26 Ağustos 2015

Halet Çambel 100. yaşına girerken

Halet Çambel'in 'hoca'lığı okuldan değil, 'hayat'tandır...

Doğum günü birçok kaynakta 27 Ağustos 1916 olarak gösterilen Halet Çambel'in asıl doğum günü 26 Ağustos 1916’dır. Kanıtı da, evinde birlikte çalışırken aile dosyalarının arasında karşımıza çıkan kendi doğum belgesidir. Bugün Halet Çambel’in 100. yaşına gireceği gün. Halet Hoca yine yalısında olsaydı, biz yine son doğum günlerinde yaptığımız gibi, İstanbul’da olan aile dostu sayılabilecek kim varsak; ille de kahveli pastamızı bulup buluşturup ona koşturacaktık.

Arnavutköy’deki koca yalıya başka bir can gelirdi o günlerde...

Halet Çambel'in doğum belgesiHalet Çambel ve Nail Çakırhan, İstanbul’daki birlikte yaşadıkları yalıyı ve arazisini içindekilerle birlikte Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Merkezi olarak kullanılması koşuluyla 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlamışlardı. Ölümlerinden  sonra da olsa bu merkezin kuruluşu 23 Kasım 2014’te gerçekleşebildi.

 

Bugün kimilerimiz ille de kahveli pasta bulup buluşturacak yine. Değerlerimizi, hafızamızı, ömrümüzü ve unutmamayı savunma biçimlerimizden biri olacak belki de kahveli pastalı bu küçük ikram.

Halet Çambel ve Nail ÇakırhanBugün ayrıca kimi ülkelerde Kadınların Denklik Günü, eşitlik günü. Eşitlik ve denkliğin bayrağını hayat yoldaşı Nail Çakırhan’la  en önde, hep ve birlikte taşıyan Halet Çambel’in 100. yaşını, mimar.ist dergisinin 50. sayısında, geçen yaz yayımlanan bir yazımla merhabalıyorum.

  

Hep önde düşünen, hep önde davranan doğrunun şövalyesi

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, mimarlık dışındaki meslek ya da disiplinlerden olup da mimarlık konusuna çalışmalarında yer vermişlere  bir gönül teşekkürü olarak “Mimarlığa Dokunanlar” başlığı altında bir “dizi etkinlik” başlatmıştı. Ağırlanmasına karar verilen konukların başlıcalarından biri olan Halet Çambel, ailesinden devraldığı yalıyı yıkımdan kurtarmakla kalmamış, eşyaları ve bahçesinin özgünlüğüyle günümüze değin korumuş, mesleği arkeolojiyle iç içe olan mimarlık ve koruma sorunlarını  ayrıca görev de edinmiş, uzun soluklu, dirençli karakteri ve saygın kişiliğiyle nitelikli ve kalıcı çözümlerin gerçekleşmesini sağlamıştı. Etkinlik Halet Çambel’in 95. yaşına denk gelince kapsamın biraz daha genişletilmesi doğru bulundu. “Halet Çambel ile Buluşma”  akşamı 30 Mart 2012’de Karaköy binasında gerçekleşti. Çoğunlukla Karatepe’de olmasından dolayı bir araya gelemediği hemen hemen tüm sevdikleriyle bir arada buluşmanın sevincini sonrasında da sıklıkla dile getirdi.

Gecenin başında dönemin şube başkanı Prof. Dr. Deniz İncedayı’nın Halet Çambel’e, özel tasarlanmış saydam bir kutuda sunduğu, ömür yoldaşı Nail Çakırhan ve  o akşam için kendisine dair hazırlanmış oda yayını  iki kitabı,  kitaplığının baş köşesine okşaya okuya bir heykelmişçesine yerleştirdi. “Halet Çambel ile Buluşma” başlıklı kitap sonradan, kendisiyle ilgili haber ve çalışmalarda bir referans kitap haline geldi.   

