03 Mart 2019

Taksicilik ve dolmuşçuluğumuzun tarihi

Taksicilik yeni değil, kullanıcılı araba kiralama hizmeti yüzyıllardır veriliyor. “10 kuruşa 1 adam” sloganıyla dolmuşçuluk ise bizde başladı

Eski gazete ve geçmişin belgeleriyle içli dışlı olmanın hoşlukları olduğu kadar moral bozucu yanları da var. Bugün manşetlere yansıyan olumsuzlukların 70-80 yıl önce de aynı şekilde yaşandığını görünce ve geçen yılların sorunlara çok kere kalıcı bir çözüm getirmediğini fark edince, ister istemez insanın içi karalar bağlıyor. Tarihin tekerrür eden yanıyla yarınlara hazırlanmanın bir yolu da bu değil mi?

Konuyla alakasız olacağını biliyorum ama şu anda da gündemimizde olan bir haber var 24 Mart 1932 tarihli Akşam gazetesinde. Dönemin İstanbul Belediyesi, aracıları kaldırmak ve fiyatları düşürmek için toptan fiyatına erzak satmaya başlayacakmış. Sıraya girip birkaç kilo soğan almakta 87 yıl geç mi kaldık bilmiyorum ama biz asıl konumuza geçelim. Efendim, bugünkü sohbetimiz “taksi” üzerine olacak.

1 Mart 1932 tarihli Akşam Gazetesinde cinayete kurban giden bir taksi sürücüsünün haberini okurken neredeyse aynı anda Kadıköy’de de bir taksi şoförü dövülerek öldürüldü. Cebindeki 3-5 kuruş parası için öldürülen taksiciler bir yana, arabasına aldığı kişi ya da kişilerce, kısacık bir zaman aralığında nasıl olur da linç edilebilecek kadar nefret hissettirecek bir ilişki yaşanabilir, anlayamıyorum.  Araştırınca 2001-2011 tarihleri arasındaki 10 yıl içinde sadece İstanbul’da tam 105 adet taksicinin cinayete kurban gittiğini gördüm. Sanırım sosyal bilimcilerimizin yaşadığımız bu cinnet halinin sebeplerini, bizlerin de kavrayabileceği şekilde tekrardan anlatmaları gerekiyor.

Öldürülen şoförleri, arabesk müziği ve korsanıyla taksilerimiz

“Taksi”, büyük şehirlerimiz, özellikle de İstanbul için her zaman gündemde olan ve çözülemeyen sorunlarıyla da sık sık başlıklarda yer alan bir günlük yaşam mecramız. Kimi zaman zammıyla, kimi zaman nereye gideceğinizi sorup beğenmezse almayıp basıp giden sürücüsüyle, kimi zaman da saldırıya uğrayan, öldürülen şoförleriyle! Daha başka şeyler de var tabii ki! Korsanı, içi pislikten geçilmeyeni, önemli semtleri bile bilmeyen sürücüleri ve arabesk müziği.

Ve sadece İstanbulluların bileceği bir başka özelliği; karşının taksisi…

Taksiler önemli bir ihtiyacı gidermenin ötesinde, şehirlerin önemli bir süsü aynı zamanda. Her şehrin kendine özgü bir taksi tipi var. Herkesin aklına ilk gelen Londra taksileri, 3 tekerlekli basit araçların kullanıldığı geleneksel Asya tipi taksiler, üstü rengârenk çiçeklerle bezenmiş Hindistan-Pakistan taksileri ve salon tipli büyük arabaların kullanıldığı Amerikan taksileri gibi.

Taksicilik yeni değil, kullanıcılı araba kiralama hizmeti yüzyıllardır veriliyor. Ama yerleşik olarak 1600’lü yılların başında Paris’te ve Londra’da at arabaları ile ulaşım hizmeti verilmeye başlanmış. Çok kısa bir süre sonra da bu yeni iş alanı çok kişi için cazip hale gelmiş. Tek atlı arabaların çektiği 2 tekerlekli arabalar hem hızı hem de dış görünümüyle gelişmiş. Bu alanda çalışacak olanlar için şartlar belirlenmiş, kurallar konmuş. Kaynaklar, Kraliçe I. Elizabeth devrinde, yani 1650’li yılların Londra’sında, ulaşım hizmetinin hem kalitesiz hem çok pahalı olduğunu söylüyor.  

“Taksi”, Alman bir ailenin soyadından geliyor

1867 yılında Almanya’da faaliyet gösteren “Thurn und Taxis” isimli aile şirketi hükümetin mektup ve paketlerini taşımaya başlamış. İşte taksi lafı ilk kez bu ailenin soyadı ile ortaya çıkmış ve yıllar içinde meslekle bütünleşmiş. Taxis kelimesi eski Yunancada seyahat etmek, rütbe, derece, sınıflandırma, düzenleme, kategorize etmeyi ifade ederken Almancaya geçince de ücret ve vergi anlamlarını da yüklenmiş.

