01 Aralık 2024
Antik Çağ'da, birinin kimliği tanıklar aracılığıyla veya belgeye mühür basılarak doğrulandığı için imzanın en eski örnekleri mühür şeklinde kullanılmış. Yazılı kimliğin bilinen en eski işaretlerinden biri olan “imza” MÖ 3500'lü yıllara uzanan bir tarihsel süreç içinde ilk kez Sümer Medeniyeti’nde görülmüş. Kişiye özel olarak hazırlanan toprak mühürler yazılı kil tabletleri damgalamak için kullanılıyormuş.
Kimlikleri işaretlemek için özel karakterler kullanılması ve kişinin kendi özelinde belirgin kılınmasının şekli yıllar içinde değişmiş; kil tabletlere kazınan sembollerden pullarla işaretlemeye, oyularak hazırlanan mühürlerin sıcak balmumuyla sıkıştırılmasından, mürekkebe batırılmış kamış parçalarıyla imza atmaya kadar insan kendi eylemini doğrulamak için çok şey denemiş.
Arkeolojik veriler eşliğinde MÖ 3100 yıllarına tarihlenen bir Sümer kil tabletinde “Kushim” adında bir yöneticinin kimliğini belirleyecek şekilde işaretler tespit edilmiş. Her ne kadar bu işaretler anladığımız anlamda “imza” şeklinden farklı olsa da bu buluş yazı tarihinde kişisel kimlik doğrulamanın, kişinin kimliğini belirtmek için sözcük ve sembollerin kullanılmasının en eski örneklerinden biri olarak kabul görmüş. Yakın yıllara ait bir başka Sümer kil tableti buluntusunun üzerinde de 41 yaygın mesleğin listesini yapan “Gar Ama” isimli bir yazarın imzası keşfedilmiş.
Aynı yıllarda Eski Mısır soyluları da kimlik belirtmek için bir dizi resim ve sembol (piktograf) kullanıyormuş.
Zamanla imzalar gelişmiş, günlük yaşamın ve yasal prosedürlerin önemli bir parçası haline gelmiş. İmzalar belgeleri, kararları, yasaları ve sanat eserlerini doğrulamak yanında iyi dilekleri ve istekleri belirtmek için de kullanılmış; mühür yanında semboller ve parmak izi de görünür olmuş.
Silindir mühürlerin MÖ 3400 ila MS 400 yılları arasında neredeyse tam 3 bin yıl boyunca Mezopotamya'da yoğun olarak kullanılması sonrasında üzerine yazı yazılan kil parçalarının yerini papirüs kâğıdına bırakmasıyla yazı malzemelerinde ciddi bir değişim yaşanmış. Artık papirüs kâğıtlı belgeler damgalanıp mühürleniyor, katlanıp saklanabiliyor ve kolayca taşınıyormuş.
Böylece silindir mührün altın çağı başlamış ve yıllar içinde değişik kültürlerde birbirinden farklı tipte mühürler kullanılmış. MÖ 1. bin yılda Yahudi kralları zamanında da İsa’dan sonra çoğu İncil pasajında da görülen mühürler, çoğunlukla birinin bir işlem veya belgeye yetkisini vermesi anlamına gelecek şekilde zaman zaman sembolizm de içermiş.
Bu yıllardan kalma bir şiirde “yüreğinin ve kolunun üzerine bir mühür gibi; çünkü sevgi ölüm kadar güçlüdür, kıskançlığı da mezar kadar katıdır" olarak geçen dize, mühürlerin sahipleriyle birlikte gömülme uygulamasını yansıtıyormuş. O günün şartlarında kişisel beyanı gösteren mühürler bireyi temsil ettiğinden dolayı sahibinin hayatıyla birlikte geçerliliği son buluyor, yaygın olarak da onunla gömülüyormuş.
