Hükümetin Kürt sorununu çözmek amacıyla ortaya koyduğu son strateji, uzun zamandır “güvenlikçi politikalara teslim olmakla” suçlanan iktidar partisine biraz nefes aldırmak üzere planlanmışsa, belki amacına ulaşabilir. Yok, gerçekten de “uzun zamandır üzerinde çalışılan” strateji buysa, bunca zamanın bu şekilde heba edilmesine yazık olmuş! “Yeni” diye ortaya atılan stratejide hâlâ eski zihniyetin yansımaları okunuyor. Realiteden uzak ve tarihten ders almadan yapılan bütün stratejilerde olduğu gibi.
Bir stratejinin yeni olabilmesi için gerçekten de yeni bir şeyler sunması gerekir. Ne yazık ki Kürt sorununu çözmek için getirilen “yenilikler” eski devlet reflekslerinin yeni bir ambalajla sunulmasından öteye geçemiyor. Yeni stratejinin öngördüğü yol haritası başlıca 10 maddeyle açıklamış. Geneline bakıldığında bazı maddelerin ciddi rasyonalite ve tarihsel çıkarım hatalarından muzdarip olduğunu söylemek mümkün.
Örneğin bundan böyle sadece sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak, Öcalan ya da PKK devre dışı bırakılacak, ülke genelinde Kürt vatandaşlar PKK ve KCK’nın baskısından kurtarılacakmış. Burada devletin hâlâ Kürt sorununun anatomisini kavrayamamış olduğu ortaya çıkıyor zira PKK ve KCK dediğiniz örgütlerle Kürt halkı birbirlerinden kopuk, ayrı birimler değil. Bundan 10-15 sene önce olsaydı bu mantık için belki hâlâ vakit vardı, ama günümüzde PKK ile BDP arasında bir ayrım olmasını beklemek, PKK veya KCK’nın Kürtler üzerinde baskı yaptığını düşünmek, gerçekten de Kürt sorununu hiç anlamamış olmak, ya da anladığı halde gerçekleri inkâra devam etmekle açıklanabilir.
Yetkililer hâlâ anlamak istemiyorsa da, bugünkü gerçeklik, PKK’nın tabanını gönüllü Kürt katılımının oluşturduğu ve Türklerin terör örgütü olarak görmesinin aksine, birçok Kürt’ün PKK’yı bir kurtuluş örgütü olarak gördüğüdür. Devletin onlarca yıldır uyguladığı baskı ve şiddet politikasını göz önüne alacak olursak, Kürtlerin –hepsinin değilse bile- birçoğunun PKK’ya bu şekilde sarılmasında bir anormallik yoktur. Bir başka deyişle, gelinen bu kırılma noktasında Kürtlerin PKK’ya gönüllü katılımının sivil siyasetle nasıl engelleneceği yeni stratejide açıklanmamaktadır. Bu katılımın engellenmesi sivil kuvvet ve yargı baskısı ile mi gerçekleştirilecektir, yoksa Kürt açılımı kaldığı yerden demokratik kanala mı evrilecektir?
Yeni Yol Haritası’nda çözüm yeri Parlamento olacak denmiş. İyi güzel de, siz daha iki gün önce bulundukları otobüsün camlarını kırıp, içine gaz bombası atıp, en sonunda da Kürt siyasi hareketinin en barışçı ismi olan Ahmet Türk’ü resmi Türk polisinin dövmesine göz yumar, dahası bu tür eylemleri teşvik edercesine konuşmalar yapar, o polislere teşekkür ederseniz, nasıl olacak bu Parlamento’daki çözüm işleri? BDP beğenseniz de beğenmeseniz de belli bir kesim vatandaşın iradesinin meşru ve yasal sesi ve Kürtlerin Parlamento’daki temsilcisidir. BDP milletvekilleri her fırsatta terörist ilan edilip, hakarete uğramalarına, itibarsızlaştırılmalarına, hırpalanıp dövülmelerine seyirci kalınarak nasıl olacak bu uzlaşma işleri? Hadi onu da geçelim, daha Haziran 2011 seçimlerinde “önderlik” diye hitap ettikleri insan için “ben olsaydım asardım” dedikten sonra, oturup da nasıl barışı konuşacaksınız? BDP’nin lider olarak gördüğü, Devletin de yıllardır müzakere muhatabı olarak aldığı Öcalan’ı öyle bir anda nasıl devre dışı bırakacaksınız? Barış konusunda CHP-MHP-AKP ve BDP’nin aynı çizgiye gelmesi için Meclis’teki uzlaşma nasıl sağlanacak?
PKK’nın bu aşamada silahlarını Türkiye’ye teslim etmesi de bir hayalin ötesine geçemez. Dünyada PKK benzeri hiçbir örgüt barış sürecinin bu aşamasında sırf vaatler üzerinden silahlarını teslim etmemiştir (Bknz. Kuzey İrlanda’daki İRA örneği! Örgüt, 15 yıl süren barış müzakereleri sonunda barış anlaşmasının imzalanmasından tam 7 sene sonra silah bırakmıştır.) AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bir haber kanalına söylediği gibi “öncelikle karşılıklı güvenin tesis edilmesi gerekmektedir”. Kaldı ki silah bırakma süreci uzun bir süreçtir, bunun planlamasının nasıl yapılacağı ya da silah bırakıldıktan sonra örgüt üyelerinin siyasi entegrasyonunun nasıl sağlanacağı konuları da son derece hassas konulardır.
Uludere’de 34 sivilin katledilmesinin üzerinden neredeyse 3 ay geçti ve Devletten hâlâ bir açıklama ya da bir özür gelmedi; sorumluların, emri verenin kim olduğu bir türlü bulunamıyor. Nevruz kutlamaları “örgüt eylem yapacak” bahanesiyle 90’lardaki gibi yine yasaklandı. Oysa 2006’dan bu yana yapılan kutlamalarda hiçbir olay çıkmamıştı. Geçen sene bir hafta öncesinden başlamıştı kutlamalar. Bugün Devletin bu yasakçı yaklaşımı ve şiddet politikalarının bilançosu bir polis memuru ve bir Kürt vatandaşının ölümü, birçok da yaralı! Bu mudur istenilen? Bu mudur 21. yüzyılda çözüm için gelinen nokta? Bu zihniyetteki bir Devletin bir anda siyasi çözüm isteyen bir yol haritası çıkarması Kürtlerin gözünde ne kadar inandırıcı olabilir?
Kapsamının belirsizliği nedeniyle herkesin bir bahaneyle içeri alınmasına zemin hazırlayan Terörle Mücadele Kanunu değişmeden, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir Anayasa yapılmadan, KCK operasyonlarıyla daraltılan siyasi alan yeniden evrensel kriterlerine döndürülmeden, Devlet içindeki Kürt sorununa dair ikili çizgi, diyalog üzerine oturtulmuş tek ve barışçı bir çizgiye dönüştürülmeden, Türk-Kürt kırılmasını bunca körükleyen şiddet söylemi temelli politikalar ve öfke siyaseti bırakılmadan, PKK’ya bir çözüm önerisi sunmadan, iki halkın da hazmedeceği, onur kırmayan bir siyasi çözüm oluşturmadan, sadece güvenlikçi yaklaşımla, sadece silahlı mücadeleyle istediğiniz kadar Yeni Yol Haritası, yeni Strateji belirleyin. Eski zihniyetin yeni bir tezahürü olmanın ötesine geçemeyecektir!