30’lu yıllarda SSCB’de bir çalışma kampında (GULAG’ta) tutsak kalmış, muhtemelen Nail Çakırhan’la da arkadaşlığı olan bir Türk’ün, bulduğum akrabalarıyla görüşmek için İstanbul’a gelen torunuyla tanışmak istemesi üzerine 11 Ocak Cumartesi öğleden sonrası ziyaretine gitmiştik. Son bakışmamız, son söyleşmemiz olacakmış. Ertesi sabahı erken saatte halini hatırını sormak için açtığım telefonda aldığım haber, sabahtan yalıya koşturtmuştu.

 

Kan bağımız olmayan Halet Hoca, meğer gönül ve akıl bağlarıyla bizi birbirimize aile kılmış ki pek çoğumuz birbirimize “başımız sağolsun” diyorduk.

Çocukluğunda okuduğu şövalye kitaplarının da etkisiyle eskrime ilgi duyup, olimpiyatlara giden ilk iki kadın eskrimcimizden biri olan Halet Çambel belki de yalnızca bir şövalye, bir savaşçıydı, hep doğrunun peşinden giden, yakalayan ve onu insanlığa sunan bir savaşçı...

Halet Çambel’in neredeyse ömrünü adadığı Karatepe’de bulunan yazıtlardan birinde Asativatas şöyle seslenir bir yerde:

“Krallar da beni ata bildiler,
adaletim,
bilgeliğim,
ve iyi yüreğim için.”

Halet Hoca da ana bilindi, Karatepe’nin Ana’sı.
Karatepe’nin Ana’sı, Toroslar’ın Efsanesi, kraliçe, tanrıça, Kibele...

Kendisi için yakıştırılan buna benzer sıfatlardan hoşlanmadı, hatta kızardı da. Oysa “abla” diye hitap edilmesinden hoşnut kalırdı. Bense  yıllar öncesinde, Moskova’dayken doğum günümde diz dize otururken “Hoca” diye seslenme ayrıcalığını koparmıştım. Nasreddin Hoca gibi O da Halet Hoca’dır benim için; hep...

“Hoca”lığı, okuldan değil, “hayat”tandır...
Disipliniyle, aklının aydınlığıyla, mesleğinin dışındaki hemen her konudaki ciddiye alış, titizlik ve özeniyle de şaşırtırdı.

...

Özeni herhangi bir konuda da hissedilirdi; dolabın üstüne yerleştirilen gümüş şamdanların ya da Çin porselelenlerinin duruşunda ya da  raflara sıralalan kitaplar arasındaki konu ve boyut bakımından gözettiği ilişkide, sözcüklerin ve kavramlarını içini doğru doldurmakta...

Mütevaziliği riyasız, tavırları hep şıktı. Kadim dostu Yaşar Kemal’le buluşacağı, bir başka dostu Jak İhmalyan’ın 2013 yazındaki sergisine  giyimde de şık ve sade, coşkuyla gitmiştti. Sergilenmesi için verdiği  resimlere sergi bitimi evinin duvarlarında  yer bulurken resimlerdeki üslup ve tekniği de dikkate alarak aralarındaki mesafeleri, birinin diğerinden milimetre bazında alçakta ya da yüksekte olmasını dikkatle gözetmişti. Sonra da hemen her ziyaretimde karşılarına geçip resimleri birlikte seyreyledik, en çok hangisini sevdiğimizi ya da beğendiğimizi sebepleriyle birbirimize anlatarak.

  ...

Halet Hoca’nın ömrü boyunca tavırlarından biri, hısımı Nâzım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”de dediği gibi olmuştur:

Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!

