28 Mayıs 2023
Bilinen en eski mağara resimleri olarak 65 bin ila 40 bin yıl öncesine tarihlenen İspanya'nın kuzeyindeki El Castillo'da ve Endonezya'daki Sulawesi Adasındaki çizimlerde görülen "mürekkep" on binlerce yıl boyunca insan aklının tezahürü olarak taş üstünde iz bırakmış.
Bazı bilimsel çalışmalarda Neandertal insanına mâl edilen çok eski çizimlerde ve Paleolitik dönem sanatının bu nadir örneklerindeki mürekkep izleri, çizimleri yapanların sembolizm gücü olduğunu kanıtlamış; hatta Homo Sapiens – Neandertal ayrımını mürekkep üzerinden de tartışmaya açmış.
18 Aralık 1994 tarihinde tesadüfen keşfedilen ve uzun çalışmalar sonrasında 36 bin yıl öncesine tarihlenen Fransa'daki Chauvet Mağarası duvarlarındaki doğal dünyayı tasvir eden mağara resmindeki kırmızı, koyu sarı ile siyah renkli mürekkebin, çevredeki maden alaşımlarından, bitki öz sularından ve farklı hayvan kanlarından üretildiği saptanmış. Bu da gösteriyor ki, insan doğadaki renkleri mürekkebine katabilmek için her çağda arayış içinde olmuş; denemiş, düşünmüş, geliştirmiş ve uygulamış.
Babil ve Eski Mısır halkı taşların, kemiklerin ve kil tabletlerin üstüne çivi yazısı dediğimiz şekilde yazmışlar, basit hiyeroglif resimleri kazıyarak ortak anlaşım dilini bulmaya çalışmışlar.
Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce Orta Doğu'da tarımın başlamasıyla toprak işleme, sulama haklarını belirleme, hasatın dökümünü çıkarma, vergi tutarını saptama ve hesap yapma ihtiyacı yazılı kayıt tutma zorunluluğu doğurmuş; yazma ihtiyacı da mürekkebe uzanan yolda insan aklını hep meşgul etmiş.
O ana kadar on binlerce yıl boyunca sadece sanatsal amaçla üretilerek kullanılan mürekkep, yerleşik hayata geçilmesi ve bazı şeylerin kayıt altına alınması gereksinimiyle MÖ 2500 civarında neredeyse eş zamanlı olarak Çin'de, Mezopotamya'da ve Mısır'da aklın ortak tasarımı olarak ortaya çıkmış. Çin kaynaklarına göre Tien-Lcheu, lamba isini çam ağacı reçinesi, jelâtin ve misk ile karıştırarak eşek derisi üstünde uygulayarak mürekkebin ismi bilinen ilk mucidi olmuş.
Mürekkep içinde yer alan pigmentler kimi zaman bitkisel yağların katran ile yakılmasıyla elde edilmiş, bazı yerlerde de lamba karası adı verilen bir karbon türü kullanılmış. Sürülenin yüzeye yapışması ve yazının kalıcı olması için sakız kullanılması günümüze dek süre gelen tekniklerden biri olmuş.
Siyah yazı mürekkebi M.Ö. 1200'de popülerlik kazanınca insanlar mineral ve bitkilerden elde ettikleri farklı renkleri de ekleyerek doğal boyalarla canlı renklerde mürekkep imal etmeye çalışmışlar. Kimi yerde Hindistan cevizi, kullanılmış kimi yerde de demir tuzları.
Bir tür saz olan papirüs bitkisinin özünden yapılan ilk kâğıdın kullanılmasında ihtiyaç duyulan "kalıcı olma" faktörünü güçlü bir pigment olarak karbon sağlamış, "sakız" ile "karbon" mürekkep yapımının temel bileşenleri içinde her daim birlikte yer almış.
Zaman süreci içinde, papirüsün yerini almaya başlayan hayvan derisinden yapılan parşömenlerde karbon ve lamba isi yanında yakılarak özü alınmış hayvan kemikleri de kullanılmış. Kemiklerin saatlerce kaynatılması sonrasında eriyik halde elde edilen jelâtinli yapışkan madde genellikle bir fırça aracılığıyla su eklenerek istenen kıvamda sıvılaştırılmış ve mürekkebe kalıcılık verecek şekilde kullanılmış. Hindistan mürekkebi olarak bilinen bu teknik kısa zaman içinde Kuzey Doğu Asya'nın derinliklerine yayılmış, Çin'de MÖ 4. yüzyıldan itibaren kullanılmış.