1894 yılı Temmuz’unda Bruhn ve Westendorf isimli iki Alman girişimci taksimetre adını verdikleri bir tasarımlarını tanıtmak için Londra Ticaret Merkezi’nden randevu talep etmişler. 7 Temmuz tarihli Polis Haberleri gazetesinde yer alan habere göre, bu alet yapılan yolculuğun mesafe olarak ölçümünü, kaç yolcunun taşındığı ve buna karşılık kaç para ödeneceğini hesaplıyormuş. 5 yıl boyunca bu işin esnafı tarafından (özgürce ücret talep edebilmek adına engellense de) Mart 1899’da Gottlieb Daimler tarafından taksimetre monte edilen ilk arabanın Londra’da hizmet vermeye başlamasıyla birlikte hayata geçmiş. Ve bu tarihten sonra, bir yerden bir yere gitmek için kiralanan aracın adı “taksi” olarak anılmaya başlanmış. Taksimetrenin kullanılmasıyla, taşıma ücretinin standart hale gelmesinden yolcular da mutlu olmuş, araç sahipleri de. Çünkü insanlar kaç para ödeyeceklerini bildikleri taksi hizmetini daha sık kullanır olmuşlar. Bu da talebi patlatmış, taksicilerin işlerini açmış. Bakılmış ki, netice olumlu, uygulama Liverpool, Bradford, Manchester, Leeds gibi İngiltere’nin başka şehirlerinde de kullanılmaya başlanmış. Çok kısa bir zaman sonra da Buenos Aires, Paris şehirlerinde yaşayanlar da taksimetre ile tanışmışlar.

Paris’te yaşayan Harry N. Allen isimli bir girişimci hem taksi işini New York’a taşımış hem de bugün dünyanın çok yerinde bilinen haliyle taksilerin sarı renkte olmasının ilk fikir babası olmuş. Gerek karanlıkta bile kolayca görülebilmesi gerekse de bu işi yapanların kolayca diğer hususi arabalardan ayırt edilebilmesi gibi faydaları sayesinde, bu basit tasarım taksiciliğin günümüze kadar gelen gelişiminde hep var olmuş. Niye Londra taksileri siyah renkte diye merak ediyorsanız, uzun hikâye ama renkli araçlar için istenen ekstra ücreti vermek istemeyen araç sahiplerinin ortak tavrından dolayı diyerek özetleyebilirim.

Osmanlı dönemi İstanbul’unda taşımacılık hizmeti fayton ile verilmiş. Her ne kadar boğazda işleyen vapurlar, 1869 yılında çalışmaya başlayan atlı tramvay, hala kullandığımız tünel ve banliyö hattı talebi daraltmışsa da yaşanan göç ve şehrin büyümesiyle işler yeniden canlanmış. Hatırlasanıza Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanındaki anlatımları!..

 Dünyaya hediye ettiğimiz “dolmuş” uygulaması

Taksinin yanı sıra bizim bir de “dolmuş” uygulamamız var. Hikâyesi ilginçtir; onu da anlatayım: Ünlü 1930 dünya ekonomik krizi sırasında Cağaloğlu’ndaki esnaf lokantasını satmak zorunda kalan aşçı Halil, eline geçen para ile otomobil alıyor ve işlerine gelmek için tek başlarına araba kiralamayan esnafa ücreti bölüştürerek, 1931 yılında Karaköy – Taksim arasında “10 kuruşa bir adam" sloganıyla dolmuşçuluğu başlatıyor. Kısa zaman içinde rağbet gören bu uygulama, başta faytoncular olmak üzere pek çok girişimci tarafından da uygulanıyor ve yeni hatlar açılıyor. İşi resmiyete dökmek isteyenler belediyeye başvuruyorlar ama birbirlerini tanımayan insanların aynı arabada olmasının taksiciliğin ruhuna aykırı olduğu gerekçesiyle istekleri geri çevriliyor. Belediye reddetse de “dolmuşculuk” hız kesmeden devam ediyor. Malum, sonraki yıllarda da İstanbul’un varoşlarına hizmet veren minibüsler ortaya çıktı ve her iki uygulama da günümüze kadar büyüyen bir ivmeyle geldiler.

15 Mart 1932’de tüm ticari araçların tek tip ve yeşil renkte olmasına, 6 Kasım 1932 tarihinde de plakalarına sarı-siyah çizgilerinin konulmasına karar verilmiş. Bu tarihte taksi şoförü olabilmek için iyi niyetli olmak, 30 yaşını geçmemek ve evli olmak gerekiyormuş.

Dolmuşçuluğun asıl gelişmesi 1945 sonrasında olmuş. Gittikçe büyüyen ve nüfusu 1 milyona dayanan İstanbul’da 1801 otomobil ile faytonların her beş yolcudan birine hizmet verdiğini gören belediye, 1954 yılında dolmuş taksileri kabul etmek zorunda kalmış ve ilk resmi tarife de ilan edilmiş. 30 Ağustos 1956 tarihinde alınan bir kararla taksi şoförlerinin makbuz kesmesine ve boş olmasına rağmen istenilen yere gitmeyenlerin de cezalandırılmasına karar verilmiş.  

Araba teması dünyanın her yerinde müthiş zengin bir koleksiyonculuk alanı! Tabii ki spesifik olarak taksi de öyle. Taksi resimleri, maketleri, efemeraları, pulları, hatta kullanılmış parçalarının peşinde koşan coşkulu koleksiyonerler var. İnternet'ten araştırınca Uruguay’da müzeye dönüşen taksimetre koleksiyonu gördüm ve bayıldım!..

Taksici cinayetlerini düşünürken, acaba dedim kendi kendime, sevdiği bir uğraşı, hobisi olan insanlar hayata daha sıkı bağlanıp, şiddetten kaçıp hoşgörüye mi sığınıyorlar?..  

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!.. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Da Vinci’den önceki ve sonraki “Son Akşam Yemeği” tablolarının öyküsü

“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış

Koleksiyoncunun kaleminden: Kurabiyenin öyküsü

İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerden kasım ayı gündemleri

Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor

"
"