24 Ekim 2021

Mehmet Hikmet: “Başında İstanbul havası”

“İşitiyor musun Memet?” bir yolculuk kitabıydı. Medyaya lal kesilmiş Mehmet Hikmet’in sesini, nefesini işitmemizi sağladı.

"…  
hey Hikmet'in oğlu, Hikmet'in oğlu
Tuna'nın suyu olaydın
Karaorman'dan geleydin
Karadeniz'e döküleydin
mavileşeydin mavileşeydin  
geçeydin Boğaziçi'nden  
başında İstanbul havası  
 çarpaydın Kadıköy iskelesine  
çarpaydın çırpınaydın  
vapura binerken Memet'le anası."

Nâzım Hikmet'in oğlu Mehmet Hikmet'e fiziki olarak ilk dokunuşum, babasına çocukken yazdığı mektuplarıyla, Moskova'da "Nâzım'ın evinde" oldu. Vera Tulyakova'nın yıllardır koruduğu arşivinde, annesi Münevver Andaç'ın babası Nâzım Hikmet'e yazdığı pek çok mektup, kartpostal ve fotoğrafla  birlikte ayrı bir dosyada arşivlenmişti. Yüz yüze de gelmediğimiz için benim nazarımda galiba pek de büyüyüp yaşlanmamıştı mektuplardaki o haşarı, zeki, huyu suyu, yürüyüşü, terlemesi, hatta ekmeği ufalaması bile babasına benzetilen çocuk...

Rusya Devlet Edebiyat ve Sanat Arşivi'nde yaptığım çalışmalarda ise annesinin babasına yazdığı yüzlerce mektup ve kendi çocukluk fotoğraflarıyla da haşır neşir oldum. Bunlardan, Nâzım'ın eserlerine ilham olmuş birkaçını ailenin gönül rızasıyla yayınladım.

Mehmet Hikmet'le bir araya gelmedim, heves de etmedim, o da etmedi. Ancak arşivlerde bulduğum, çocukken kendi yazdığı mektupların, şiirlerin, yaptığı resimlerin kopyasını iletmek, paylaşmak istemiştim; o istemedi. Tavrını anladım, hak verdim. Daha 18 yaşlarında gencecik bir delikanlıyken ağzından dökülüveren sözlerle ilgili kendisine yapılan saldırılara karşı süregiden bir korunma güdüsüydü belki de.

Babasının bir fotoğrafındaki denizci fanilasını merak ettiğini Gündüz Vassaf'tan öğrenince Moskova'dayken aldım ve kendisine göndermek istedim. "Nasılsa buluşacaksınız, siz kendiniz verin" dedi Gündüz Bey, kısmet olmadı, fotoğraflarda büyüyen o güzel oğlan çocuğu bir gün ölüverdi.

Gündüz Vassaf, taziyeleşmemizde Mehmet Hikmet için bir kitap düşünüldüğünü ve arşivime geçmiş bazı bilgileri paylaşmamı rica edince bulup buluşturabildiğim bilgi ve belgeleri ilettim. Kitabın yazarı Sibel Oral'la bir kez buluşma imkânı da sağladık.

Kitap adını, Nâzım Hikmet'in hasretini çektiği oğluna seslendiği bir şiirindeki dizesinden almıştı: "İşitiyor musun Memet?". Bir solukta okudum kitabı. Benim mektuplarda tanıdığım, yaptığı birkaç resmi yakından görüp ressamlığına hayran olmayı eklediğim birine dair bir kitap olmaktan daha öte bir içerikteydi. "İşitiyor musun Memet?", 20'li yaşlarımın ta başında okuduğum bir kitabın tadını getirdi dağarcığıma. O kitapta da kahraman (kitabın yazarı), sevdiği yazarların ve mekânlarının peşinde şehir şehir geziyor, akrabalarıyla buluşuyor, yazarlarından alıntılarla onları belleyip anlamaya çalışırken ömrünü de sorguluyordu. Ben de o kitaptan akıl ve cesaret alıp Sovyetler Birliği Moskovası'nda yaşıyor haldeyken, Nâzım Hikmet'in kabrini arayıp bulmayı, eserlerini yarattığı evini görmeyi meselem edinmiştim...

"İşitiyor musun Memet?", yazarının da kitapta dediği gibi bir yolculuk kitabıydı. Yolculuğa kalkışmaya sebep olunan Mehmet Hikmet'in büyük ve destansı bir şairin oğlu olduğunu zaman zaman unuturcasına, ressam Mehmet Hikmet'in ilişkilerini, dostluklarını, sevdalarını, hayata karşı duruşunu öğreniyordunuz. Kitapta anlatılan kişi, memleketin büyük şairinin hakkında neredeyse bir şey bilinmeyen oğlu olmasa bile eninde sonunda eserleri ve ömrü gün ışığına kavuşturulacak değerde biriydi.

