En büyük siyasi ahlaksızlık, yapılması gerekeni bilip, bunu yapmaya söz verip, sonra da söylediklerini unutmak ve tersini yapmaktır…
Bu, siyasi dolandırıcılıktır…
Halkını insafsızca kandırmaktır…
Bugün, AKP’nin her yaptığını alkışlayan yandaşları, bu parti halka ne söz vermişti diye bir gün partinin programına baktılar mı acaba?
Bu parti, o sözleri verirken mi hata ediyordu yoksa o sözlerin tam tersini yaparken mi?
Size AKP’nin parti programında halka söz verdiklerinden bazı örnekler göstermek istiyorum, nasıl bir siyasi dolandırıcılıkla karşı karşıya olduğumuzu, yandaşların nasıl ahlaksızca bir sahtekarlık olduğu açıkça bilinen politikaları alkışladıklarını bir görün…
Hazırsanız başlayalım…
“Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak partimiz aşağıdaki hedefleri gerçekleştirecektir:
Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında gösterdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacaktır. Kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir.”
AB İlerleme Raporu da (ya da artık ona “Gerileme” Raporu demek daha doğru olur), AİHM’den çıkan hak ihlalleri kararları da, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün hiç mi hiç dikkate alınmayan raporları da yukarıdaki parıltılı sözlerin tam tersini söylemekte… Kolluk güçlerinin iktidar alanı ise hukuka aykırı bir şekilde her gün biraz daha genişliyor… “Polis nasıl sabrediyor anlamıyorum” lafları havalarda uçuşuyor…
“Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir.”
Düşüncelerin özgürce açıklanabildiğini söyleyecek kimse var mı? Düşüncelerini açıklayan, iktidarı eleştiren herkes işini kaybediyor, karalanıyor, aşağılanıyor. Örneklere Hasan Cemal’den başlar, ismini bilmediğimiz akademisyenlere uzanır, Gezi’ye destek veren öğretmenlerin, öğrencilerin, memurların, avukatların hallerinden bahseder, muhalafete “O aklı kendine sakla” izansızlığıyla bitirebilirim…
“Partimiz, kutsal dini değerlerin ve etnisitenin istismar edilerek siyaset malzemesi yapılmasını reddeder. Dini; ekonomik, siyasi veya başka çıkarlara alet etmek veya dini kullanarak farklı düşünen ve yaşayan insanlar üzerinde baskı kurmak da kabul edilemez.”
Buna, akla gelen onlarca örnek arasından (eğitim gibi) sıyrılıp tek bir sözle cevap vereceğim…
Erdoğan “biz Allah için siyaset yapıyoruz” cümlesini hatırlarsınız… “Dini istismar etmeyeceğini” söyleyen partinin başkanının sözü bu.
“Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır.”
Ben gülmekten yazamadım, eminim siz de kahkaha atmaktan cümlenin sonunu getirememişsinizdir…
Fakat yine de sorulması gereken soruyu hemen sorayım: Tekelleşme demişken, havuz medyasını “nerenize koyacaksınız?”
Havuz medyasının sık sık aynı başlıklarla çıkmasını, “uzun”un “Alo Fatih”i arayıp muhalefet partileriyle ilgili haberleri vermemesini emretmesini, muhalif medyaya yapılan her türlü baskıyı, twitter, youtube yasaklarını… “Nerenize koyacaksınız?”
“Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı bütün unsurlarıyla gerçekleştirilecektir. Tüm bireylerin hak arama yolları kolaylaştırılacaktır.”
Adil yargılanma sözü veren bu parti şimdi insanları “makul şüphe” üzerine sokaklarda tutuklamaya imkan veren bir yasa çıkartıyor. Polisin biri sizden şüphelendiği anda kendinizi içerde bulabilirsiniz. Unutmadan, avukatlarınız dava dosyalarına bile bakamayacak…
Üstüne üstlük bir de başbakanın muhalefeti “vatana ihanet” ile suçladığını düşünürseniz, bütün muhalefeti hapishanelere dolduracak bir yapının hazırlandığını anlarsınız…
Bunu, “adil yargılanma” sözü veren parti yapıyor…
“İşkence, gözaltında ölüm, kayıp, faili meçhul cinayetler gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez uygulamaların üstüne ciddiyetle gidilecek ve şeffaflık sağlanacaktır. Bu konuda her vatandaşın şikayeti değerlendirilecek, caydırıcılığı sağlayan gerekli düzenlemeler yapılacak, sorumlular cezasız kalmayacaktır.”
Son olaylarda 40 kişiyi kimin öldürdüğünü bilen var mı? Adana’da vurulan Kadri Bağdu’yu kimin öldürdüğünü bilen var mı? Bingöl’de güvenlik görevlileri tarafından öldürülenlerle ilgili hukuki ayrıntıları bilen var mı? Hrant Dink’in gerçek katillerinin nerede olduğunu bilen var mı? Roboski’de ölenlerin sorumlusu bulundu da biz mi duymadık?
Faili meçhullerin aydınlanacağını ve sona ereceğini söyleyen partinin iktidarında yaşanan birkaç örnek bunlar sadece…
“……… devlet ve kurumlarıyla yurttaşlar arasında gittikçe artan güven bunalımı giderilecek ve yurttaşın devlete ve devletin tüm kurumlarına güvenini sağlayacak bir yönetim anlayışı tesis edilecektir.”
