22 Eylül 2024

Koleksiyoncunun kaleminden: Zımpara yapmanın kültür tarihi

Doğanın aşındırıcı gücü insanlığın evrimsel sürecine örnek olmuş; yöntemi değişse de “zımparalama” ihtiyacı ve uygulama alanı artarak gelişmiş

Aşındırıcı olarak bildiğimiz zımparalama fikri doğada yaşam mücadelesi veren ilk insana kadar uzanan bir geçmişte farklı ihtiyaçlarla, birbirinden değişik amaçlarla uygulama alanı bulmuş. Doğanın sessiz aşındırıcı gücünün dağları, yamaçları, sahilleri, nehirleri, toprağı yüzyıllar içinde çok yavaş ama kararlı bir biçimde şekillendirdiğini fark eden insan, ilk silahlarını bu yolla elde etmiş; aletlerini sert kaya parçalarına ve birbirine sürterek keskinleştirmiş.

İnsan aklı her zaman doğayı örnek almış, tasarımlarında doğa yasalarına uymaya çalışmış; uygarlık ilerledikçe aşındırıcıların uygulamaları da gelişmiş.

Tarih boyunca aşındırıcılar, çok sayıda ürünün üretim sürecinde önemli bir rol oynamış; antik tarihten modern çağa kadar çeşitli malzemelerin şekillendirilmesinde, rafine edilmesinde ve bitirilmesinde aşındırıcılar temel işlev görmüş.

MÖ 4000'lü yıllara tarihlenen Neolitik Çağ'da Kuzey Avrupa'da, kereste tedarikinin kolaylığı sayesinde evlerin zeminlerine kabaca kesilmiş ahşap kalaslar döşenmiş. Ağaç budaklarının sert ve düz taşlarla zımparalanması sonrasında ortaya çıkan –nispeten- düz zemin döşemesi mekânlara sıcaklık katmış.

Erken aşındırıcı kullanımının mükemmel bir örneği, kumtaşının kaya blokları düzeltmek ve şekillendirmek için kullanıldığı Mısır Piramitlerinin inşasında görülmüş; kesilmiş büyük taşlara şekil vermek için sert kayaçlar, bronz dökümler ve kum taşları kullanmış. Günümüze ulaşan çizimlerden anlaşıldığına göre heykelleri, mobilyaları, mücevher gibi, vazo gibi kullanım ihtiyaçlarını parlatmak için doğal aşındırıcılar kullanılmış. 

Arkeolojik verilere göre MÖ 3500 yıllarında Doğu Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkan cam üretimi sonrasında, cam parçaları da zımparalama işleviyle mücevher işlemesinde, bıçak-ok uçları gibi silahları şekillendirmede ve değişim aracı olarak ticarette kullanılmış. Cam artıklarını zımpara olarak kullanmayı öğrenen insan bu konuda farklı yollar geliştirmiş; marangozlar ayrıca aşındırıcı olarak kum, kırık deniz kabukları ve sert tohumlar kullanmışlar.

MÖ 3500 yıllarında Doğu Mezopotamya ve Mısır’da cam parçacıkları zımpara olarak kullanılmış 
Eski Mısır'da marangozlar aşındırıcı olarak kum, kırık deniz kabukları ve sert tohumlar kullanmış

Yeni ve yaratıcı fikirler aşındırıcıların gelişimini daha da ileri taşırken Antik Mısır'da bir mucit, ilkel tezgâhına dairesel bir tekerlek yerleştirdiğinde yüzyıllar sonrasında yoğun olarak kullanılacak silindirik taşlamanın doğuşunu işaret ediyormuş.

Antik Mısır'da bir mucit, ilkel tezgâhına dairesel bir tekerlek yerleştirerek silindirik taşlamanın doğuşunu işaret etmiş

Kutsal metinlerde zımpara

Zımparalama ihtiyacı Kutsal Kitap’ta da yer almış, doğal bir aşındırıcı olarak bugün hâlâ kullanılan “şamir” adı verilen bir taş, dini metinlere geçmiş. Şamir taşının kullanımı farklı kültürlere yayılırken, Floransa'daki Uffizi Galerisi'nde bulunan "Değirmenci" isimli İskit köle heykeli, bir bıçağı keskinleştirmek için kullanılan şamir bileme taşını yüzyıllar öncesinden günümüze taşıyor; sanatseverlerin belleklerinde iz bırakıyor.

