19 Mayıs 2024
Son yıllardaki arkeolojik araştırmaların gelişmiş laboratuvar tetkikleriyle desteklenmesi neticesinde, atalarımızın on binlerce yıl öncesinden beri yapışkan maddeler kullandığı saptanmış.
İnsanın yapıştırıcı kullanımına ilişkin en eski kanıtla İtalya'da karşılaşılmış; Orta Paleolitik Çağ öncesine yani yaklaşık olarak 200 bin yıldan fazla bir zaman dilimine ait yapıştırıcı örnekleri bulunmuş.
Yapılan incelemeler sonucunda Neandertallerin huş ağacı kabuklarından kuru olarak damıttıkları reçineleri katrana dönüştürüp taş aletlere ve silahlara sap ekledikleri keşfedilmiş. Anlaşılmış ki bu dönemde yaşayanlar alet üretirken ve taşları kesme, kazıma, sürterek keskinleştirme gibi günlük işlerinde kullanırken ellerini korumak amacıyla sap kullanıyor, sapları da taşa – tahtaya tutkal ile sararak yapıştırıyorlarmış.
2019'da Güney Afrika'daki Sibudu Mağarası ile Rose Cottage Bölgesinde yapılan arkeolojik araştırmalarda, huş ağacı kabuğundan üretilen katranın 70 bin yıl öncesinde yoğun olarak kullanıldığı anlaşılmış. Bu buluş farklı coğrafyalarda ve farklı dönemlerde kolaylıkla üretilebildiği, etkin olarak da kullanıldığı anlaşılan yapışkan malzemelerin bu yıllarda bile bileşik olarak bilindiğini kanıtlamış.
Sarkaç bir yüzeyin altından huş ağacı kabuklarının yakılması sonucu kaya üzerinde biriken özün toplanması ile elde edilen katranlı bitki sakızı reçinesi, bilinen en eski "bileşik" sentetik yapıştırıcıymış; genellikle de kırmızı aşı boyası eklenmesi yoluyla suya ve parçalanmaya karşı güçlendirilmiş olarak kullanılıyormuş.
Arkeologlara göre; "bileşik yapıştırıcı" terimi, aletlere sapların tutturulmasına yönelik bir yöntemi tanımlamasının yanında dikkate değer bir teknolojik ilerlemeye ve uygarlık tarihinde bir dönüm noktasına da işaret ediyormuş. Çünkü kullanılan yapıştırıcı türlerinin çeşitliliği farklı kullanım amaçlarına göre özel karışımların denendiğini gösteriyormuş.
Bu da demek oluyor ki, kültür tarihlerinde sık sık karşımıza çıktığı gibi, insan aklı tasarımlarında doğayı örnek almış, gereksinimlerini çevresinden kolaylıkla erişebilecekleri arasından seçmiş. Yapışkanla yazı yazmak için hayvan dişlerini kullanmış, kemiklerden oyuncak üretmiş hatta balıkların hava keselerini farklı denemeler için farklı malzemelerle belli bir amaç için birleştirerek doğayı anlamaya ve yaşamını kolaylaştıracak şekilde tasarlamaya gayret etmiş.
MÖ 5200'lü yıllarda Kıta Avrupa'sında ve Orta Doğu'da doğal katı polimer zifti içeren yapışkan karışımlar aletlerden dekoratif öğelere, günümüze kadar ulaşan mağara resimlerinden giysilere kadar farklı alanlarda kullanılmış. Buluntuları inceleyen arkeologlar, ölülerin kil çömlekler içine yiyeceklerle birlikte gömüldüklerini keşfetmişler. Çömleklerdeki onarımları işaret eden yapışkan izleri, aynı yere farklı zamanlardaki definleri de gösteriyormuş.
Avusturya - İtalya sınırı yakınındaki bir buzul katman içinde tesadüfen bulunan ve 5 bin 200 yaşında olduğu belirlenen "Ötzi" lakaplı buz adamın cesedinin yanında bulunan çakmaktaşından yapılmış oklar, bakır alaşımlı balta, yiyecek kalıntıları, giysi ve deriden yapılmış ayakkabıların keşfi dönemle ilgili çok şeyi açığa çıkarmış. Taş ve metal parçalarının ahşap saplara bağlanması için organik tutkal kullanıldığını kanıtlanmış. Burada da bilim insanlarının karşısına çıkan yine huş ağacı kabuklarının ısıtılması neticesinde ortaya çıkan katran zifti olmuş.