Bunu söyleyen parti MİT kanunu çıkardı. MİT hakkınızda her türlü belgeyi, bilgiyi anında toplama hakkına sahip. BDDK eliyle bankalar batırılmaya çalışıldı. İktidar, kendisini zor duruma düşüren her dava hakkında yayın yasağı getirdi. Kürt siyasetçilerin ısrarına rağmen “barış sürecinin” gidişatı, koşulları, gelişimi hakkında halka bilgi vermedi. Roboski’nin sorumlularını “Ankara’nın karanlık dehlizleri”nde kaybetti. Vurulan uçağımızdaki pilotların otopsi raporlarını bile halktan sakladı... “Güven bunalımı azaldı” diyenler varsa, bunun nasıl azaldığını da anlatacaklardır herhalde…
“Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır. Ülkemiz bugün hukuk devletinden ziyade kanun devleti görüntüsü vermektedir. “Devletin Hukuku” yerine “Hukuk Devleti” anlayışının esas olması gerekir. Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez.”
Evrensel hukuktan söz eden bu parti 17-25 Aralık’ta mahkeme kararlarını uygulamadı. Yolsuzluk yaparken suçüstü yakalananları serbest bıraktı, onları yakalayanları hapse attı. “Paralel olmak” gibi hiçbir hukuki metinde yeri olmayan suçlar uydurdu. Neredeyse bütün muhaliflerini hukuksuz bir şekilde fişledi. Kopenhag Kriterleri’yle uyumlu düzenlemeleri hayata geçirmekten vazgeçtiği gibi eskiden bu kriterlere uygun çıkarılmış yasaları da şimdi yeni yasalarla tarihe gömüyor…
“Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzen ancak adaletin işlemesiyle mümkündür.”
Hakikaten de öyledir. Peki ne oldu ayakkabı kutularındaki milyon dolarlar? O paraların kaynağı ne? Meclis’e gelirse “adamı duman edecek” Sayıştay raporlarına ne oldu?
“Özgürlükçü, tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, demokratik hukuk devleti ilkesine ve demokratik ülkelerin standartlarına uygun, toplum ile devlet arasında yeni bir “toplum sözleşmesi” kurmayı hedefleyen, tümüyle yeni bir anayasa önerisi hazırlayacaktır. Bu öneri, yeni bir “anayasal mühendislik” denemesi değil, halkın iradesini ve taleplerini demokratik temelde devlet yapısına yansıtan bir belge olacaktır. Kısa, öz ve açık biçimde hazırlanacak yeni anayasa teklifimizde;
-Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler açık, net ve anlaşılabilir bir biçimde belirtilecektir.
-Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır. Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında ve denge denetim sağlanacaktır.
-Anayasanın ve kanunların herkesi bağlayıcılığına dair ilke titizlikle uygulanacaktır.
-Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanacak, yargıç güvenceleri korunacaktır.”
Yeni anayasa sözünü 12 yıl önce verdiler... Hala 12 Eylül anayasasını değiştirmediler…
Şimdi de, “Milli Güvenlik Kurulu”nda yeni vatan hainleri listesi hazırlayacaklar...
Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle yerle bir edildi. Özellikle 17-25 Aralık soruşturmaları sonrası ortada ayrım falan kalmadı, son HSYK seçimlerinden sonra kuvvetlerin üçüncü ayağı da AKP’nin eline geçti…
Anayasanın ve kanunların herkesi bağlayacağı kuralı ise hepimizin bildiği gibi “uzun”un başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçiş sürecinde yerle yeksan edildi…
Erdoğan ve AKP, nelerin yapılması gerektiğini bilerek ve bunları yapmaya söz vererek geldiler fakat özellikle 2011’den sonra daha önce verdikleri bütün sözlerin tersini yaptılar…
Bugün nasıl korkunç şeyler yaptıklarını bildikleri, “asla öyle yapmayacağız” diye önceden söz vermelerinden belli…
Sözlerinden döndüler çünkü kupon arazileri, ayakkabı kutularına doldurdukları milyon dolarları çok sevdiler… Para ve iktidar aşkı onları bu hale getirdi…
AKP parti programının çok küçük bir parçasını alabildim ben buraya, o programın tamamını okursanız eşsiz bir dolandırıcılık ve sahtekarlık belgesi okumuş olacaksınız…
Gazeteci diye dolaşan yandaşlara da bir sormak istiyorum... “Halk ihtilali” diyen şarlatan ideoloğa da soruyorum aynı soruyu:
“Halk ihtilali” dediğiniz şey 12 yıl önceki AKP programı mıydı yoksa AKP’nin bugün yaptıkları mı?
Hangisi “halk ihtilali”?
O program bütün ülkeyi değiştirecek bir “ihtilal” programıysa bugün yapılanlar ne, bugünkü ihtilalse “evrensel hukuka” bağlılığını söyleyen o program ne?
Bugün yaptıklarını “devrimci” buluyorsanız, o programı “gerici” bulmuş olmalısınız çünkü o program bugün yapılanların tam tersini vaat ediyor…
Bu programda söylenenler ve bugün yapılanlar ortada açıkça dururken “sahtekarlık devrimi”nden başka bir devrimden söz edilebilir mi?
Zaten bütün yasaklar, algı operasyonları, “halk devrimi” gibi cafcaflı boş sözler işte bu gerçeği saklamak için…
Evet, bugünkü “sahtekarlar” programımız burada bitiyor, yakında tekrar buluşmak üzere…
Ne de olsa bunlarda sahtekarlık öyle kolay kolay bitmeyecek gibi görünüyor…