Çin’de aşındırma, cilalama ve yüzeyleri pürüzsüzleştirme çabaları

Çin'de Sarı Irmak deltasında, MÖ 1600 ila MÖ 1027 yılları arasında hüküm sürmüş Shang ve Yīn Hanedanlığı sırasında yeşim taşının oyulma ve parlatma işleminde yeşim taşından daha sert farklı taşlarla zımparalama yapılmış; iyice zımparalanan zeminlerin kolay cilalandığı, güzel parladığı fark edilince zımpara konusunda arayışlar başlamış.

Yeşim taşının ve farklı doğal taşların çıkıntılı kısımlarının sulandırılmış kum ile ovulması sonrasında parlak-cilalı yüzeyin elde edilmesi dönem işçiliğine damga vurmuş; farklı tonlardaki yeşim taşından yapılma mücevherler soylulardan talep görmeye başlamış.

Doğal taşları parlatmak için önce aşındırıcı kullanılması gerektiği fark edilmiş; bitiminde pürüzlü olmayan parlak yüzeyli bir sonuç alabilmek için zımparalamanın şart olduğu anlaşılmış.

Saltanatı MS 75 ila MS 88 yılları arasında hüküm süren Zhan Han Hanedanlığı döneminde zımparalama ve cilalama teknikleri gelişmiş, işlenen parçayı gözeneklerinden arındırmaya yönelik özel aşındırıcı çarklar geliştirilmiş.  

Eski Yunan’da ve Antik Roma’da zımpara

Doğu Mezopotamya ve Mısır’da cam parçacıkları kullanarak zımpara yapmayı kültür kaynaşımıyla Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu topraklarına taşıyan insanlık, bu konuda farklı yollar da geliştirmiş; marangozlar aşındırıcı olarak kum, kırık deniz kabukları ve tohum da kullanmışlar.

Denilebilir ki, içine kum doldurulmuş deri parçaları insanın ilk zımpara kâğıdı tasarımlarından olmuş, zanaatkârlar farklı aşındırıcı tanecikleri basit yapıştırıcılarla birleştirerek daha gelişkin metotlar aramışlar. Bundan dolayı olsa gerek, çok kültürde zımpara kelimesi uzun yıllar boyunca “cam kâğıdı” olarak ifade edilmiş. 

Antik Yunan ve Roma'da bileylenen yani bir şekilde zımparalanan bıçak – keski türevi el aletleri ağaç işlemede yaygın olarak kullanılmış. Tam olarak ne zaman bulunduğu bilinmese de Eski Yunan ve Antik Roma dönemlerinde var olduğu düşünülen el planyaları aşındırma metodunu bir üst seviyeye taşımış. İhtiyaç haline gelen ve sistematik olarak uygulanan zımparalama sayesinde kaliteli kullanım malzemelerinin üretilmesi mümkün olmuş.

Artık günlük kullanım eşyaları parlak, keskin, pürüzsüz, passız, düz ve budaksız olarak bulunabiliyormuş. Romalı ustalar bu konuda ciddi atılım içinde olmuş, ahşabı pürüzsüzleştirmek için bıçaklı düzlemler, gelişmiş tezgâhlar üzerinde çalışmışlar. 

Aynı yıllarda Mozambik açıklarında, Hint Okyanusu'nun Batı, Madagaskar'ın ise Kuzeybatısında yer alan Komor Adasının yerli halkı köpek balığı derisini ve denizlerinde bolca bulunan “coelacanth” balığının kaba pullarını aşındırıcı olarak kullanıyormuş.

Çin’de zımparalama

Bildiğimiz anlamda kullanılan zımpara 13. yüzyılda Çin’de icat olmuş. Çinliler ezilmiş deniz kabuklarını doğal zamklar içinde parşömene bağlayıp sabitleyerek kullandığında, insanlık kaplanmış aşındırıcıların ilk sistematik üretimine tanık olmuş. 13. yüzyıldan kalma bir Çin belgesi, deniz kabuğu parçalarının doğal zamklar kullanılarak parşömene sabitlendiğini ve bu yolla zımpara yapıldığını anlatıyormuş.