Kısaca denilebilir ki yapışkan kullanımı çağlar boyunca sosyo - kültürel gelişimi tetiklemiş.
Günümüzden 6000 yıl önce avlanan hayvan atıklarından elde edilen tutkal keşfedilmiş; bu yöntem aynı zaman diliminde farklı coğrafyalarda da kullanılıyormuş.
Mezopotamya'da MÖ 4000'den kalma mezarlık alanlarda kazı yapan arkeologlar, ağaç özsuyundan yapılmış tutkalla onarılan oval ağızlı küp benzeri kilden yapılmış tabutlar keşfetmişler.
Babil halkı seramikleri onarmak için organik temelli yapışkan çözücüler kullanmış; heykellerin göz çukurlarına fildişinden oyulmuş gözbebeklerini sabitlemek için katran haline getirilmiş yapıştırıcı dökmüş.
Aynı yıllarda Eski Mısır'da, içerisindeki yapıştırıcı bir unsur (kollajen) bulunduğu anlaşılan hayvan derilerinin, toynaklarının, boynuzlarının, tırnaklarının ve bağ dokularının uzun süre kaynatılmasıyla üretilen tutkallar yaygın olarak kullanılıyormuş. Tutkalın en popüler kullanım alanı nadide olarak üretilen papirüs sayfalarını yapıştırmak ile soylular için fildişi kakmalı mobilya yapılmasıymış. Bugün müzelerde sergilenen mobilya örnekleri ile Tutankhamun'un tabutu da yapışkanlar konusunda araştırmacılara çok önemli bilgiler vermiş. İlginçtir, bu gelişkinlikteki deri yapıştırıcısı, 17. yüzyılın sonlarına kadar bile ticari olarak üretilememiş.
Ticaretin yoğun olarak yaşandığı Akdeniz çevresinde yeşeren uygarlıklar arasında sosyo - kültürel gelişmeler hızla paylaşıldığı için Eski Mısır'ın "yapışkan" kullanımı Eski Roma'ya ve Antik Yunan Uygarlığına da taşınmış. Onlar da Mısırlılar gibi nesneleri birbirine yapıştırmak için hayvansal hammaddeler yanında balmumu ve ağaç reçinesi gibi doğal malzemeler de kullanmışlardır. Hatta bunlara ek olarak yumurta akı, kan, süt, peynir, çeşitli sebze ve tahıl türleri de yapıştırıcı hammaddeleri arasında olmuş. Giysiden ayakkabıya, el aletlerinden dekoratif öğeler oluşturmaya, yaprak ve ağaç kabuğu gibi yapı malzemelerini birbirine bağlamak için çeşitli amaçlara hizmet eden yapışkan türleri üretilmiş. Bu yıllarda Ege Denizi kıyılarında balık derisinin ve kemiğinin kuruduğunda yapışkan bir bağ oluşturduğu biliniyormuş.
M.Ö. 2000 yıllara gelindiğinde yazının toplumsal hayatta işlevsel olarak var olmasıyla yapıştırıcı kullanımı literatürde görülmeye başlamış; özellikle MÖ 1500 ila 1000'li yılların tarihsel kayıtlarında yapışkanla ilgili çok bilgi yer almış. Örnek vermek gerekirse ahşap yapıştırma işlemlerini tasvir eden resimler, hammadde kaynakları ve yapışkan üretim tarifleri günümüze dek gelen eserler arasında olmuş. Bu yıllarda inşaatlarda, duvar - zemin mozaik süslemesinde, süs eşyalarının üretiminde deneme yanılma yoluyla üretilen farklı yapışkanlar da kullanılıyormuş.