Hiç ünlü içermeyen 22 harflik Fenike alfabesinin MÖ 1200’lü yıllarda Yunanlılar tarafından benimsenmesi ve 600 yıl içinde bugün bildiğimiz Latin alfabesine dönüşmesiyle başlayan süreçte yazı dili ve geleceğe aktarılmasına önem verilen değerlerin yazılı varlığı hem Eski Yunan hem de Antik Roma kültürlerinin önemli bir parçası olmuş; imza atma eylemi sosyal bir ihtiyaca dönüşmüş.
Heykel sanatının çok geliştiği Eski Yunan’da heykeltıraşlar eserlerine gururla imza atmasını zaman içinde çömlekçiler de örnek almış ve sattıkları kap-kaçak amfora tipi ürünlerine imza atmaya başlamışlar. Çünkü Antik Çağda sadece iyi vazolara değer verildiği, bunların kimin elinden çıktığı merak edildiği için imzalar bu tür eserlerde görülüyormuş. MÖ 7. yüzyılın ortalarından itibaren pişmiş topraktan yapılma ürünler de -genellikle- kırmızı ve siyah renklerde basılan imzalarla bir reklam objesine dönüşmüşler.
Soylu Romalıların da el yazısı ile imza attığı görülse de Roma imparatorları genellikle mühür yüzüğü kullanmış, yazı yazma konusunda uzmanlaşmış katipler, yazdıklarının kral buyruğu olduğunu kanıtlamak için ısıtılmış bal mumu ile belgeleri mühürlemişler. Bu yöntemle imza doğrulama sürecine hem güvenlik hem de ayrıcalık katmanı eklemiş.
Tarihçiler MS 439 civarında hüküm süren Roma İmparatoru 3. Valentinianus dönemine ait çok imza örneği bulunduğunu yazmışlar.
Orta Çağ’da resim de heykel de mücevher işçiliği de yüksek sanat öğesi olarak kabul edilmediği için esere imza atmak kibir olarak görülmüş hatta Tanrının her şeyi bildiği kanısı içinde gereksiz bulunarak günah olarak varsayılmış. Sanat üretmek, sunak süslemek bir ticaret olarak algılandığından, sanatçısının adını kaydetmeye gerek görülmemiş. Yani denilen o ki, Orta Çağ’da sanatçıların reklama ihtiyacı yokmuş, neredeyse tüm işleri soylular tarafından sipariş ediliyormuş. Siparişler de ustaların ve kalfaların isimlerini bilen, işlerini değerlendiren lonca liderleri tarafından dağıtılıyormuş.
Orta Çağ'da ressamlar kendilerini zanaatkâr olarak gördükleri için izlerini taşıyacakları gelecek nesillerle pek ilgilenmemişler.
O yılların en itibarlı işlerinden sayılan bina yapmak, taşlara şekil vermek, duvar ustalarına sınırlar ötesine kolayca seyahat etme özgürlüğünü yaşatırken, bugün Avrupa’nın çoğu eski yapısında görülebileceği gibi duvar ustalarının kendilerine özgü işaretleri, sembolik imzaları izlerinin geleceğe taşınmasına izin veriyormuş. Bir de şu var ki, duvar ustalarının imza atması işin bittiğini simgeliyor, ödeme yapılmasının önünü açıyormuş.
Orta Çağ'da insanlar sözleşmelere ve mektuplara işaret veya semboller ekliyormuş; bunlar genelde haç sembolüymüş ya da çizilmiş resimlermiş. Balmumu mühürler bu dönemde de yazılı iletişimin temel unsuru haline gelmiş; yalnızca kadınlar ve din adamları tarafından kullanılabilen oval şekilli mühürler kişisel statüyü temsil etmeye başlayınca, mühür yüzük tasarımları gelişmeye başlamış.
Bilinen en eski imzalardan birinin izi 11. yüzyılda Papa 9. Leo’ya uzanmış, onunla başlayan bir süreç içinde papalar belgeleri doğrulamak için “rota” isimli sembollü bir mühür kullanmaya başlamışlar.