Kitaptan, Mehmet Hikmet'in sevdalısının kızı ve torununun kendine karşı olan duyarlılıkları; ister istemez babasının da kan bağı olmadığı kişilerle kurduğu babalık-kardeşlik yakınlıklarını akla getirmiyor değildi. Yine kitaptan okuyup gördüğümüz, Mehmet Hikmet 5-6 yaşlarındayken babasının Moskova'dan İstanbul'a, kendisine gönderdiği kartpostalları ülke ülke yanında taşıyıp, ömür boyu koruyabilmesi belki de babasına karşı tutumunun sıcaklığının, içtenliğinin en iyi kanıtları gibiydi. Nâzım Hikmet'in Münevver Hanım'a yazdığı bazı mektuplarda Mehmet Hikmet'e de birkaç satır yazdığını biliyordum ama bu kartpostallar bildiğimiz Nâzım Hikmet'i de hatırlatmış oldu aynı zamanda; oğluna oyuncak göndermekle yetinmeyip, kendini yalnızca şiirlerinde işittirmeye çalışmakla yetinmediğinin de izleriydi.

Büyük bir emekle ve duygu yoğunluğunda yazıldığı anlaşılan, eğitimli ve kültürlü bir kadının iki evladıyla birlikte yaşadığı trajedinin olabildiğince öne çıkarılmamasına özen gösterilen "İşitiyor musun Memet?", medyaya lal kesilmiş Mehmet Hikmet'in sesini, nefesini işitmemizi sağladı. Mehmet Hikmet'in yaptığı resimlerin renkli ve iyi baskı kopyalarına kitapta yer verilmemesi kitabın belki de en büyük eksiği. Bir sergi kitabına saklanması düşüncesi, bu esirgemede etkin bir gerekçe olabilir. Ömrün nihayete ermesiyle tamamlanamayan 9 metre uzunluğundaki son resim ise, sanki kuğunun son şarkısı gibi, belki de hastalığının farkında olan Mehmet Hikmet'in ölmeden önce özene bezene yapıp bitirmek istediği bir başyapıtıydı. 

Mehmet Hikmet'in halası Samiye Yaltırım'la 1990 yazındaki Moskova seyahatinde sık sık görüşmüştük. Moskova sokaklarında gezerken, Sanat Akademisi Tiyatrosu'nda Çehov izlerken bile İstanbul'u nasıl da özlediğinden, memleket hasretinin ailede genetik bir durum olduğundan söz etmişti. Ağabeyi Nâzım Hikmet'in hasretliğini ise eserlerinden, kimimiz ezbere biliyoruz:

"Bu evde ben de senet vereceğim şeytana,
ben de kanımla imzaladım senedi.
Ne altın istiyorum ondan,  
ne bilim, ne de gençlik.
Hasretlik cana yetti,
pes!
Beni İstanbul'uma götürsün bir saatlik… "

Kitap sayesinde Mehmet Hikmet'in de benzer hasretlik ve gurbetlik duygularını tüm yakıcılığıyla taşıdığını, memleketinin kültüründen kopmamayı başarıp hayatına, zevklerine nakşettiğini de görüyoruz. 10 yaşından sonra tüm ömrünü Türkiye dışında geçirmesine rağmen Türk Müziği şarkılarını bilen ve dinleyen, dost sofraları kuran, arkadaşlarından koca bir aile yaratan bir insana dair, yakınlarının anlattıklarının aktarıldığı, zaman zaman yazarının da iç konuşmalarına yer verilen kitapta bazı isimler ve anlatılanların yazılmaması, yazarın korumaya çalıştığı amacındaki mesafeyi hissettiriyor.

Buna rağmen kitap yayımlanmadan önceki Gündüz Vassaf'la yapılan bir röportaj ve kitaptaki birkaç paragraf, kitap dışında başka bir tartışmayı gündeme taşıdı. Bu tartışmalardan Vassaf'ın söylediği gibi Nâzım Hikmet gerçekten sahipsiz değil mi; özellikle on yıldan fazladır gün ışığına çıkan yeni belge ve bilgilere rağmen, Nâzım Hikmet külliyatındaki emeği, hakkı ve hassasiyeti herkesçe malum Memet Fuat'ın vasiyet edercesine tembihlediği söylenen, mevcut külliyatın noktasına virgülüne hâlâ dokunulmamalı mı; bu da başka bir yazımın konusu olsun.

Yazarın Diğer Yazıları

Ölümünün 60. yılında Nâzım Hikmet külliyatındaki başlıca eksikler

Şairin külliyatı bir yandan eksikli-yanlışlı önümüzde basılı dururken, bir yandan da Nâzım Hikmet'e ait olmayan yalan şiirler, dizeler kitaplarda ve televizyon dizilerinde bile şairin adıyla sanıyla önüne geçilmez bir halde yayıladururken; konuyla ilgili ikaz ya da müdahale edebilecek kurumlar, sorumlular, imkânı elinde tutanlarsa sükût etmekte

Nâzım Hikmet’ten bilinmeyen bir şiir daha: Posta Güvercini

Henüz başka bir yayında rastlamadığım şiir, şairin memleketinde 66 yıl sonra ilk kez gün ışığına çıkıyor...

Bir dönüş hikâyesi: “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde”

Nâzım Hikmet’in eserleri, Türkiye’de külliyat halinde toplu olarak yayımlanmaya Adam Yayınları tarafından 1988 yılında başlanmıştı. Özellikle son 12 yıl içinde ise Nâzım Hikmet’e dair pek çok yeni bilgi ve belge gün ışığına kavuştu, pek çok eseri bulundu, bunlardan bir kaçı yayımlandı