01 Eylül 2024

Koleksiyoncunun kaleminden: Pencerenin kültür tarihi 

Pencerenin tarihi aynı zamanda insanın ışığa olan özleminin tarifi olmuş

Arkeolojik araştırmalar göstermiş ki, avcı - toplayıcı olarak yaşamaya çalışan, sert hava koşullarından, doğal afetlerden ve dış tehditlerden kendini korumanın yollarını ararken mağaraya sığınan atalarımız, yaşadığı mekânda güvenlikle beraber ışığa ve temiz havanın dolaşımına da önem vermiş. Mağara yaşamında özel olarak açılan pencere olmasa da, duvarlarda bulunan boşlukları ve büyük delikleri "doğal pencereler" olarak kullanan atalarımız, bu boşlukları ağaç dalları, deri, çalı-çırpı ve ot demetleri gibi şeylerle kapatarak içeriye ışığın ve temiz havanın girmesini sağlamış.

Denilebilir ki atalarımız on binlerce yıl öncesinden beri ışığın hem beden hem de zihin sağlığı açısından önemli olduğunu fark etmiş, "pencere" ihtiyacı her çağda kendini hissettirmiş. 

Pencerenin bir de düşünsel yanı var; birbirlerini tanımayan çok farklı kültürlerde "pencere" sembolizmi Tanrı ile insan arasında önemli bir temas noktası ve aynı zamanda ruhun yukarıya ulaşabileceği bir açıklık olarak algılanmış. Orta Asya'dan Avrupa'ya hatta Orta Afrika'nın bazı kabilelerine kadar pencere açıklıkları ruhun binadan çıkmasına izin vermeyi temsil etmiş; ilkel kulübelerin duvarlarında küçük delikler açılmış. İlginçtir, bu düşünü şekli ve uygulaması bugün bile özellikle Burkina Faso'nun bazı yerli halkları arasında etkin bir şekilde devam etmekteymiş. 

Pencere "dışarısı ile içerisi" arasında erişim noktası olmuş

Tarih öncesinden antik çağa kadar ilk insan meskenleri mağaralar gibi üstünde çıkıntı bulunan oyuklar gibi sığınılabilen doğal korunaklı yapılarda odaklanmış. Sonraki yıllarda mesken kavramı yükseklere inşa edilen ilkel kulübelere, bir kısmı toprak altına yapılan toprak sıvalı meskenlere evrilse de hepsinin ortak noktası pencerelerin olmayışı olarak saptanmış. 

Mağara devrinde doğal açıklıklar "pencere" olarak kullanılmış; içeriye ışığın ve temiz havanın girmesi sağlamış

Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte doğanın olumsuz hava şartlarından sakınabileceği, güven içinde yaşayabileceği şekilde bir sığınak inşa etmeyi düşünen insanın aklında aynı zamanda pencere olgusu da belirmiş; pencere ihtiyacının kökeninde ışık, hava, havalandırma ve korunma yer almış. 

Bronz Çağı'yla beraber yani 6000 yıl önce Mısır ve Mezopotamya'nın eski uygarlıklarında iç ortamların havalandırılmasını, aydınlatılmasını ve aynı zamanda dış tehlikelerden korunmasını sağlayacak şekilde duvarlarda küçük açıklıklar halinde tasarlanan pencereler kullanılmaya başlanmış. 

Eski Mısır'ın  pencere tipi bugün de kullanılıyor

Bilimsel araştırmalar sonucunda İran'ın Şiraz şehrinin 60 km kuzeydoğusunda bulunan antik Persepolis Kenti kazılarında bulunan ve MÖ 4000'li yıllara tarihlenen ilkel tipli pencere, soğuk havalarda genellikle çalı - çırpı desteleriyle, yağa batırılmış kumaş, gerilmiş hayvan derileri ve papirüs gibi malzemelerden yapılmış tabakalarla kaplanıyormuş. Bu yolla hem doğal ışığın ve temiz hava girişine -bir ölçüde- izin verilmiş hem de yalıtım konusu temel işlev olarak gelişmeye başlamış. 

Tunç Çağı'na doğru insan yaşadığı mekânı aydınlatmak ve havalandırmak için farklı çözümler geliştirmeye çalışmış; mekânın yönüne, iklim tipine ve çevrenin güvenliğine bağlı olarak büyük ya da küçük boyutlarda pencereler açılmış. Taş kullanılarak özel olarak açılmış küçük boyutta aralıklarından etrafını gözleyen insan, farklı işlevler için pencere alternatifleri geliştirmeye başlamış. 