Zaman ilerledikçe yapıştırıcıların doğadan çıkarılması, damıtılması, kaynatılması, kullanım yerleri ve yapımı da gelişmiş; çok nüfuslu şehirlerin ortaya çıkmaya başladığı yıllarda farklı yapıştırıcılar kullanıcılara seçenekli olarak sunuluyormuş. Bina yapımından marangozluğa, çanak-çömlek gibi mutfak gereçleri imalatından silah üretimine kadar farklı alanlarda tutkal işlevsel olmuş; camdan-seramikten yapılmış büyük karo parçalarının görkemli binaların zeminlerine, duvarlarına ve kubbelerine yerleştirilmesinde büyük miktarlarda yapışkan kullanılmış. Hamamlara yapışkan yardımıyla döşenen toprak fayanslar insanların temizlik alışkanlıkları pekiştirmiş.
Çin'de, MÖ 618-906 yıllarında yapıştırıcı olarak balık, öküz ve geyik boynuzu kullanılmış; mersinbalığının mesanesinden yapılan tutkal özellikle tercih edilmiş.
Hayvansal yalıtım malzemeleri bu yıllarda Amerika kıtasının çok yerinde, Asya ve Afrika'da da biliniyormuş.
MÖ 200 yılına gelindiğinde organik kökenli tutkal üretimi uzak coğrafyalara yelken açan teknelerin su geçirmezliğini sağlıyor, Romalılar ve Yunanlılar, ahşap yapıştırma konusundaki gelişmeleri kendilerine günlük yaşamda konfor sağlayacak şekilde görüyorlarmış.
Yumurta beyazı ile kitaplar ciltleniyor, görkemli binalar yapıştırılan altın varak sayesinde aydınlık görünüyormuş.
Hayvansal kaynaklı tutkallar MS 900 - 1000 yılları arasında Çin'de mobilya yapımında kullanılmış; resimlere koruyucu olarak yapışkan sürülüyormuş.
1100'lü yıllarda henüz Avrupa insanlarıyla karşılaşmamış Amerikan yerli halkının kanolarını organik temelli yapışkanlar kullanarak sağlamlaştırmışlar.
Bir antik kaynağa göre, 1160 yılında Moğollar yaptıkları uzun çöl yürüyüşlerine kendilerini yapışkanlarla sağlamlaştırdıkları araç-gereçle hazırlıyorlarmış.
Cengiz Han'ın sahip olduğu gücün ve çok uzak coğrafyalarda kazandığı zaferlerin ardında da yapışkanın rolü olmuş; askerlerin taşıdığı limon ağacından yapılmış okların, yayların sıra dışı yapım özellikleri başarıyı getirmiş. Yazılanlara göre, formülü antik çağlarda kaybolmuş bir yapıştırıcının tekrar üretilmesiyle silahların olağanüstü gücü ve menzili ortaya çıkmış; bu üstünlük karşılarına çıkan tüm düşmanları kolayca alt etmelerini sağlamış.
Roma İmparatorluğunun çöküşü sonrasında gerilemeye başlayan ve kilisenin baskısı altında muazzam yollarını, görkemli kamu binalarını, hamamları, köprüleri, devlet sistemini ve sosyal yaşam etkinlikleri gibi zamanına göre modern denilebilecek özelliklerini kaybeden Avrupa'da yapışkan üretimiyle kullanımı da azalmış.
Modern Avrupa'da tutkalın yeniden yoğun kullanımı Rönesans hareketinin yeşermesiyle tekrar başlamış; yaşamın her alanında yeni tasarımlar 16. yüzyılda denenmeye başlamış.
Artık soylular için kaplama ve kakma yöntemleriyle modaya uygun mobilyalar tasarlanıyormuş. Rönesans dönemi, ağaç işleme ve ciltlemede hayvansal yapıştırıcıların ve bitki bazlı malzemelerin yoğun kullanımına tanık olmuş. Özellikle 1500 – 1700 yılları arasında yapılan mobilya üretimi soyluların yaşam alanlarını süslemiş.
Uzak coğrafyalar arası ticaretin yeşermesi, deneysel bilimin ortaya çıkışı tutkal üretiminde yeni sayfaların açılmasına olanak vermiş. Bilinenlere ek olarak volkanik kül ve kum karışımları da yumurta akı içinde ahşap dolgu macunu olarak yaygın olarak kullanmış.
Rönesans döneminde; evlerde, teknelerde, binalarda, sanatta, üretimde ve savaş alanında farklı yapıştırıcı tasarımları denenmiş.