MÖ 1000'li yıllarda duman isini, bitkisel yağ reçinelerini, hayvan yağını -derisini ve kemiklerden elde edilen jelatini karıştıran Çinliler misk, bal ile sakız ekledikleri mürekkebin üretim sürecini daha da mükemmel hale getirmişler.
Çin'den Kore'ye, Hindistan'dan Güney Doğu Asya'ya kadar yayılarak tüm dini kaligrafide kullanılan mürekkep içeriğinde ana koyuluğu veren karbon yanında balık, çam ağacı ve yumurta akı da bağlayıcı madde olarak yer almış, yazılarda geleneksel siyah yanında farklı renklerin arayışı hep devam etmiş.
Zaman içinde gelişen Çin mürekkep yapma tekniğinde, tutkal ve pigmentler tütsü misali ince ağaç çubuklar etrafına kaplanıyor, kullanım sırasında su katıldığında sıvılaşacak hale gelecek şekilde kurutuluyormuş. Bu yöntem hem nakliyede kolaylık sağlamış hem de kolay kırılan toprak kaplara olan gereksinimi azaltmış. İpek Yolunun geleneksel ticaretinde bu şekilde üretilen mürekkep çubuğu, taşlama taşı, fırça ve kâğıt ciddi yer tutmaya başlamış, bu yıllarda sanatçılar, tacirler, seyyahlar, elçiler ve savaşçılar kalıcı izler bırakmak adına tarihe iz düşecek mürekkep damlacıkları peşinde koşuyorlarmış.
Ölü Deniz Parşömenlerinde de kullanılan mürekkep türü bu şekildeymiş; yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda anlaşıldığına göre karbon yerine kullanılan "cıva cevheri" kırmızı renk verecek şekilde ilave edilmiş.
MÖ 2500 gibi erken bir tarihten günümüze ulaşan eski bir papirüs üzerinde görülen mürekkep örneği Eski Mısır uygarlığının karbon parçacıklarından mürekkep geliştirdiğini ve yoğun olarak da kullandığını gözler önüne seriyor.
Günlük yaşamlarında papirüs parşömenlerine yazı yazmayı yoğun olarak kullanan Mısırlılar, mürekkep kullanarak tarihi belgeleyen ve kaydeden en eski uygarlıklardan biri olmuş.
Son yıllarda ortaya çıkarılan pişirilmiş toprak levhalar, balmumu tabletler ve taşlar üzerindeki yazıtlarda da mürekkep kullanıldığına dair veriler bilim insanlarınca araştırılmaya devam ediyor.
Mısır medeniyetinin farklı dönemlerine ait olarak yer altı mezarlarında siyah ve kırmızı renkli mürekkeplerle yazılmış papirüslerin de bulunmuş olması, Eski Mısırlıların toprakta bulunan boyar maddeleri ayrıştırarak çeşitli renklerde mürekkepler yapmayı öğrendiklerini de gösteriyormuş.
MÖ 1300'lü yıllarda Mısırlılar da Çinliler gibi kandillerde yaktıkları yağdan çıkan isi, su ve bitki zamklarıyla karıştırarak mürekkep hazırlamışlar, Akdeniz kültürünün her yerinden gelen tüccarların beraberinde taşıdıkları el yazmalarını kopya eden sanatçılara farklı renklerde mürekkep sağlamışlar. İlginçtir, bulunan bazı parşömenlerde baş harflerin erguvan rengi mürekkeple yazıldığının fark edilmesi Eski Yunan ve Roma İmparatorluğun Mısır topraklarındaki etkisinin mürekkep üzerindeki kanıtı olmuş.
Sonraki yıllarda yazının yanında kumaş boyası olarak da kullanılan mürekkeplerde kobalt, bakır oksit, safran, zerdeçal ve farklı bitkiler de kullanılmış, zor erişilen kırmızı renk bölgede yaşayan bir böcekten alınmış. Bulunan örneklerde görülen farklı renkler Mısırlıların mürekkebi geliştirme adına farklı pigmentleri denediğini ve kalıcılığı geliştirdiğini kanıtlamış.
Mumyaların çevresinde kullanılan camgöbeği malzeme şeritleri üzerinde yapılan karbon tarihlendirmesi sonucunda bu renkteki pigmentlerin Akdeniz çevresinden Fenikeli tacirlerce taşınan köknar ağaçlarından üretildiği anlaşılmış. Bu yoldaki verileri Tutankamon'un mezarında kök boyayla boyanmış bir kumaş parçasının bulunması da güçlendirmiş.