Zımpara 13. yüzyılda Çin’de icat olmuş

Aynı yüzyılda Çin’de deniz kabukları yanında doğal bir sakızla parşömen tabana bağlanmış olarak ezilmiş meyve çekirdeklerinin kabukları, reçine, kum, cam, tohum parçaları da kullanılmış. Zımpara kâğıdı yapmak için bahsi geçen aşındırıcı parçacıklar köpek balığı derisi ile sarılarak da denenmiş.

Zımpara kâğıdının bu erken versiyonları yalnızca ahşap zeminleri zımparalamak için değil, aynı zamanda metalleri parlatmak ve ahşap yüzeyleri düzeltmek gibi diğer amaçlarla da kullanılmış.

Zımpara kâğıdı geliştikçe, ahşap zeminleri zımparalama teknikleri de gelişmiş, yetenekli zanaatkârlar soyluların, sarayların ve kraliyet evlerinin lüks ahşap zeminlerini zımparalayıp pürüzsüzleştirmek sonra da cilalamak için yollara düşüyormuş.

Artık zımpara kâğıdı ipek yolundan doğuya akan ticaretin ana mallarından biriymiş; sahteleri bile o ana kadar gerçeğiyle karşılaşmayanlara satılabiliyormuş. 

Orta Çağ’da zımpara

14. yüzyılda Japonya’da cam parçacıkları kullanılarak yapılan zımparalama işlemi sonrasında elde edilen -nispeten- pürüzsüz yüzeyler kaynatılıp kurutulan atkuyruğu bitkisi ile cilalanıyormuş.

Aynı yıllarda Hollanda’da “Equisetum”, Felemenkçe’de "Heermoes" olarak telaffuz edilen “atkuyruğu” ya da “planya samanı” olarak bilinen ve farklı çeşitleri de olan ot demetleri kaynatılıp kurutulduktan sonra zımpara olarak kullanılıyormuş. Günümüzde tıbbı açıdan insan sağlığına faydaları olduğu kanısıyla çayı içilen bu otun zımpara olarak kullanıldığına dair günümüze ulaşan eski kayıtlar zımpara yapmanın tarihine farklı bir pencere açmış.

14. Yüzyılda Japonya’da ve Hollanda'da eş zamanlı olarak atkuyruğu bitkisi zımparalama amaçlı kullanılmış 

Orta Çağ'da kesici alet yapım teknolojisi daha da gelişmiş; zanaatkârların alet, mobilya ve dekoratif objeler yaratmasına olanak tanımış.

Orta Çağ boyunca zırhlar ve kılıçlar, keskinliklerini devam ettirmek ve görünümlerini etkin kılmak adına zımparalanmış, taşlanmış ve sık sık cilalanmış.

Rönesans'ta ahşap işçiliği yeni bir gelişmişlik düzeyine ulaşmış, dönemin mobilya, kapı ve dış cephe gibi mimari değerlerinde karmaşık oymalar ve dekoratif detaylar oluşturmak için zımpara kullanılmış.

Ağaç parke zemin kullanımı zımpara gereksinimini arttırmış

15. ve 16. yüzyıllarda bolca bulunan meşe ve karaağaçlar Avrupa’daki soylu toplumun evlerine gerek yer döşemesi olarak gerekse de mobilya, dekoratif eşya, kapı, pencere gibi farklı kullanım şekilleriyle girmiş; kumla ovularak yapılan zımpara işlemi sonrasında farklı cilalama teknikleri kullanılmış. 

Parke zeminler 1600'lü yıllarda soyluların evlerinde, saraylarda ve şatolarda görülmeye başlamış; bu modayı başlatan en parlak örneklerinden biri 1643 -1715 yılları arasında Fransa krallığı yapan I. Louis’in Versailles Sarayı'ndaki parke zeminleri olmuş. “Versailles Parke” olarak bilinen ve ünü günümüze dek gelen doğal desenli ağaçlar usta eller tarafından zımparalanmış.

Zımparalanarak cilalanan parke zeminler 1600'lü yıllarda soyluların evlerinde, saraylarda ve şatolarda görülmeye başlamış

İngiliz Kraliyet ailesi ve aristokrat kesimler için bugün müzelerde sergilenen, müzayedelerde yüksek değerlere satılan muhteşem parçalar üreten ünlü ahşap oymacısı Grinning Gibbons, zımpara kâğıdı olarak yapraklarında silika bulunan bir bitkiyi kullanıyormuş.

