01 Mart 2025

TED, Öcalan çağrısı

Öcalan, Türklerden çok daha beter bir “Şih” tecrübesinden geliyor. Kürtler bu defa hepsinin başına geçecek bir yeni “büyük şih türünü” ister mi acaba?

Önce Kazım kod adlı okuyucumun pek de nazik olmayan mesajına bir cevap; “Evet Kazım;  TÜSİAD ile 15.000 dolara anlaştık. Bundan sonraki yazılar için ciddiyetine göre pazarlık edeceğiz... Tamam mı?? Oldu mu?”

Aslında bu haftaki yazımı daha çok TED ve 23 yıllık başkanına ayırmıştım. Ancak, ayakları yere basan bir “Öcalan mektubu” gelince zaten eskiden de düşündüğüm bir “MEKTUP” yazısı araya girdi.

Benim lise okuduğum yıllarda TED bilmezdik, biz “kolejli” idik. Ankara Kolejli; kimine göre “şımarık zengin çocukları”, kimine göre “Atatürk’ün Torunları…” Bu iki tanım da doğru aslında. Ankara Koleji paralı bir okuldu. Ancak biz parayı yabancı hocalara ve kitaplara ödüyorduk. Devlet ise TED ve yöneticilerine koruyucu örtüsünü her zaman hissettiriyordu. Devletin en başının ve hemen arkasında kim varsa, hepsinin destekleri ile 1928’de kurulmuştu. Tek bir gayesi vardı; 1000 yılı geçkin dinî eğitim yerine “muasır medeniyet, laik bilimsel eğitim.” 

Bunu, günümüzün imam hatip okulu desteklerine benzetebiliriz.

O dönemlerde Türk çocuklarına daha çok “Hayatta en hakiki mürşid (yol gösterici) ilimdir” sözcüğü çerçevesinde eğitim verilme gayreti vardı.

Bugün ise eğitim, “bilim ile herhangi ilişkisi olmayan, sadece bir inanç kapısı olan din çerçevesinde” verilmeye gayret ediliyor.

En uzun TED başkanlığı; Mümtaz Tarhan (Eğitimci, Çalışma Bakanı) 8 yıl, “baba” Rüştü Yüce, profesör 9 yıl yapmış.

Eğitim ile herhangi alakası olmayan inşaatçı Selçuk Pehlivanoğlu 22 yıldır başkan!

Üstelik bu zat, trişkadan profesör ve dekan olan (bu tabiri çok seviyorum, Yılmaz Özdil’den öğrendim, lugatçesi ‘hafif ve oynak’ demek olan İtalyanca (friska) sözcüğünden türetilmiş; sadece rüzgar için değil, insanlar ve olaylar içinde kullanılan harika bir sözcük; üstelik hakaret değil. Evliya Çelebi sık kullanmış!) maarif vekilinin yönettiği “danışma kurulunun üyeliğini” yapıyor. Bir taraftan, tarikatlerin Türk eğitimine girmesini -zımnen- onaylıyorken bir taraftan da Sn. Kılıçdaroğlu ile CHP’nin iktidara gelmesi halinde kendisinin Milli Eğitim Bakanı olabileceğini “empoze” ediyor. Uyanık inşaatçı!! 

Bana bu bilgileri veren kendisidir. Ben onun yalancısıyım!!

İktidarın tuttuğu yolu tutup, okul fiyatlarını her yıl olabildiğine yükselttiği görülüyor.

Bu sene, daha da yüksek zamlar yapınca veliler ayaklanmış.  WhatsApp grupları oluşturmuşlar, yaklaşık 2000 veli görüşme talebi iletmişler. Gönderilen yazılı talep sayısı 600 civarındaymış.  İdare-i maslahat bir cevap almışlar. Bunun üzerine 23 Şubat’ta okul önünde 500 civarı veli bir araya gelip gösteri yapmış; TED yetkilileri 25 Şubat’ta aralarından birkaç kişiyi arayarak, verimsiz bir görüşme gerçekleştirmiş. Sonra da yeni bir açıklama yaparak hiçbir geri adım atmamış, banka taksit sayısını arttırıp göya yasak savmışlar. Benim zamanımda buna benzer hiçbir şey yaşamadık; okul aile birliği toplantılarını, 2 ayda bir yapılan öğretmen veli toplantılarını hatırlıyorum… Bugüne bakıyorum, kalbim sıkışıyor!

