24 Ocak 2025

Serdar Bostancı, Bolu yangını…

Turizm bakanlığı istediği kadar yüz milyonlarca dolar verip “Türkiye reklamı” yapsın, turizm müşterisi yüzde 90 word of mouth denilen “tanıdık tavsiyesi” ile bir yere gider. Bütün dünya 17 yüzyıl yaşayan Türk turizmini 2 gündür, “gidersem, benim de başıma bir şey gelir!” endişesi ile seyrediyor… Yani tanıdığa da ihtiyaç yok...

Bu günkü yazı konularım kişisel hayatımın dönemlerinde öğrendiklerimi kapsıyor. Yangın, otel ve ralli…

Salı günü sevgili kardeşim, eski Türkiye Rally şampiyonlarından Serdar Bostancı’nın, 5tomobil sporunda 50’nci yılını kutladık; Serdar motorsporunda, yaşı itibari ile bizden sonraki neslin sporcusu.

Zannederim ben, Türk otomobil sporunda FIA kuralları ile spor yapmış olan ilk nesle aittim.

Bizden evvel, özellikle İstanbul’da, çeşitli vesileler ile bu spor (kimisine göre, tam linguistik manası ile otomobil yarışı) yapılmış. Hatta her fırsatta iftihar ile yazar, söylerim; ülkenin İlk  “otomobil şampiyonlarından” birisi bir kadındır.  

Sâmiye Cahid Morkaya, Turing Kulüp'ün (TTOK) 1934’te düzenlediği yarışta şampiyon olmuş

Türklerin otomobil ile ilk karşılaşma ise Sultan II. Abdülhamid dönemine rast gelmiştir. Sultan’ın otomobile ilk tepkisi, (suikast yaparlar endişesi ile!) Osmanlı topraklarında kullanılmasının yasaklanması olmuş. Ancak teknolojik gelişmelere engel olunamayacağının anlaşılması ve Osmanlı Devleti hakkında yapılan menfi politikanın önüne geçilmesini isteyen Sultan, otomobil kullanımına şehir dışında izin vermiştir. II. Meşrutiyet döneminin başlamasıyla birlikte ise otomobil yasakları tamamen kaldırılmıştır.

İşte 1968 yılında yapılan Ülkenin ilk Resmi FIA (Federation Internatıonal Otomobile) kurallarına uygun Rallide ben de kayıt yaptırmış, hatta parkurda çalışmış iken; Ayni döneme denk gelen (Anadol ile test-drive/Uzun deneme sürüşü olan) Asya Afrika Avrupa turunu yaptığım için start listesinde yer alamamıştım…

İşte Serdar’ın 50 yılı kutlama töreni bu bilgiler ışığında yapılan bir törendi. Törende Serdar’ın, Trakya rallisine; 10 yaşında bir seyirci olarak katıldığını öğrendik.

Benim zamanımdan kalan (Gençlerin “Dinozor” diye adlandırdığı!!) birçok dostum da orada idi. Bu yaşlı insanların çoğunun gözünde hala bir “macera ve spor pırıltısı” görmek beni çok mutlu etti.

Serdar hayatı boyunca FORD markası ile yarıştı, son yıllarında kurduğu CASTROL FORD “MOTOR SPORU EKÜRİSİ” hep başarılı işler yaptı. Desteği eksiltmeyen OTOSAN, CASTROL ve diğer sponsorlara da birer tebrik yollamak lazım…

Şimdi de oğlu Murat hem ülkede hem Avrupa da ralli şampiyonu olduktan sonra takım kaptanı olarak babasından bayrağı teslim almış.

Zannederim, ralli servis elemanı, ralli pilotu, fabrika pilotu, takım yöneticisi, takım patronu ve en önemli sıfatı olan “emekli faal hoca” olarak dünyada sadece Otomobil sporunda değil, herhangi bir sporda 50 tane başarılı yıl geçirmiş sporcu ya yoktur ya da ben bulamadım.

Gecede uzun dostluk ettiğim bir başka sporcu da uzun yıllar başkanlık için mücadele ettiğim Mümtaz Tahincioğlu oldu. O zaman rekabet içinde idik, ancak dostluk çerçevesinde… Kişisel sataşma yapmadan… Bugün hatıralardan bahseden iki dost…

Şimdi gelelim Bolu yangınına…

Ralli ile ilgisini sonunda söyleyeceğim...

Ancak, yangın ile tüm bilgiyi; 1961 yılında, lise öğrencisi iken, Nato Karamürsel Hava alanı İtfaiye’de tercüman olarak çalıştığım günlerde edindim. “Birinci sınıf Hydrant adamı, Birinci sınıf Nozzle adamı” sertifikalarım hala durur. (Hydrant; hortum takılan yangın musluğu, Nozzle; Yangın hortumu ağzı; tazyik veya su debisi ayarlar, hortum ucu…)

Yangın ile mücadele ABD’de çok gelişmiş bir teknoloji dalıdır.