Artık içeride iyi bir aydınlatma ile soğuktan ve yağmurdan en iyi korumayı sağlamak için yarı saydam hale gelene kadar gerilmiş, dikkatlice kazınmış hayvan derileri ve obsidyen gibi doğal olarak oluşan volkanik camlar kullanılıyormuş. 

İlk cam siyah ve volkanik oluşumlu 

Arkeolojik kanıtlara göre insan yapımı cam ilk kez MÖ 3500 yıllarında Doğu Mezopotamya ve Mısır bölgelerinde ortaya çıkmış, bu bölgeler 500 yıl boyunca cam üretiminin merkezi olmuş. Küçük eritme fırınlarında yetersiz ısı nedeniyle yavaş ve zor bir süreç içinde üretilen cam bugün anladığımız anlamda şeffaf değilmiş; ilk camlar siyah ve volkanikmiş. 

Cam MÖ 3500'te Doğu Mezopotamya ve Mısır bölgelerinde ortaya çıkmış; ilk camlar siyah ve volkanikmiş

Bu yıllarda cam pencere fikri henüz ortaya çıkmadığı için son derece zor şartlarda az miktarda üretilen camlar mücevher olarak takılarda, bıçak - ok uçları gibi silahları şekillendirmede ve değişim aracı olarak ticarette kullanılıyormuş. 

Suriyeli ustaların cam işleme hamlacını yani cam üfleme metodunu icat etmesiyle daha hızlı, daha kolay ve daha ucuz hale gelen cam üretimi farklı coğrafyalara yayılmış; camdan kap-kacak yapımı da başlamış. 

Ancak yine de yarı saydam camdan bahsetmek için Fenikelilerin zamanını, pencereye takılan ilk camı görmek için de Eski Roma'nın kuruluşunu beklemek gerekiyormuş. 

İsa öncesindeki evlerde pencere yokmuş

Eski Yunan ve erken Roma meskenlerinde gün ışığı avluya yansıyacak şekilde duvarlardaki dar yarıklardan, özel olarak bırakılmış açıklıklardan ya da revaklardan giriyormuş. Yunan mimarisinde pencere için özel bir terim yokmuş, bu nedenle Antik Yunan dilinde pencere sadece bir "açıklık" ya da daha anlamlı bir ifadeyle "küçük bir kapı" olarak anılıyormuş. 

Eski Yunan'da pencereler gerektiğinde ahşap panjurla kapatılıyormuş

Eski Mısır sakinlerinin konutları, çatının altına inşa edilen dikdörtgen küçük açıklıklarla aydınlatılıyormuş, bu erken dönem pencere açıklıkları bir insanın kafasının sığamayacağı büyüklükteymiş. Konut olan mekânlardaki açıklıkların bazılarının alt kısımlarında sıkı kepenkler varmış; üst kısım, genişçe açık bir kafesin çıtalarıyla kapanıyormuş. Yakın yıllara kadar İslam coğrafyasının çok yerinde kullanılan bu pencere tipinde içerideki kişi dışarıdan görünmeden, kafesli alt kısımdan rahatça bakabilirmiş.

Slavların ağaçtan yapılı evlerinde üst üste konan iki kütüğün parçalarının küçük boyutta kesilerek yapılan pencere açıklığına "volokova" deniyormuş; bu açıklık gerekli durumlarda özel bir tahta ile kapatılıyormuş. 

Zengin Rus evlerinde üç, hatta dört kütük boyunda açılan eğimli açıklığın dış çerçevesi keresteyle kaplanıyor, etrafı oymalarla süsleniyormuş. Gerilmiş boğa derisi ya da yağlı bez ile kapatılan Rus pencere tasarımları köylerde on dokuzuncu yüzyılın sonlarında dek görülebilmiş. 

Denilebilir ki, bu yıllarda tüm kültürlerde pencere açıklıklarının küçük boyutlu olması güvenlik nedeniyle özel olarak tasarlanıyormuş; duvardaki dar aralıklar davetsiz misafirlerin mekâna girmesine engel oluyormuş. 

Günümüzdeki pencerelere benzeyen tasarımlar Roma döneminde görülmeye başlamış

Pencerenin mimaride kullanımını yaygınlaştıran Romalılar olmuş. Pencereyi camla, daha doğrusu ayna benzeri bir doğal taşla buluşturan ilk kişiler Romalılar arasından çıkmış. Erken pencere açıklıkları yapılarda hava dolaşımıyla beraber ışığın girişini de sağlayacak şekilde küçük ebatta ve tavana yakın olma eğilimindeymiş. 