1648 yılı doğumlu ünlü ahşap oymacısı Grinning Gibbons, zımpara olarak yapraklarında silika bulunan bir bitkiyi kullanıyormuş

18. yüzyılda köpekbalığı derisi ve kum birlikte değil ayrı ayrı kullanılmış, 1775 yılında Carter isimli bir marangoz günlük defterine “kalınca bir kâğıdı alın, tutkalla ıslatın, sonra da üzerine ince bir elekten geçirilmiş kum serperek kurutun” diye yazmış. Dediğine göre bu yolla üretilen zımpara kâğıdı balık derisi ile aynı işi yapacak kudretteymiş.

Zımpara için direnç ölçme testi

İlk kez 1812 yılında ortaya çıkan zımpara direnç ölçme tekniği “Mohs ölçeği” olarak tanımlanmış. Hangi malzemenin diğerini ne kadar aşındırabileceğini, ne kadar bir çıkıntıya-girintiye karşı direnci olabileceğini ölçmek adına doğal minerallere sayı atayan bu ölçek, yaygın olarak kabul görmüş ve mineraloglar tarafından benimsenmiş.

Buna kısa bir süre içinde “Knoop” ve “Vickers” sertlik testleri de eklenmiş; piramit şeklindeki keskin tasarımlar belirli bir test malzemesinde parçacıkların oluşturduğu girintiyi ölçmede fayda sağlamış. Vickers testi öncelikle metaller için tasarlanmış. Knoop testi ile cam ve elmas gibi son derece kırılgan malzemeler sertliğine rağmen zarar görmeden zımparalanabilir hale gelmiş.

İlk ticari zımpara kâğıdı üretimi 1833 yılında İngiltere’de

1833 yılında Londra’da yaşayan 19. yaşındaki John Oakey isimli bir genç mucidin uygulaması zor olan kum yerine ezilmiş cam parçacıkları kullanıp bunu bugün bildiğimiz şekliyle zımpara kâğıdı olarak ürettiğinde sanayi devrimi süreci bir halkasını daha tamamlamış. Çalışma hayatına bir piyano üreticisinde çalışarak başlayan John Oakey’ın bu buluşu sayesinde farklı inceliklere göre ayarlanabilen zımpara kâğıtlarının seri üretimleri yapılabilecek durumdaymış. Artık zımparalanacak maddeyle uyumlu yeni modeller ve ek modüller icat edilmeyi bekliyormuş.

1834'te Amerika’da yaşayan Isaac Fisher isimli bir mucit, zımpara kâğıdının seri üretimi için patent alan ilk kişi olmuş.

1873 yılında, ABD'de çalışan Swen Pulson, bir çömlek şirketi sahipleriyle girdiği iddiada zımpara kâğıdını çömlek kili ile birleştirip fırında pişirerek zımpara çarkı yapabileceğini gösterdiğinde bir bira kazanmış ama bu buluş aynı zamanda tutkal ve silikat içeren ürünlerle günümüzdeki “vitrifiye” zımpara taşının doğuşunun ilk sinyaliymiş.

1874 yılına gelindiğinde John Oakey'in Londra'da üç ayrı üretim tesisi varmış ve 1887 yılına kadar devam edecek yaşamında birkaç icadı daha olmuş. Hayatını zımpara kâğıdı üretimini başarıyla mekanize edilmesine adayan Oakey, yıllarca gizli tuttuğu su geçirmezlik tekniğine de öncülük etmiş.

1900’lü yıllara girilirken silisyum karbür ve alüminyum oksit gibi taneciklerin keşfiyle aşındırıcı teknolojisinde önemli ilerlemeler yaşanmış. Gelişen farklı endüstrilerde yeni ürünler ortaya çıktıkça “kaplamalı aşındırıcılar” daha da popüler hale gelmeye başlamış.

Ahşap, metal ve cam gibi malzemelerin üretiminde zımparalama işlemi önemli bir süreç haline gelmiş.

Masa tenisi raketlerinde zımpara kâğıdı 

Masa tenisinin ilk zamanlarında, oyuncular farklı raketlerle ve toplarla deneyler yaparken puro kutusu kapakları gibi, içi ip örgülü tahta parçaları gibi alışılmadık malzemeler de kullanılmış. 