Rota denen onay formunda, yuvarlak bir dairenin içinde dört ayrı parçaya ayrılan bölümlerde papanın adı, kaçıncı Papa olduğu, imzası ve bazı durumlarda da sloganı yer almış. Rota aynı zamanda hükümdarlara sunulan belgelere basılmış; diplomaların onaylanması için de kullanılmış.
Orta Çağ'da kaligrafi ve kriptoloji sadece dinin ilgi alanına girdiğinden, okuyan-yazanlar sadece kilise cemaati içinde bulunduğundan ve yoğun din baskısı içinde yaşayan toplumun herhangi bir konuda görüşüne ihtiyaç olmadığından dolayı imzanın halk yaşamında da manastırlarda da yaygınlaşması mümkün olmamış.
Latin alfabesiyle atılan imzanın en erken örneğiyle 1069 yılında karşılaşılmış. İspanya’da yaşayan asilzade ve askeri lider "El Cid", Valensiya Katedrali'ne bağışta bulunmuş ve belgenin altını gerçekliğini doğrulamak için adını yazarak imzalamış. Bu eylem belgeleme alanında önemli bir ilerlemeyi göstermesi yanında, imzanın doğrulama ve özgünlük aracı olarak artan önemini de vurguluyormuş. Bu uygulama sayesinde, resmi ve yasal belgeler imzayı bir standart olarak benimsemeye başlamış; kültürel ve idari bağlamlarda yaygın kabul görmesinin önü açılmış.
Tabii ki ilerleme kolay olmamış, ünlü kişilerin imzaları tek-tük görülmeye başlansa özgün imzanın ne demek olduğu tam bilinmediğinden dolayı çoğu imza birbirine benzer olduğu için karıştırılmış.
Rönesans Döneminde yetenekli olan bir ustanın, sanatçının, meslek sahibinin memleketi dışında da iş bulabilme ve ünlü olma şansı ortaya çıkmış. Artık yapılan işlere atılmış imzalar nedeniyle tanımadıklarından sipariş alan sanatçıların sayısı artıyormuş; eserine kimlik kazandırmak, imzası altında tarzını öne çıkarmak yayılıyormuş.
Bu durum aynı zamanda kutsal konuların giderek daha dünyevi ayrıntılara bürünmesine de yol açmış, dini hikâyeler mimariyi ve manzaraları da içerecek şekilde genişlemiş. Bırakın eseri yapanın imzasını, sipariş verenlerin, bağışçıların bile yüzleri resimlerde görünür olmuş; artık imza sıradan ölümlü olmayı engelliyor, eseri ölümsüzleştiriyor, sanatçıya duyulan saygıyı arttırıyormuş.
Sanat eserleri bir yana, yazılı metin üzerine mürekkeple imza atmak 17. yüzyıla kadar mühürler kadar popüler olmamış. Fakat artan balmumu sahteciliği ve yükselen okuryazarlık oranları nedeniyle çok şey kısa zamanda değişmiş; kurumlar ortaya çıktıkça, bireysel girişimler yayıldıkça toplumsal hayatta doğrulanmış imzaya olan gereksinim artmaya başlamış.
Kişiye özel imza uygulamasını zorunlu kılan “Dolandırıcılık Yasası” 1677'de İngiltere Parlamentosu'nda kabul edilmiş; sahteciliğe karşı etkili bir garanti olan bu kararla imza rutin uygulama haline gelmiş.
John Hancock, 1776'da Amerika Bağımsızlık Bildirgesi'ne meşhur imzasını attığında, imza artık bağlayıcı bir konumdaymış ve dünya çapında yaygın olarak kullanılıyormuş.
19. yüzyılın başlarında binlerce, on binlerce evrak üzerine imza atması gereken devlet başkanları için mekanik mekanizmalarla otomatik olarak imza atmaya yarayan “autopen” sistemi geliştirilmiş. Yazılanlara göre uygulama bugün bile kullanılmaktaymış; 2011 yılında Barack Obama'nın “Vatanseverlik Yasası” üzerindeki imzası bu nedenle tartışmalara neden olmuş.
