiçbir duvarında bir slogan, hiçbir köşesinde ETA’ya atıf yapan bir sembol veya Bask Ülkesi’nin bağımsızlığına yönelik bir işaret yoktu. Bu gözlemimi Bilbao’daki Deusto Üniversitesi’nden Profesör Asier Altuna ile paylaştığımda bana verdiği cevap “Çatışmaların en yoğun olduğu dönemde bile ortada hiçbir zaman polis ya da asker görmedik. Büyük şehirlerde yoktu, ama belki çok kırsala giderseniz bulabilirdiniz” oldu.
1939’dan beri varlık mücadelesi veren bir halka 1978 Anayasası ile verilen haklarla şiddetin önü kesilebilmiş. Öyle ki o halkın hakları için mücadele ettiğini ileri süren bir örgütün varlık meşruiyeti sorgulanır hale gelmiş ve örgüt silahlı mücadelesine son vermek durumunda kalmış. Bütün bunlar olurken de iki halkı daha da birbirine düşürecek, daha da kutuplaştıracak birtakım hayati hatalardan kaçınılmış. İnsanlara daimi olarak bir terör ortamında olduklarını hatırlatan ve şiddeti bir hayat standardı gibi gösteren polis ve askeri önlemler, sivil halkın gözüne sokularak değil, gizli görüşmeler çerçevesinde ülkeler arası işbirliği ile sağlanmış. ETA’nın siyasi kanadı olan ve Parlamento’da sandalyesi olan partiler sürekli kapatılmış ancak başka isimlerle yeniden açılmış. Yüzde 3’e düşürülen seçim barajı sayesinde ayrılıkçı Bask partilerinin dışındaki Bask siyasi partileri de Bask ve İspanya Parlamentosuna vekil yollayabilmiş. Bu da temsiliyet oranını genişleterek daha demokratik bir yapıya olanak sunmuş. Nihayetinde Bask halkının ETA’ya ihtiyacı kalmamış ve örgüt silahlı eylemlerine son verdiğini açıklamış.
Bütün bunların üstüne geçen hafta İspanya Anayasa Mahkemesi, ETA şiddetini açıkça eleştiren ve henüz 2011 yılı Şubat’ında kurulmuş olan Bask Sosyalist Partisi Sortu’yu “yasal” ilan ederek gelecek seçimlere katılmasının yolunu da açmış oldu.
Diyeceğim o ki, Kürt sorununu çözmek için, Türkiye de kendi ülkesel özelliklerinin yanı sıra, başka ülkelerin deneyimlerinden faydalanabilir. Kürtlere temel hak ve özgürlüklerini vermekle işe başlamak, geç de olsa önemli bir adımdır. Sonra seçim barajını düşürmek, siyasi partiler yasasını değiştirmek, TMK’yı kaldırmak gibi farklı adımlarla demokratikleşme sürecine ivme kazandırılabilir.
KCK tutuklamalarının son hızla devam ettiği ve Kürt siyasal aktörlerinin meşru kamusal zeminden hızla bertaraf edildiği şu günlerde benzer deneyimlerden geçmiş bir ülkenin sorunu nasıl çözdüğünü dikkatinize sundum. Herkesin savaşı konuştuğu bir zamanda başka bir ülkede barışa nasıl ulaşıldığını hatırlayalım istedim.