Eski Roma 2000 yıl önce pencereye ilk kez "lapis specularis" taşını takmış

Roma İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk imparatoru olarak MÖ 27 ila MS 14 yılları arasında hüküm sürmüş olan Augustus zamanında İber Yarımadasındaki Hispania Bölgesinde bulunan bir çeşit "buzlu cam" benzeri zengin "lapis specularis" madeninin yani "ayna taşı" yataklarının işletilmesi ve bununla birlikte pencerelerin camla buluşması başlamış. Artık suçlular ve köleler lapis specularis madenlerinde çalışmaya mahkûm ediliyor, çıkarılan "ayna taşı" imparatorluğun her yerine dağıtılıyormuş. 

Bu ilk tip pencere camı eşit olmayan kalınlıktaymış ve bizim bildiğimiz anlamdaki camlar gibi saydam değilmiş. Pencereden öte taraf görülmüyormuş ancak yine de bir miktar ışığın geçmesine izin veriyormuş.

Pencerelerine "Lapis Specularis" madeni takılmış Roma evleri soyluların yaşamına gün ışığı taşıyormuş 

Roma döneminde pencereler yalnızca soyluların ve asilzadelerin evlerinde görülmüş; ahşap, pişmiş toprak, mermer, demir ve bronzdan yapılmış çerçevelerin içine yarı saydam mineral levhalar yerleştirilerek oturtulmuş. O günün şartlarında son derece zor şartlarda üretilebilen ve gerçek anlamda sanat eseri olarak kabul edilen bu tür pencereler, bugünden bakıldığında son derece iptidai görülseler de unutmamak gerekir ki ilk kez evlerin içini ışıkla tanıştırmış ve dış etkenlere karşın güvenli kılmış. 

Pencere camının ilk alternatiflerinden biri ezilmiş hayvan boynuzu olmuş 

Pencere, Roma uygarlığının ayırt edici özelliklerinden biri olmuş

Pencere kullanımı bu dönemde az sayıda zengin vatandaş için ciddi bir varlıkmış. Cicero yazılarında bu lükse gönderme yapmış ve "cam levhalarla kaplı bir evi olmayan kişi fakir sayılmalıdır" diyerek yarı saydam plakalarla kapatılmış pencereleri kastetmiş. 

MS 1. ve 2. yüzyıllara tarihlenen ilk gerçek pencerelerle Ostia, Pompeii ve Herculaneum'daki arkeolojik kazılarda karşılaşılmış. Bu dönemde en yaygın pencere tipi, bir sütunla bölünmüş iki yuvarlak kemer açıklığına yerleştirilen "bifora" adı verilen tasarımmış. Bu pencere tipi Gotik ve Rönesans dönemlerinde de kullanılmış, ender de olsa 19. yüzyılın başlarına kadar kıta Avrupa'sında görülmüş. 

Bu yıllarda Girit'teki Minos bölgesinin zengin evlerinde ve saraylarında avluya bakan ahşap çerçeveli pencereler sarmaşıklarla bezeliymiş. 

İlginçtir, seracılığı fark eden Roma soyluları, turfanda yetiştirdikleri ekinlerini korumak için seralarını "lapis specularis" levhalarını birleştirerek inşa ediliyormuş. 

Ayna Taşı takılı pencereler Roma İmparatorluğunun her yerine yayılmış 

MS 100'lü yıllar pencerenin gelişimine tanıklık etmiş 

MS 100'lü yıllarda "pencere" kullanımına ait kaynaklarda yazılı çok bilgi var. Bu yıllarda Antik Çin, Kore ve Japonya maliyeti ucuz ve montajı kolay kâğıt pencereleri yaygın olarak kullanırken, İspanyolların karaya çıkmasından çok önce Amerika'da, aşırı sıcaklıklara karşı iyi bir yalıtkan olan "mika" mineralinden yapılan camlar kullanılmaya başlanmış. İlginçtir güneşte altın rengine dönüşen mikalı pencereler "masallardaki camları altından yapılmış evler misali" adaya çıkan İspanyol maceraperestlerin ilgisini çekecek, hiçbir şeyden habersiz yerli halkın evlerine yağmacıların çökmesine yol açacakmış. 

Muhtemelen MS 100 yılında İskenderiye'de Roma hükümranlığı altında yaşayan Mısır topraklarında da aynı teknoloji kullanılmaya başlanmış; bugünün pencerelerinden çok farklı olsa da kullanılan malzeme oldukça şeffafmış. 