Nail Çakırhan’ın vefatında, yapabileceği bir şey olup olmadığını soran dönemin Kültür Bakanı'na "Var, Kastabala'yı kurtarın!.." diyen Halet Çambel aşkına ben de aynı şeyi yalı için söylüyorum. Son dönem sadrazamlardan dedesi İbrahim Hakkı Paşa’nın hatıratı, yazışmaları ve fermanları da dahil olmak üzere içinde pek çok önemli belge, efemera, eşyalar barındıran, 50’li yılların mimarî kıyımından kurtulmuş ve bahçesi neredeyse olduğu gibi korunmuş tarihi yalı için başta mimarlar ve tarihçiler, pek çok kişiye büyük görev ve sorumluluk  düşmektedir. Küçük ayrıntı ve farklılıkların niteliğini de yakalayıp çözüme götürebilecek, dönemin Türk Mimarîsine, bahçesine, sosyal tarihine hâkim uzmanlarla çalışılmalıdır.

"Halet Çambel-Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi"nin resmen kuruluşu ne yazık ki Halet Hoca ve Nail Bey’in sağlığında gerçekleşmedi. Halet Çambel ve Nail Çakırhan gibi iki koca çınardan kalan yazılı, görsel, inşai her türlü kültür miraslarının korunacağından kuşku duymamalıyız. Halet Çambel ve Nail Çakırhan’ın işlerine ve ömrüne dokunulabilecek, belgelerin halka açık sergilendiği bir anı odası-müzesinin varlığı, yalının ömrünü daha da sürdürür kılacaktır.

Çağdaşlarından hep daha önde düşünüp davranan Halet Çambel Karatepe’siyle, verdiği bereketle zaten hep var ve olacak. Uzmanlarınca pek çok yerde aktarılan, Halet Çambel’in aile yaşamı, meslek yaşamı, arkeolojik ve sosyal hayata katkıları bu yazının içeriği dışında tutulmaya çalışılsa da bazı anlar ya da çağrışımlar kendiliğinden geliveriyor. Halet Çambel en basit anlatımla; yerleşmenin bulunup, belgelemekle yetinilen bir dönemde Karatepe’yi yazgısına terketmemiş, tekrar toprak ve bitki örtüsü altında kalmaktan kurtarmıştır. O yıllarda, çok genç denilebilecek yaşında bile önde ve farklı düşünebilmiş, tüm kişisel olanak ve ilişkilerini de yanına katarak Karatepe buluntularını ayağa kaldırmış, dünya kültür mirasına devretmiştir. Yalnızca arkeolojik görevle kendini sınırlamamış, yöre ve halkıyla ilgili toplumsal gelişmeye önderlik etmiştir.

Halet Hoca’nın koruyup kollayarak kalıcı kültüre teslim ettiği, yalnızca Arnavutköy’deki yalı ile Nail Çakırhan’a  Uluslararası Ağa Han Ödülü kazandıran  Akyaka’daki evleri bile, birer anıtçasına, mimarlığın gözetmekle yükümlü olduğu başlı başına bir onur borcudur.

Yazarın Diğer Yazıları

Ölümünün 60. yılında Nâzım Hikmet külliyatındaki başlıca eksikler

Şairin külliyatı bir yandan eksikli-yanlışlı önümüzde basılı dururken, bir yandan da Nâzım Hikmet'e ait olmayan yalan şiirler, dizeler kitaplarda ve televizyon dizilerinde bile şairin adıyla sanıyla önüne geçilmez bir halde yayıladururken; konuyla ilgili ikaz ya da müdahale edebilecek kurumlar, sorumlular, imkânı elinde tutanlarsa sükût etmekte

Mehmet Hikmet: “Başında İstanbul havası”

“İşitiyor musun Memet?” bir yolculuk kitabıydı. Medyaya lal kesilmiş Mehmet Hikmet’in sesini, nefesini işitmemizi sağladı.

Nâzım Hikmet’ten bilinmeyen bir şiir daha: Posta Güvercini

Henüz başka bir yayında rastlamadığım şiir, şairin memleketinde 66 yıl sonra ilk kez gün ışığına çıkıyor...