Önümüzdeki yazımda, taraflar ile görüşüp size iyice derinine bilgiler derleyeceğim.

Benim okulumda böyle “trişkadan” işler olmamalı.

Şimdi gelelim meşhur Öcalan mektubuna; (bildirisi, cevabı, yazısı, deklerasyonu, itirafnamesi?) ne derseniz deyiniz, serdedilen görüşlere.

Öncelikle bir küçük “konudan sapma” yapayım. Ben bütün bu “Mektup TV canlı yayınını” iktidar yanlısı bir TV kanalından seyrettim. Misafir yorumcu olarak bir “yüksek seviye AKP yöneticisi” vardı. Her sorulan suali öyle bir paketledi ki; zannedersiniz mektubu Sn. Cumhurbaşkanı yazdı. Ayrıca dünya kamu oyuna çok ciddi mesajlar verdi. Ama mektubun onlar (hükümeti kast ediyor) ile hiç ilgisi yok, tamamen PKK yönetimine hitaben yazılmış!

İstemeden aklıma tuhaf şeyler geliyor, tüm AKP ve hükümet yöneticilerini kapsıyor. Söylemlerinizde “Sn. Cumhurbaşkanımız tensip buyurdular, bunu dediler, şunu dediler, şu görüşü serdettiler, onun sayesinde, talimatları ile” deyip duruyorsunuz. Sizlerin; bizzat, şahsen, yaptığı iyi bir şey, faydalı bir iş yok mu? Her konuyu Sn. Cumhurbaşkanımıza yüklemişsiniz? Sn. Cumhurbaşkanının yaşı kemale erdi, sağlığının da çok parlak olmadığı söyleniyor. Allah saklasın, düşman başına, ya Sn. Cumhurbaşkanımıza bir şey olursa siz ne yapacaksınız?

Şimdi gelelim konumuza, Öcalan mektubu yazdıkları…

Ben yazdıklarını bir “vatandaş” olarak çok faydalı buldum. Yazıda zaten bir miktar “yabancı devlet parmağı” iması da var. Akıllıca seçilmiş kelimeler ile, çağımızda “terör ile güzellik olmayacağı” anlaşılmıştır diyor. İrlanda ve İspanya ya da göndermeler var.

Bir “endüstri yazarı olarak” ise benim görevim bu “siyasi” konulara girmek değil.  Olası bir “sahici sulh” halinde biraz da hem yurtta hem de uluslararası arenada neler olabileceği hakkında “ahkam keseceğim.”

Önce yurt içinde yapılması gerekenleri bir düşünelim. Bunu yapmak için öncelik ile Sn. Cumhurbaşkanının dediği (!) gibi “yamalı bohçaya” dönmüş Anayasa’mızı yeniden yazmak gerekiyor. İlk 4 maddenin yanı sıra, “devlet yönetimi” için temel kurallar koyarken, derhal cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden, fiili TBMM yönetimi sistemine dönüşü “geri dönüşsüz olarak” Anayasa’ya koymak gerekir.

Bu söze AKP’liler itiraz edebilir. Şuna cevap verin o zaman muhteremler; diyelim ki “çok başarılı olduğu için” sizin ve 20 yıldır vatandaş çoğunluğunun seçtiği Sn. Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı süresini doldurdu ve emekliye ayrıldı.

Yeni gelecek olan “tek adamin” Recep bey kadar başarılı olacağı hakkında bir garantiniz mı var? Başarılı olmaz da, sizin “Türkiye Yüzyılı” rüyası felaketle sonuçlanırsa ne olacak? Bunun hesabını o gün 100 milyona yaklaşan vatandaşa kim verecek?

Bu “geri dönüşsüz” maddeyi koydurmak istememin siyaset ile ilgisi yok. Tamamen yönetim ile ilgili.