İspanyolların Amerika kıtasına varmadan önce yerli halk mikalı pencere kullanıyormuş 

Yaşlı Pliny olarak bilinen dönemin yaşanmışlıklarına ışık tutan tarihçi Plinio the Elder, Naturalis Historia isimli eserinde bir çeşit alçıtaşı (selenit alçısı) çeşidinden bahsetmiş. Pliny, bu malzemenin mükemmel kristal ve lamel özelliklerini vurgulayarak kolay kesilmesine, duvarlarla tavan pencerelerine kolayca monte edilebilmesine değinmiş; dediğine göre alçı taşı içerinin ısısını korurken mekânların aydınlık kalmasını da sağlıyormuş.

Cam, Fenikelilerden beri bilinen ve ticareti yapılan bir malzeme olmasına rağmen Mısır ve Mezopotamya dışına çıkması aynı döneme dek gelmiş. Romalılar manganez oksit uygulayarak camın daha berrak hale getirmişler, böylece cama yeni bir özellik kazandırmışlar. 

MS 1. yüzyılın sonuna gelindiğinde cam üretim sanatı Roma İmparatorluğunun dört bir yanındaki tüm kolonilerine kadar ulaşmış. Roma İmparatorluğunda yaygın kullanılan bir malzeme haline gelen ve rafine edilebilen cam üretimi İmparatorluğun dört bir yanında yapılıyormuş. 

İmparatorluk Roma'sının güçlü dönemlerinde, kentlerin yoğun nüfuslu mahallelerinde ortaya çıkan çok katlı apartmanlar için pencereler eşi benzeri görülmemiş bir önem kazanmış. Önceki yıllarda kullanılan ahşap yapılı sofistike Roma panjurları, kapalıyken bile hafif bir ışık alan karmaşık bir kafes yapısına sahip olsalar da yeni bir anlayışla yapılan her pencere daha fazla ışık anlamına geliyormuş. 

Amerikada kullanılan mikalı pencereler altın görüntüsü verdiği için İspanyol yağmacıların şiddetine maruz kalmış

Pencere evin gözüdür 

Pencere kelimesinin kökeni Eski İskandinav dilindeki rüzgâr anlamına gelen "vindauga" kelimesinin "vindr" olarak geçmesine, göz anlamına gelen "auga" sözcüğünün birleşiminin Batı Dillerince benimsenmesinden türemiş. O günlerden kalsa gerek, bir Alman atasözü "pencereler evin gözüdür" şeklindeki ifadesiyle pencere kelimesinin kökenine vurgu yapmış.

Avrupa, Hindistan ve Rusya şehirlerine önemli binalar kazandıran, modern mimarinin öncülerinden İsviçre asıllı Fransız mimar Le Corbusier, "mimarlığın tarihi aynı zamanda insanın ışıkla mücadelesini gösteren pencerelerin de tarihidir" diyerek pencere faktörünün gerek toplumsal yaşamda gerekse de şehirleri oluşturan mimari kişilik içindeki önemini vurgulamış. Pencereyi sadece cam ve çerçeveden ibaret görmeyen Le Corbusier, pencere teknolojisindeki yeniliklerin, mimarlara bina tasarımında fırsatlar açtığını, pencerenin görüntüden fazlasını içeren karmaşık bir yapısı olduğunu belirtmiş. 

Pazar kahvesi eşliğinde okunması dileğiyle pencerenin tarihini anlatmaya çalıştığım yazıma burada ara vereceğim. Haftaya Orta Çağ sonrasında yaşananlar ve pencerenin günümüz mimarisine varıncaya değin olan evrimsel gelişimi yer alacak. 

Pencerenizin huzura açılması temennisiyle güzellikleri biriktirmenizi dilerim. 

Japonyada bugün de kullanılan kağıt pencere çok eski yıllardan bu yana pencerelere takılmış

https://www-clerawindows-com

https://www.industriascervino.com/breve-historia-de-la-ventana_fb51396.html

https://www.alugalventanas.es/un-recorrido-por-la-evolucion-de-las-ventanas/

https://www-paarhammer-com-au

https://ventanassanmiguel-com

https://www-labrujulaverde-com

https://www-sistemacaseinfissi-com

https://www-windowo-it

https://www.eurocaixilho.pt/catalogo/historia-janela

https://www-sergiocastro-com-br

https://spez-kiev-ua 

https://www-grandtula-ru

https://dzen.ru/a/YUrz_crIlBGJrbUY

https://www-lifetimewindows-com

https://www-sohu-com

https://www-hutong9-net 

https://www-laphamsquarterly-org 

https://www.egyptianarch.com/post/windows_in_ancient_egypt

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Kurabiyenin öyküsü

İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerden kasım ayı gündemleri

Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor

Koleksiyoncunun kaleminden: Yumurtanın öyküsü

Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş

"
"