Ben Karamürsel de çalışırken, Maryland Üniversitesi Yangın Önleme Mühendisliği Fakültesi’den (FİRE PROTECTİON ENGİNEERİNG) bir hoca gelip bize “yangın önleme” konusunda çok ciddi bilgiler vermişti. ABD’de en az 10 tane bu tıp fakültesi var.

Havaalanında her ay, tüm takım olarak “bir C.130 ağır nakliye uçağında çıkan hayali yangını söndürme” tatbikatları yapardık. Burada, herkes, ne zaman hangi adımı atacağını öğrenir, ayda bir tekrarlardı...

Yangın önlemenin en önemli meselesi; söndürmek değil, çıkmasını önlemektir.  

Hayatımızın her dalında, maalesef, Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz; “Biz yapamayız, gavur yapar!” ezikliği yüzünden başımıza bu ve buna benzer belalar gelip duruyor; öyle görünüyor ki gelmeye de devam edecek.

Batı Avrupa; 1950’lerde otomobil sayısı ile birlikte kazaların artması ile “EVASİVE DRİVİNG” dedikleri bir otomobil kullanma metodu geliştirdi... Yani “kaza önleme teknikleri” devletler yatırım yaptı. Trafik kazaları çok azaldı.

 Bizde kimse bunun peşinde değil; ancak “daha hızlı otomobil sürme!” için”İleri sürüş teknikleri” çok revaçta. Yani bizim vatandaşımız, sağlıktan çok “show” peşinde.

Kronolojik olarak yangın ile ilgili ikinci bilgim 1967 yılında oluştu.

Ankara’da üniversite okurken, 1967’de Büyük Ankara Oteli açıldı. Birkaç lisan bilen genç insanlar arıyorlardı. Beni de aldılar. Rahmetli Kadim dostum Erkan Ayral, 15.00/23.00 vardiyasında konsiyaj şefi, bende resepsiyon şefi olarak çalışmaya başladık.

Otelin işletmesi İsviçre’nin Cenevre’deki en eski sarayını Otel yaparak çalıştıran “Hotels du Rhone şirketine” verilmişti.

Bu şirketten gelen uzmanlar bina sahiplerine, sonra biz çalışanlara “otelciliği öğrettiler.”

Ankara Oteli Binası Modern ve yakışıklı bir bina idi. Otel olarak planlanmış, inşaat ona göre yapılmıştı.

İsviçreliler; önce kapıları değiştirdiler. Güzelim maun kapılar söküldü, görünüş aynı ancak (Fire retardent-Yangın Önleyici) kapılar takıldı. Her odaya önce bir duman alarmı, yanına da sprinkler-su fışkırtıcı takıldı.

Yani bir müşteri -mesela- sigara içerken bir yerleri yakarsa, çıkan duman ile birlikte odanın içinde çok kuvvetli bir alarm ötüyor; aynı alarm, resepsiyonun arkasında bir ışıklı tabloda da oda numarası ile birlikte yanıyor.

Bir görevli derhal odaya çıkıyor ve kapıyı çalıyor; müşteri alarm sesine uyanmış, ise kapı açılıyor; uyanmıyorsa (kapıyı açmıyorsa), görevli pas anahtarı ile kapıyı açıp içeri giriyor ve alarmı kapatıyor, sigarayı söndürüyor, hatta kişiyi yatağa yatırıyor. Bütün bunların yapılamadığı veya bir genel yangın çıktığının anlaşıldığı durumda, sprinkler çalışıyor ve her tarafı su basıyor... Bu sistem otelin tüm kapalı alanlarında var.

Ayrıca damda ayrı bir dizel motora bağlı bir kuvvetli vantilatörün yukardan hava bastığı bir “tahliye merdiveni” var. Buna her kattan giriliyor, yanmaz kapıları var, içerde oluşmuş hava basıncı yüzünden içeri duman giremiyor, kapılar mekanik olarak kapanıyor, içerde duman oluşmuyor, en alt katta bina dışına çıkıyorsunuz.

Binanın elektrik tesisatından tamamen bağımsız çalışan bir “koridor aydınlatma ve en yakın tahliye merdivenini gösterme ışıkları var”

Ayrıca, bizler (genel müdür dahil, tüm personel) bir yangın esnasında nerede ne yapacağız biliyoruz. Ve alarm çalar çalmaz, daha önce defalarca denemesini (Drill) yaptığımızı yapmağa başlıyoruz. Mesela ben ve Erkan kapalı garajdaki otomobilleri dışarı çıkartıp daha önce belirlenen bir açık alana götürmek ile görevli idik.