Aynı yıllarda Amerika yerli halkı da mürekkep kullanıyor, bitki özsularından, yanmış hayvan kemiklerinden, katrandan elde ettikleri mürekkebi keskin uçlu iğne eşliğinde deri parşömenlere uyguluyorlarmış.
MÖ 4. yüzyılda mürekkeplerine "kafur" ekleyen kızılderililer, İspanyolların gelişine kadar yazılı kayıtlarını gelecek nesillere taşımaya çalışmışlar.
Güney Amerika topraklarında egemen olan Maya halkı seramik, cam ve mimari üzerinde "Maya Mavisi" ismi verilen mürekkebi kullanmış, eserlerin çoğu gelenler tarafından yağma edilse de kalanlar üzerinde bilimsel araştırmalar devam ediyormuş.
Seramik kullanım eşyaları, yaşam alanları, giysileri ve parşömenler üzerine uygulanan canlı gök mavi rengi, yerel bitki özsularından, palygorskite ve indigo maddelerinin tütsü ocaklarında birlikte ısıtılmasıyla üretiliyor, yağmur tanrısı Chaak'ı sembolize ettiği için Maya dini ritüellerinin kritik derecede önemli bir parçası olarak kullanılıyormuş.
Maya yazılı tarihinin ana biçimi olan ve kodeks olarak adlandırılan akordeon tipli katlanır kitaplar üzerine din görevlileri tarafından sürülen Maya Mavisi mürekkepli yazılar, arkeologlara, sanat tarihçilerine, bilimin her disiplininde araştırma yapanlara Mayaların yaşamları hakkında pencereler açmaya devam ediyor.
Mısır uygarlığının gerilemeye başladığı, Roma İmparatorluğunun da iç sorunlarla uğraşmaya başladığı Hıristiyanlığın ortaya çıkışının az öncesindeki yıllarda mürekkep üretimi gerilemiş, yazı yazma sanatı kaybolmaya yüz tutmuş.
Arkeolojik verilerde balmumu tabletler üzerinde kazı kalemleriyle işlenen metinler görülse de, Yunanlar ve Romalılar düşüncelerini yazılı olarak ifade etmek için genelde mürekkep kullanmışlar.
Mürekkep kullanımının yeniden başlaması için MS 200'lü yılları beklemek gerekmiş; din adamlarıyla yazı yazanlar arasında neyin mürekkep olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda anlaşmazlıklar çıkmış. Bu savı ortaya atanlar Yahudi hukukunun sadece doğal ürünlerin kullanımına izin verdiği, bu türden doğal pigmentlerin de su ile temasta kolay çözündükleri ve kalıcı olmadıkları için Hıristiyanlık öncesinde mürekkep üretimini olumsuz etkilediğini söylüyorlar.
MS 3. yüzyılda mürekkep yapma sanatı yeniden canlanmış, birçok eski formül hokka kaplarını doldurmaya başlamış. Kükürt, potasyum, zincifre adlı mineralden üretilen vermilyon ile cıvadan elde edilen zinober sayesinde parlak kırmızı renkte mürekkep üreten Antik Roma'da aynı zamanda indigo, bakır oksit ve kobalt ile yapılan mavi mürekkepler de popüler hale gelmiş.
İpek Yolu'ndan taşınan Tyrian morlu Çin mürekkebiyle yazıları metalik altın ve gümüşle süslemek, el yazmalarını değerli kılmak için Doğu'nun uzak ülkelerinden Roma'ya uzman yazıcılar getirilmiş. Her yazıcının ayrı rengi ve kendine özgü mürekkep yapma tarzı sır olarak saklanıyor, büyük bir titizlikle saklanan gizli mürekkep tarifleri İmparatorlukların gücünü arttırıyormuş.
Orta Çağ'da Mürekkep
Hıristiyan inancının kabul edilmesinden çok kısa bir süre sonra, MS 390 yılında Roma Senatosu, birçok kitap ve el yazmasının yakılmasını emretmiş; pagan inancına sahip çok sayıda eski el yazması eserler sistematik olarak yok edilmiş. Denilen o ki bu kıyımdan kurtulan nadide parçaların çoğu da 5. yüzyılın başlarında Gotlar'ın Roma'yı yağmaladığında tahrip olmuş.
Altıncı yüzyılda tüy kalemin icadı yazı dünyasında canlanma yaratsa da eserler sadece teoloji alanında olduğu için bilginin yayılması din adamlarıyla sınırlı kalmış. Mürekkep yapım tarifleri, gizlice bazı genç rahip adaylarına öğretilse de, Hıristiyanlığın yükselişi, bilgi üretilmesini ve paylaşılmasını engelliyormuş.
