Halet Çambel’in doğumunun 100. yıldönümü bugün.
Babası Hasan Cemil [Çambel] Berlin Büyükelçiliği Askeri Ataşesi’yken, I. Dünya Savaşı'nda Irak Cephesi'ne katılır.
Annesi Remziye Hanım ise iki kızı ve dönemin Berlin Büyükelçisi olan babası, eski sadrazamlardan İbrahim Hakkı Paşa ile birlikte Berlin’de ve üçüncü çocuklarına hamiledir.
En yakın silah arkadaşı Halet Bey’in cephede ölmesinden çok üzülen Hasan Cemil Bey, hamile karısına yazdığı mektupta çocuk kız da olsa, erkek de olsa Halet adını koymasını rica eder. 26 Ağustos 1916’da Berlin’de doğan ailenin bu üçüncü kız çocuğuna böylece Halet adı verilir.
Çocuğa konulan isimlerde cinsiyet ayrımcılığını gözetmemek bakımından babanın ve tüm ailenin 100 yıl önceki yaklaşımı, tavrı dikkat çekicidir.
Nâzım Hikmet’in de eniştesi olan büyük amca Memduh [Ezine] Bey oğluna hitaben tuttuğu Aile Günlüğü’nde bu günü şöyle aktarır:
“13 Ağustos 332 / 26 Ağustos 916
Bu tarih ile Berlin’de Remziye Hanım yengenizin üçüncü kız çocuğu tevlid eylediğine dair Hakkı Paşa’mızın telgrafını aldık. “Ebü’n-nebat merzukün” derler. Allah kardeşleri Perihan ve Leyla ile bunu da ailemizde müteyemmen ve mübarek kılsın. Ben de keyfiyeti derhal telgraf ile Felluce’de bulunan amcanız Cemil’e tebşir ettim. ‘Zehra Halet’ mahlûkunu Rabbim hayırlı ve mübarek eylesin. Âmin.
Orhan, Felluce’den amcan Cemil Bey, sınıf atladığın için sana üç lira elbise parası göndermiş olduğu gibi, Cevat amcan da iki mecidiye cep aylığı tahsis etmiş çünkü tam numaralarla sınıfını atladın. Aferin oğlum!”
Cephede bile yeğenini takdir etmenin yolunu bulan Hasan Cemil Bey 1917’de yaralı olarak tekrar Berlin’e, önceki görevine döner. Büyükelçi olan dede 1918’de ölür, naaşı Berlin’den görkemli bir törenle İstanbul’a uğurlanır. Aile Türkiye’ye yerleşmek için Cumhuriyet’in kurulmasını bekler. Hasan Cemil Bey diğer iki kardeşi gibi soyadı olarak Ezine’yi değil, Çambel’i tercih eder.
Halet Çambel meslek olarak arkeolojiyi seçer ve dünyaca bilinen saygıdeğer bir arkeolog olur. Halet Çambel’in mesleğini ele alışı da devrimci bir yan içerir. Hocası Helmuth Teodor Bossert artık görevlerinin tamamlandığı düşüncesiyle Karatepe’de buldukları kalıntıları olduğu gibi bırakmaktan yanayken Halet Çambel aynı fikirde değildir. Zaman içinde hepsinin tekrar toprak ve bitki örtüsü altında kaybolacağından emindir. Yakınlardaki bir şehrin müzesine taşınmasını da doğru bulmaz. Bu düşünceler onu Türkiye’nin ilk açık hava müzesinin yapımına kadar götürür. Tasarımı ve taslak projeleri İtalya’da çizilen projelerin uygulama projelerini Turgut Cansever hazırlar, uygulamasını ise 1940 yılında evlendiği, o zamana kadar komünist şair olarak tanınan Nail Çakırhan yapar. Halet Çambel sonradan ya da sık sık onarım gerektirmeyecek bir yapım tekniği olmasında ısrar eder ve sonunda Türkiye’deki ilk başarılı çıplak beton uygulaması çalışkanlıkları, disiplinli ve titizlikleri sayesinde sayesinde gerçekleşmiş olur.
Türkiye’den olimpiyatlara katılan ilk iki kadın sporcudan biri olduğunda Halet Çambel, henüz 20 yaşındadır. 1936 yılında Berlin’deki bu törenler sırasında Hitler’le görüşmeyi reddedecek kadar da faşist gidişin bilincindedir.
İsmet İnönü babasına yazdığı bir mektupta yalıya uğradıklarında şans olursa “müstesna Halet Hanım”ı da görmekten duyacağı memnuniyeti belirtir.
Nâzım Hikmet “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” başlıklı otobiyografik romanında, emniyet müdürlüğü koridorlarında hakkını arayan “güzelliği tuhaf bir kadın”dan bahseder, Sanasaryan Han’ın koridorlarındaki bu kadın Halet Çambel’den başkası değildir:
“İki saattir açılmayan çifte aylı kapı açılmış, polisler yemekleri alıyor kadınlardan. Kerim’in ablasının getirdiği kırmızı gülleri de aldılar.
-Bağırmayın rica ederim.
-Niye bağırmayacakmışım? Ne hakkınız var bizi burda saatlerce bekletmeye?
Bağıran genç ve güzelliği tuhaf bir kadın. Babası mebus. Kocası komünist. Koyu esmer bir oğlandır...”
Aynı dönemde bir başka komünist eşi Anjel Açıkgöz de aynı koridorlardadır:
“Halet patırtı yapardı, müthiş bir kadındı. Sirkeci’de müdüriyete gelirdi. [Görüşme yerine ulaşmak için] Üç merdiven çıkıyorsun. Ondan sonra yarım saat bekletirler. Ne getirdinse; yemek getirdin diyelim, soğutacaklar... Hakaret olsun, kötülük olsun!.. Sonra bir demir parçası getirirler, yemeğin içinde sanki bir şey saklamışsın. İçinde bir şey olmadığından emin olsalar bile yaparlardı. Bana ‘Kime, kim için geldin?’ diye sorarlardı. Her gün gidiyorum oysa; ‘Hayk Açıkgöz’ derdim. ‘Daha kör olmadı mı gözleri?’ derlerdi. Her gün bu!..”
Anjel Açıkgöz o günleri anarken Halet Çambel’in yıkamak için aldığı falakadan kanlanmış çorapların yanı sıra gazete tutuşunu anlattığı bir ânla adeta portresini de çiziverir:
“Halet aldırmazdı, gazeteyi açardı. Gazete okumak da yasak onlara. Böyle dimdik dururdu. Bir ara bunlar kömür taşıtıyorlardı komünistlere aşağıdan yukarı. Halet de böyle [gerip] tutardı gazeteyi ‘bari başlıkları okusunlar, haberleri olsun’ derdi. Böyle bir kadındı.”
Halet Çambel hep öyle bir insandı. Kimsenin aklına gelemeyebilecek çözümleri bulan, yolunda uzun solukla yürüyen, “Doğru’nun Şövalyesi” [M1] müstesna bir kadın.
98 yaşındayken pırıl pırıl bir hafızayla sonsuzluğa göçen Halet Çambel’in doğumundan bugüne tam 100 yıl geçti. İnsanlar unutabilir, vefasızlaşabilir. Ama insanlık ve yazılı tarih kaldıkça Halet Çambel’in adı ve varlığı da yüzyıllar boyu hep daimdir...