En önemli konu ise, binanın etrafını çepeçevre dönen hiçbir otomobil ya da vasıtanın park etmesine izin verilmeyen İtfaiye yolu idi. Bunun için otel epey masraf etti ve yazı yazdı…

Sevgili okuyucu işte benim yangın ile ilgili öğrendiklerim ve bildiklerim. Dikkatinizi çekerim, bu anlattıklarım bu topraklarda tam yarım asır önce uygulanıyordu; ne internet, ne bilgisayar vardı. 

Bunların hiçbiri Bolu yangınında yok. 240 kişi uyuyor, gece bekçisi bile yok… Bir yabancı TV kanalı yanan otelin pencerelerinden sarkıtılıp insanların kaçmak için kullandığı çarşaflardan yapılmış ipleri göstererek “17 asır teknolojisi” diyor.  Ama gözleri ve cepleri bir türlü doymayan patronlar var...

Şimdi günlerce haber kanallarında yangını ve siyasilerin “sebep olanı yakalayacağız ve fena yapacağız!” lakırdılarını dinleyeceğiz;

Eğer yürekleri yetiyorsa, bu ülkenin bir zamanlar göz bebeği kuruluşu olan ve yangında her türlü araştırmayı yapan, AFAD yetkilileri yangın ile ilgili doğruyu söyleyecekler. (AFAD’ı hatırladınız değil mi; hani bir hafta evvel 3 yıl hapis cezası verdikleri, ülkemizin “Kar Leoparı” Nasuh Mahruki’nin kurduğu teşkilat... “7000 metreden yüksek beş dağa tırmanan dağcılara ‘Kar Leoparı’ denir. 31’i kadın, dünyada toplam 600 tanedirler.

Eninde sonunda yangına sebep olanların da, bu lakırdıları edenlerin de aynı kişiler olduğunu anlayacağız… Peki ne olacak?

Cehalet, kâr hırsı, koltuk hastalığı ile yaşayan bazı siyasetçi ve yardakçıları sayesinde 79 kişiye rahmet okuyacağız o kadar başka hiçbir şey olmayacak…

Yazımın sonunda bir de tebrik yollamalıyım... işte zamanı geldi, eski ralli sürücüsü şapkam ile konuşuyorum...

Bolu İtfaiyesi haber aldıktan 54 dakika sonra gelmiş.

Bunu yapan itfaiye şoförü kamyonu bıraksın, yarış parkurlarına gelsin… Gecenin 03.00’ünde bizim ralli yolu olarak kullandığımız kamilen kar ve buzla kaplı toplam 41 km. yolu, sırtında 30 ton yük olan bir kamyon ile tırmanmak her babayiğitin harcı değil.  O kamyon parkurun son 25 kilometresinde onlarca keskin virajı, 1 ve 2 viteste, saatte en iyi 30 km/saat sürat ile tırmanır. Belediyeden dağın eteğine kadar olan düz yolu inanılmaz sürat ile gelmiş olmalı…

Turizm bakanlığı istediği kadar yüz milyonlarca dolar verip “Türkiye reklamı” yapsın, turizm müşterisi yüzde 90 word of mouth denilen “tanıdık tavsiyesi” ile bir yere gider. Bütün dünya 17 yüzyıl yaşayan Türk turizmini 2 gündür, “gidersem, benim de başıma bir şey gelir!” endişesi ile seyrediyor… Yani tanıdığa da ihtiyaç yok... Hepimize hayırlı olsun…

Yazarın Diğer Yazıları

Yılmaz Özdil, teğmenler, siyasetçiler, okur mektubu…

Merasim alanı dışında bir alana teğmenlerin hepsi beraber koşuyor, şahsi malları olan kılıçları çekiyor, çatıyor ve “MUSTAFA KEMALİN ASKERİYİZ” diyorlar. BASTIR CİMBOM, HAYDİ KANARYA, KARA KARTAL” diye bağırsalardı da ifade verecekler miydi acaba?

Ak Parti Genel Başkanı konuşmaları

Enerji şahlanmasında neler olduğunu anlatmak için, denizde petrol ve gaz arayan gemilerimizin kaça alındığını; bu güne kadar maliyetlerini çıkartıp çıkartmadıklarına bir bakmak lazım... En az değerli para ile, en pahalı enerjiyi kullanıyoruz

 Askarî ücret, Emevi Camisi

Devlet ricalimizin namaz kılmak için yarıştığı Şam’daki cami; bahsi geçen Emevilerin en önemli camisidir

"
"