İngiltere'ye mürekkep 7. yüzyılda İrlanda'da faaliyet gösteren Benedictine rahipleri eliyle ulaşmış. Bu yıllarda Benedictine manastırlarının içinde yazı salonu, yazma eğitimi ve dini telkinlerin yapıldığı özel bir bölüm varmış.
Bu arada tüm Orta Çağ boyunca ölümsüzlük arayan simyacıları peşinden koşturan ve "vitriol" olarak da bilinen gizemli "Kıbrıs Taşı" şap yapımından yün -kumaş- iplik boyamaya kadar çok alanda kullanılmış, yaydığı koyu mavi renk ile mürekkep yapanlar için her çağda ve her dönemde ilgi odağı olmuş.
Siyah mürekkebin gelişimi, 8. yüzyılda kimyasal maddelerin eklenmesiyle gelişmiş. Vitriol mavisi ile şarabın tortusundan ve nar kabuğundan elde edilen mürekkepler döneme özellik katmış. Bu yıllarda nar mürekkebiyle yazılan metinlerden bazıları koleksiyonerler eliyle günümüze ulaşmış, İngiltere müzelerindeki yerini almış; araştırmacılara açılmış.
Karbon bazlı mürekkeplerden günümüz mavi - siyah yazı sıvılarının temeli olan demir safra mürekkeplerine geçiş, MS 10 ila 12. yüzyıl arasında gerçekleşmiş. Bu yıllarda keşfedilen "keten" hem giysi hem de bir kâğıt biçimi olarak kullanılmaya başlanmış. Her ikisi de Asya'dan getirilen demir safra mürekkepleri ile ketenin birlikte kullanılması sırasında oluşabilecek kimyasal reaksiyonlar hakkında çok az şey bilinmesine rağmen kullanımı yaygınlaşmış, süreç içinde her ikisinin yapımı da gelişime uğramış.
Mürekkepli çizim, özellikle "Muromachi" döneminde Japon kültürünün bir parçası haline gelmiş, kamışla sürülen mürekkep, Asya'nın her yerinde hat sanatına olan talebi büyütmüş.
Daha önce Çin'de bulunan dizgili matbaa sistemi Avrupa'da geliştirilebilmiş, çünkü Çin kaligrafisinde 80 binden fazla farklı sembol olması hareketli harflerle seri basım yapılmasını olanaksız kılıyormuş.
1436 ila 1450 yılları arasında Gutenberg'in basit bir el kalıbı kullanarak Batı alfabesindeki harflerin dökümünü yapması ve dizgi yoluyla baskı için teknikler geliştirmesi heyecanla karşılanmış, o güne kadar son derece yüksek ücretlere mâl olan el yazması eserler toplu olarak üretilebilir hale gelmiş. Asıl mesleği kuyumculuk olan Gutenberg'in 1457'de Mainz'de inşa ettiği matbaa işi kısa süre içinde ciddi talep yaratmış, 1480 yılına gelindiğinde Avrupa'da baskı yapan tam 110 matbaa varmış.
Bin bir zorlukla ve gizemli sırlarla üretilen geleneksel mürekkebin metal döküm harflere hayat vermesinde bazı sorunlar yaşanmış, o günün matbaa baskılarına uyum sağlaması için yağ bazlı mürekkep kullanma ihtiyacı ortaya çıkmış. Kısa süre içinde denenen mürekkep alaşımları metal harflerin kâğıda basımına uygun olması için yine karbon alaşımlı olarak tasarlanmış ama aynı zamanda bakır, kurşun ve titanyum da içeriyormuş.
Matbaa için geliştirilen yağ bazlı mürekkep ile el yazısı amaçlı sülfat tabanlı karışımlar 1800'lü yıllara kadar piyasada olmuş. Mürekkebin solması ve zamanla yazının kaybolması sorunu yıllarca konunun ilgililerini çare aramaya itmiş.
İngiliz kimyager William Henry Perkin, 1856 yılında sıtmaya çare ararken tesadüfen de olsa ilk kez sentetik mürekkebi bulan ve günümüze dek gelen bir döngüde kalıcılığı yakalayan isim olmuş.
1860'larda daktilonun ortaya çıkışı iletişimi geliştirmiş, kolay taşınabilir bu mekanik alet tüm dünyada heyecanla karşılanmış. Mürekkepli daktilo şeridi 1865 yılında icat edilmiş, 1870 yılında da seri üretimi başlamış. Mürekkebe batırılmış kumaşın Hint yağı ilavesiyle şerit üzerinde nemli kalacak şekilde tasarlanması 100 yılı aşkın bir süre içinde daktilo kullanımını etkin kılmış.
