Bugün keyfim çok yerinde, bir Türk Kadını "amiral" oldu.
Kurmay Albay Gökşen Fırat, dünkü YAŞ kararları gereği Tuğamiral oldu. Geçenlerde ABD Silahlı Kuvvetleri'ndeki 976 generalden 69'unun kadın olduğunu okumuş, kıskanmıştım. Şimdilik bizde bir tane ama, içimden bir ses çoğalacaklarını söylüyor. İnşallah.
Bugünkü yazım alışılmış bir yazı değil.
Kimileri beni klasik köşe yazarı sanıyor. E-postama gelen kritiklerden anlıyorum. Kimisi ise "otomobil" yazarı.
Ülkemizde medyada daha "dallara ayrılmış köşe yazarları" pek olmadığı için haklı olarak okuyucu kafasında sizi bir yere koyamıyor. Batı'da Columnist (sütun yazarı) derler, bizde "fıkra" denerek Osmanlı devrinde 1860'ta Tercüme-i Ahval gazetesi ile başlamış.
Aslında önceleri "makale" deniyordu. Ancak makale daha çok bilimsel yazılara dendiği için muhtemelen fıkraya döndü.
İşte size gazetecilerin atası denilen Şinasi'nin yazdığı ilk "köşe yazısından" bir pasaj. Aslında "mukaddime" (başlarken, önsöz) başlığı ile yazılmış. Ancak ifade ettikleri itibari ile bir mesaj iletiyor. Onun için "ilk fıkra" demişler herhalde.
Önce bir kısa giriş okuyun; "Değil mi Tanrı'nın ihsanı akl ü kalb ü lisan / Bu lütfu etmelidir fikr ü şükr ü zikr insan" Kısaca insan, Tanrı'nın verdiği akıl ve kalbi kullanarak orada ne buluyorsa yazmalıdır, diyor. (galiba!)
Sayın Ahmet Davutoğlu okursa yandık. Hepten anlamayacağız ne dediğini! Gerçi, daha sonra Osmanlıcılığı bırakıp Cumhuriyetçi olmuştu.
Bir konuşmasında "Anadolu havzasındaki bütün kimlikleri barıştırarak" gibi sözler etmişti.
Yahu Sayın Başkan, Anadolu halkları Hititlerden bu yana binlerce yıl, bir araya gelerek ve Bizans gibi Osmanlı gibi dünya devletleri kurarak birbiri ile barışık yaşamıştır zaten? Siyasiler karışmasın yeter.
Tercümân-ı Ahvâl'de (tarihçesinden alıntı yaptım) kişilerin düşünce ve kanaatlerini açığa vurma özgürlükleri, fikrî tartışmalar, devletin hantal yapısı, eğitim sistemindeki bozukluklar, ülkenin malî sorunları gibi konular ele alınmış. Bunların yanı sıra iktisat ilminin tarifi, bankacılık, sanayi ve ticaretten hangisine öncelik verilmesi gerektiği gibi tartışmalara, inceleme ve edebî yazılara, iç ve dış haberlerle birlikte resmî haberlere, nizamnâme ve antlaşmalara, tevcîhata (yönlendirme), piyasa ve borsa haberlerine, meskûkâtın (sikke, metal para) rayiç bedellerine, ansiklopedik bilgilere, padişahın doğum ve tahta çıkış yıl dönümlerine düşürülen tarihlere, dünya nüfusuna, İstanbul'da yaşayan Müslüman ve gayrimüslim nüfusla şehirdeki aylık ölüm istatistiklerine, ilân ve reklamlara da yer vermişler.
Gazete 6 yıl kimse karışmadan çıkmış, aklındakileri de söylemekten geri kalmamış. Bugün, 160 yıl sonra inşallah aynı noktaya gelebiliriz diye umuyoruz!
Bana yakıştırılan ekonomi yazarlığı çok geniş bir kavram. Radikal'de yazdığım yıllarda ekonomi servisine bağlıydım; ancak bana ekonomi yazarı denmiyordu.