1900'lü yılların başında İngiltere’de masa tenisi oyuncuların raketlerine top dönüşünü artırmak ve hâkimiyeti yakalamak için zımpara kâğıdı yapıştırılmış. Zımpara kâğıdı yapıştırılmış raketler 1920'lerde geniş bir popülerlik kazanmış; masa tenisi oyunu yayıldıkça daha fazla oyuncu zımpara kâğıdı raketleri benimsemiş.

1900'lü yılların başında İngiltere'de masa tenisi raketlerine topa hakimiyeti yakalamak için zımpara kâğıdı yapıştırılmış

Masa tenisi oyunu popülerleştikçe ve resmi bağımsız bir spor dalı olarak kabul edilince zımpara kâğıtlı raketler resmi donanım haline gelmiş.

Zımpara 20. yüzyılın hayati bileşeni  

1921'de 3M Firması, ıslak ve kuru olarak bilinen silikon karbür taneli, su geçirmez yapıştırıcı destekli bir zımpara kâğıdı icat etmiş.

Henry Ford'un hafif ancak güçlü otomobil parçaları üretme fikri, metal taşlama endüstrisinde aşındırıcıların kullanımının artmasına yol açmış.

Henry Ford'un hafif ve güçlü otomobil parçaları üretme fikri, metal taşlama endüstrisinde aşındırıcıların kullanımının artmasına yol açmış

Sanayi Devrimi’nden başlayan bir süreç içinde I. ve II. Dünya Savaşı sonrasına kadar aşındırıcılar üretim sürecinde hayati bir bileşen olmaya devam etmiş. Malzemeleri şekillendirme, bitirme ve rafine etme isteği her alanda zımparayı vazgeçilmez kılmış. İster hassas taşlama ister yüzey hazırlama veya parlatma olsun, aşındırıcılar istenen sonuçlara ulaşmada sürekli ve önemli bir rol oynamış. 

1955 yılında General Elektrik Şirketinin sentetik elmas üretmeyi başarması 1930'lardan bu yana zımpara taşlarında kullanılan diğer sentetik aşındırıcılar gibi sentezlenmiş elmasın da uygulamada çok üstün aşındırıcı gücü olduğunu kanıtlamış.

Zemin zımparalamanın modern süreci, Eugen Laegler'in bant zımparayı icat ettiği 1969 yılında başlamış

Aşındırıcıların antik geçmişten günümüze uzanan yolculuğu, bant, tambur, çark, gelişkin makineler ya da basit yollu el kullanımı şeklinde otomotiv üretiminden inşaata, elektronikten havacılığa, tıbbi implantları bilemekten jet türbin kanatlarını şekillendirmeye, mobilyadan tekstile hatta gıdaya kadar modern dünyamızı tanımlayan ürünleri pazara sunma yolunda gelişmeye devam ediyor.

Aşındırıcıların antik geçmişten günümüze uzanan yolculuğu, bant, tambur, çark, gelişkin makineler ya da basit yollu el kullanımı şeklinde devam ediyor
Günümüzde zımpara otomotivden inşaata, elektronikten havacılığa, sağlıktan jet türbin kanatlarını şekillendirmeye, mobilyadan tekstile hatta gıdaya kadar her alanda kullanılıyor

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.


https://thedutchluthier-wordpress-com 

https://sandpaperamerica-com

https://www.sciencedaily.com

https://www-woodreview-com-au

https://www.theartisanflooringco.co.uk/single-post/2015/11/09/a-brief-history-of-floor-sanding

https://quicksandflooring-com-au

https://www-laegler-com

https://www-machineconsult-com

https://constructiva.co.cr/abrasivos-historia-formas-y-materiales/

https://journeymansjournel-wordpress-com

http://agri-history.ihns.ac.cn/scholars/weisi/weisi12.htm

https://sanweisport-com

 https://www-iloveparquet-com

https://m-thepaper-cn

https://abrasivenow-com

https://zummar-com

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Kurabiyenin öyküsü

İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerden kasım ayı gündemleri

Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor

Koleksiyoncunun kaleminden: Yumurtanın öyküsü

Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş

"
"