Yirminci yüzyıla gelindiğinde elle atılan imzanın yerini telgrafla gönderilen mesajlar almış. Elektriğin keşfedilmesi sonrasında kişinin imzası yanına kimliğine ait çok sayıda belgenin eklenmesi gerekmiş.
Faks makinesinin yükselişi, sözleşmelerin uzaktan çıktısının alınması Amerika Birleşik Devletleri ile Birleşik Krallık’taki mevzuat değişikliğine yol açmış.
1976 yılında internetin doğuşundan ilham alan Diffie ve Hellman, dijital imzanın kullanımını teori olarak ortaya koymuşlar. Kısa bir süre sonra da Rivest, Shamir ve Adleman, RSA algoritmalarıyla bir başka versiyon icat etmişler.
1980’li yıllarda elektronik çağına girilirken korunması gereken değerlerden biri olarak ilk akla gelenlerden biri imza olmuş; imzanın fiziksel rolü hızla değişmeye başlamış. Sonunda kaçınılmaz olarak yaşamın her alanında çip ve şifre sistemleri gibi daha karmaşık teknolojilerin tasarlanması gereği ortaya çıkınca bankacılık başta olmak üzere yapılan tüm işlemlerde geleneksel imza yönteminin yerini alacak, yerine göre tamamlayacak, dolandırıcılığın azalmasına ve kişisel güvenliğin korunmasına yardımcı olacak sistemlerin tasarlanmasına girişilmiş.
ABD'de 1990'ların ortasından itibaren uzunca bir süre üzerinde fikir yürütülen, her aşamada konunun uzmanlarının kafasını kurcalayan ve nihayetinde 2000 yılında kaçınılmaz olarak Başkan Clinton’ın imzasıyla uygulamaya giren ESIGN Yasası sonrasında dijital imzalar yasal olarak bağlayıcı hale gelmiş.
Mühür de imza da çok önemli koleksiyon temaları arasında. Her ikisi için de ayrı ayrı müzeler olduğu gibi çoğu müzede de gerek mühürlerle gerekse de imzalarla karşılaşmak olası!
Ünlü kişilerin imzalarını toplamak ya da imzalı efemera biriktirmek dünyanın her yerinde koleksiyonerleri heyecanlandırıyor. Bence siz siz olun, yakınlarınızın, değer verdiklerinizin ya da değer bulduklarınızın imzalarını saklayın, büyüklerinizden kalan mühürlerin gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlayın.
İmzanın gerçekliği kadar sahteliği de önemli! Biliyorsunuz, birkaç gün Samet Aybaba’nın imzasının taklit edildiği yönündeki iddiaların Beşiktaş yönetimindeki depremi tetiklediği ortaya çıktı. Her imzanın bir kararı, bir duruşu göstermesinin tarihe kapı açan özelliği yanında, geçmişin imzalarının bugünü etkilediği gibi atacağımız imzaların da geleceğin şekillenmesinde payı olacaktır, diye düşüyorum.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://blog.thegrizzlylabs.com/2020/11/history-of-signatures.html
https://legalesign.com/blog/history-of-signatures/
https://qz.com/emails/quartz-obsession/2183073/a-brief-history-of-signatures
https://www.foxit.com/blog/the-history-of-electronic-signatures/
https://www.stevemoretti.ca/post/the-rise-and-fall-of-hand-written-signatures
https://amam.oberlin.edu/files/assets/signatures-book-2-1-222.pdf
https://arthive.com/encyclopedia/2861~Artists_Signature
https://www.jstor.org/stable/44578328
https://amam.oberlin.edu/files/assets/signatures-book-2-1-222.pdf
https://legalesign.com/blog/history-of-signatures/
https://blog.thegrizzlylabs.com/2020/11/history-of-signatures.html
https://www.gastearsivi.com/gazete/kurun/1937-11-08/5
https://mydocsafe.com/the-history-of-the-signature/
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış
İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş
Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor
© Tüm hakları saklıdır.