Artık zevk ve sanat aşkına ahşap müzik enstrümanları üretiliyor, gitarın, kemanın, farklı telli çalgıların ve piyanonun erken örnekleri tasarlanıyormuş.
Dönemin ünlü lütiyesi Antonio Stradivari, 1644 yılında İtalya'da doğmuş, 12 yaşında bir keman atölyesinde çırak olarak işe başlamış. Çok kısa bir zaman içinde ününü uzak coğrafyalara yaymış, 1700'lü yılların başında Avrupa'da bilinen bir marka haline gelmiş.
Bugün elinden çıkma eserleri müzelerde, değerli koleksiyonlarda ve ünlü sanatçılarda olan keman yapımının ünlü markası "Stradivarius" aynı zamanda viyola, viyolonsel, arp, çello gibi yaylı enstrümanları da üretiyormuş.
Özel bir işlemle kullandığı ahşaplarda gizli bir yapıştırma işlemi kullanan Antonio Stradivari, kemanlarının çok güzel müzikler üretmesi nedeniyle günümüze gelinceye dek övülmüş olsa da ne yazık ki yapıştırma yöntemleri kaybolmuş; keşfetmeye yönelik sayısız araştırma girişimi başarısız olmuş.
1700 yılların ilk yarısında Hollanda'da, deriden hayvan tutkalı üreten ilk ticari tutkal fabrikası kurulmuş.
1750 yılında balıktan yapılan ilk yapıştırıcı patenti İngiltere'de verilmiş. İlerleyen yıllarda kauçuktan, hayvan kemiklerinden, nişastadan, süt proteinlerinden ve kazeinden üretilen yapıştırıcılar için patentler yayınlanmış.
Sanayi devriminin ayak sesleri yaklaşırken Hollanda ve İngiltere'nin yanı sıra Almanya'da, İsviçre'de ve Amerika'da tutkal fabrikaları görülmeye başlanmış. Bu fabrikaların çoğu, hayvansal temelli çözücülerle üretim yapıyorlarmış.
1800'lerin ortalarına gelindiğinde kauçuk bazlı izolasyonlar piyasaya sürülmüş; ayakkabı üretimi müthiş bir ilerleme kaydetmiş.
Bir cerrah olan Dr. Horace Day, 1845 yılında kumaş şeritlerine sürdüğü kauçuk yapıştırıcı ile ilk kez cerrahi bandı bulmuş; artık ufak tefek yaralar – sıyrıklar bile bu bant sayesinde örtülmeye başlanmış.
20. yüzyıl modern yapıştırıcılarda dikkate değer bir artışa tanık olmuş.
1901 yılında kimyager Fritz Klatte'in sentetik yapıştırıcı elde etme denemeleri, bugün kullandığımız modern sentetik yapıştırıcıların geliştirilmesinin yolunu açmış.
Artık basınca duyarlı bantlardan epoksi reçinelere kadar çok çeşitli tarzlarda yapıştırıcılar üretiliyor, farklı maddeleri birleştirmek için çok yönlü araştırmalar eşliğinde güvenilir çözümler bulunuyormuş.
20. yüzyılın yapıştırıcı üzerindeki deneyleri uçak imalatından elektronik montajına, tekstilden silahlara, beyaz eşyalardan günlük yaşama ait her şeye hatta uzay araştırmalarına bile yön vermiş, yapıştırıcı teknolojisindeki gelişmelerden tüm sektörler yararlanmış.
"Sabanın tutağına yapışan el aç kalmaz" özdeyişi bize ne kadar çalışmanın önemini anlatıyor olsa da yaşama tutunma, hayatın hızlı ritmine dört elle sarılma konusunda iç dünyamızda üreteceğimiz manevi yapışkanlarımızın da bizleri yarınlara hazırlamada önemli bir tutkal olacağını düşünüyorum.
https://www.cedesa.co.uk/rise-of-adhesives/
https://www.gluegunsdirect.com
İrfan Yalın kimdir?Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor
Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş
Kış saati uygulaması -bizde kabul görmese de- 70’ten fazla ülkede enerji tasarrufu yapmak için uygulanıyor
© Tüm hakları saklıdır.