Dünyanın (en azından rakamsal olarak) ilk 20’sinde bulunan bir devleti ve ekonomiyi tek kişi yönetemez. (Genel manada dış ve iç ticareti, üretimi, ihracatı, ithalatı, yerel yönetimleri -belediye veya vilayet vs vs.) Bu işler “iyi niyet” ile olmaz. Bir Fransız atasözüne göre; “Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile örülüdür!”

Merkezileşmemek, desantralizasyon, yerinden yönetim, ademi-merkeziyetçilik, orijin itibari ile Batı tarafında ortaya çıkmış olan bir düşünce tarzıdır. Buna “Batı” diyip dudak bükenlere soralım; bizim “batı” dışında kendimize ait bir “düşünce ve yönetim tarzımız mı var?” 

Evet var; kısaca Kemalizm diyoruz. Yeni Türk Devletinin ilk Anayasa’sı 20 Ocak 1921'de kabul edildi. Kabul edilen bu Anayasa, olağanüstü bir dönemde hazırlanmış; Padişahı devre dışı bırakıp vatandaşı ve temsilcilerini önceleyen kısa ve öz bir Anayasa idi. Yani “tek adam yönetimi” devre dışı olmuştu.

madde 1 - Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

madde 2 - Yürütme ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM’dir.

Ademi merkeziyetçiliği, Batıda olduğu klasik anlamından çok daha geniş kapsamlarda ele almamiz gerekir. Desantralizasyon klasik anlamda, merkezi yönetimlerden yerel yönetimlere kadar uzanan yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder. Modern anlamda ise, kamu gelirlerinin toplanması, merkezi yönetimin elinde bulunan karar verme ve planlama gibi idari yetkilerin diğer örgütlere aktarılmasıdır. Aynı zamanda yerel yönetimlere, taşra kuruluşlarına, yarı-özerk kamu kuruluşlarına ve meslek kuruluşlarına da aktarılmasıdır.

AKP geldiği vakit, bununla ilgili reformlar yapacağını söylemişti. Sevinmiştik. Ancak bugün, herhangi bir “bakanlık ilçe” temsilcisine yazı yazıp, herhangi bir şey sorduğunuz vakit eskiden bir bekliyorsanız şimdi iki bekliyorsunuz...                  

“Beyefendi vakit ayırınca!!” bir cevap alıyorsunuz. Vilayet yönetimleri tam postahaneye dönmüş; eskiden de böyle idi, şimdi beş beter…

Öcalan, Türklerden çok daha beter bir “Şih” tecrübesinden geliyor. Kürtler bu defa hepsinin başına geçecek bir yeni “büyük şih türünü” ister mi acaba?

Şimdi bir sürü “Kazım” beni “Federasyonculuk” ile suçlayacak. Ben yönetimin adından veya siyasi uygulamadan değil; işin ruhundan bahsediyorum. Adını ne koyarsanız koyun…

Önümüzdeki yazılarda bu konuyu ve sahici birlik olduğumuz takdirde tüm Ortadoğu ülkelerine getirebileceğimiz Kalkınma hamlesini yazacağım. İşte o yazı en iyi “otomotiv” yazısı olacak…

Yazarın Diğer Yazıları

TÜSİAD zihniyeti

Bizi AB’ye bir alsalar orayı da demokratikleştiririz ama Müslümanız diye almıyorlar!!! 

Seçim, CHP, Can Pulak, Trump, TOGG…

Sn. Cumhurbaşkanı’nın ısrarla dediği gibi “TOGG” yerli ve milli olsa idi, soldan direksiyonları, sağa geçirmesini bilirlerdi. Hatta böylece bu otomobiller “soldan trafikli” ülkelere de pazarlanabilirdi…

TBMM Başkanı Özel, Cumhurbaşkanı Yavaş, Başbakan İmamoğlu

Unutulmasın, CHP seçimden sonra muhtemelen bir koalisyon kuracaktır; onlar ile şimdiden görüş birliği, yani “âskari müşterekte anlaşma” gerekmektedir. Bu da yapıldıktan sonra; ortaya çıkacak iş tanımlarına göre kişilerin seçilmesi evresine geçilir...

"
"