Benimki "endüstri yazarlığı". Bana e-posta yazan Hikmet Bey'e de cevap vermiş olayım. "Niye endüstri deyip duruyorsun, Türkçesini söylesene!" diyor. Sizin Türkçe sandığınız birçok kelime Türkçe değil; ya Arapça ya Farsça. Sebebi basit: Gelişip büyük kitlelerin hayatına giren "kavramlar" neticede bir "isim" ile anılmaya başlarlar. Endüstri veya sanayi sözcüğünün Türkçesi 'uran'; ancak çok az kişi bilir. Onun için Hikmet Bey, sanayi sözcüğünü Türkçe sanıp kullanırken, ben iki sözün de Türkçe olmadığını bilerek endüstri kullanıyorum. Bizler endüstrinin ne olduğunu hâlâ kavrayamadığımız için bu "kavram" için 'uran' kullanamıyoruz.
En komik yeni sözcük icadını gençken bir gazetede okumuştum. Önden çarpmış bir otomobile "taksim tayfası", "akordeon oldu" demişler. Allah'tan akordeon her lisanda aynı; en azından Arapça ya da Farsça değil!
O zamanlar Türk otomobilciliğinin merkezi Taksimdi. Tamir/bakım alanları Taksim'den Kasımpaşa'ya kadar inen sokaklardaki "tamirhanelerdi." Parçacılar Taksim'in arkasında yer alır, taksiler, dolmuşlar zaten Taksim meydanda bulunurdu. Yeni teknolojik bilgiler daha çok Ermeni ve Rum ustalarda bulunurdu. Üniversite öğrencisiyken, Ankara'da anlayan tamirci bulamadığım için Peugeot 404 otomobilin "saxsomat" vites kutusunu İstanbul'a gelip Radyo Evi karşısında Jirayir ustaya yaptırmıştım.
1950'den itibaren, Demokrat Parti sayesinde Türk sosyal hayatının hemen her yerinde görülmeye başlayan Amerikalılar karayolları teşkilatını kurup Amerika'dan getirdikleri "az müstamel" karayolu üretim araçları ile kısa sürede bizim "şoseleri, kaldırım taşlı sokakları" asfaltlayıp, hemen arkasından Belçika'da kurdukları montaj hatları ile bize ve Avrupa'ya koskoca Amerikan otomobillerini "çaktılar!"
Harpten darmadağın çıkan Avrupa ülkeleri bizden daha akıllı oldukları için bu "koskoca sekiz silindirli harika aletlere" kanmayıp, kendini Topolino, Döşovo, Morris Minor, Renault Dauphine gibi motorları 1000 cc'den küçük, halk tipi otomobil geliştirmeye adadı. Bu otomobillerden milyonlarca adet yapıldı, böylece büyük halk kitleleri mobilite kazanırken, Avrupa endüstrisi gelişti.
Biz de aynı yolu 1960 ihtilalinden sonra denedik, ancak dünya rekoru sayılacak bir sürede Devrim otomobili yapmamıza karşın, "birileri" yaptırmadı.
Bugün İtalyan çocuklarını evlat edinip "yerli" diye avunuyoruz…
Yani ben "endüstri" yazarıyım. Arapça ve Farsça kelime kullanmamağa çalıştığım için Batı lisanlarının hepsinde aynı manaya gelen 'endüstri'yi kullanıyorum. Uran kullanmak isterim, ama kimse anlamaz. Onun için Roma'da iken Romalıların yaptığını istemeden yapıyorum.
Ülkemizin en büyük (ekonomik manada tek) derdi, dış ticaret açığıdır. Yani döviz problemi. Bunu, çok çalışırlar ve şimdiye kadar yapılmamışı yapmaya hazır olurlar ise çözebilecek iki vatandaşımız var.
Sanayi Bakanı Fatih Kaçır ve Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı. İkisi de genç ve bilgili.
Sanayi Bakanlığı ile görüşmelere başladım. Yakında Tarım Bakanlığı ile de başlayacağım. Özelikle su ürünleri ve deniz konusu iyi bildiğim konular.
Oturdukları koltuğun önemini bence kavrıyorlar.
Bu dallarda yarım asırı geçkin zaman harcamış biri olarak inşallah işe yararım.
Göreceğiz.