1968 Yılında Japon Epson Şirketi ilk elektronik yazıcıyı tanıttığında yepyeni bir baskı döneminin önünü de açıyormuş. Artık kartuşlu, püskürtmeli mürekkepli sistemler evlere, işyerlerine girmeye ve kolaylaşan yöntemlerle baskıda devrim yaşatmaya hazırmış.
Arapça'da "midâd", "hibr" ve Farsça'da "siyâhî", "zekab", "zügâlâb" gibi kelimelerle ifade edilen sıvı yazı malzemesi, farklı maddelerin birleşiminden oluştuğu için dilimize "bir araya gelmiş, birlik oluşturmuş" anlamına gelen" mürekkep olarak geçmiş.
Hazır satılan mürekkebin zor bulunduğu yıllarda kendi yaptığı mürekkeple yazdıklarının hazzını yaşamak isteyenlerin geliştirdikleri farklı yapım teknikleriyle mürekkep üretmeye soyunanların sayısı Osmanlı yaşamında hep var olmuş. Osmanlı döneminde yazıldıktan 500 yıl sonra bile kâğıt üstünde kalan kömürden yapılan siyah mürekkep hep tercih sebebi olmuş, camilerin bacaları isleri biriktirecek şekilde tasarlanmış.
O kadar ilginç malzemelerden oluşan mürekkep tarifleri var ki, insan bunca emekle üretilen mürekkep damlalarıyla bezenen yazı sanatının ve hattatların değerini daha iyi anlıyor. Mürekkep üretiminde hassas ölçülerle temin edilen zor bulunan malzemeleri büyük bir titizlikle sürece hazırlamak ama daha da önemlisi elde edilen nadide karışımı binlerce, on binlerce, yüz binlerce kez karıştırmak, tokmaklamak.
Osmanlı yaşamında karıştırma işine güzel çare bulunmuş, uzak diyarlara giden kervanlardaki develerin boynuna asılacak şekilde içinde tokmağı da olan özel kaplar tasarlanmış. Böylece deve yürüdükçe kap çalkalanır, mürekkep dövülürmüş. Bu arada öğrendiğimi sizlerle paylaşayım, deve boynuna asılan tokmaklı tasın İstanbul'dan Bağdat'a gidip gelmesi 100 bin tokmak vuruşuna denk gelirmiş.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek o kadar güzel bir mürekkep derlemesi yapmış ki, insanın kendi mürekkebini yapası geliyor! Temini kolay olmayan malzemeleri bulmak bir yana yapım sürecinden de irkilmemek elde değil; mürekkep yapma işinin gerçekten çok meşakkatli yönleri var.
Buyurun size üstattan birkaç farklı mürekkep tarifi:
Toprak bir kâseye konan 300 gr beziryağı içine sokulan küçük parmak kalınlığındaki fitil ateşlenip rüzgârsız bir yerde yanmaya bırakıldığında üstüne konan toprak tabağın iç yüzeyine yapışan ateşin isi, bir tavuk tüyü yardımıyla büyükçe bir yağlı kâğıda alınırmış. İsi ortalayacak şekilde defalarca katlanarak küçük tomar haline getirilen içi is dolu kâğıt yumağı çiğ ekmek hamuru içine konduktan sonra mahalledeki fırında verilir, ekmeklerle birlikte pişirilirmiş.
Pişirilme sonrasında yağını ve sertliğini kaybeden kömür isi, akasya ağaçlarının gövdesinden çıkarılan ve Arap zamkı olarak bilinen yapışkan madde ile bire on nispetinde karıştırılıp, büyükçe taş bir havana konulurmuş. Başka bir kaba konan mazı suyu, nar kabuğu suyu, Kıbrıs taşı ve dörtte bir oranında demir pası iyice kaynatılıp soğutulduktan sonra havanda bekleyen karışıma katılıp bir hafta boyunca tokmakla dövülürmüş. Ne kadar çok çok dövülürse o kadar kaliteli mürekkep elde edileceği bilindiği için eli değnek tutan tüm hane halkı tarafından dönüşümlü olarak tokmaklanır, vakti olan, canı sıkılan çaresini havandaki karışımı dövmekte ararmış. En sonunda 30 gram civarında gül suyu ve Mersin ağacı meyvesinin özü katılan bu karışım mümkün olduğunca uzun süre tekrar tekrar dövülürmüş.
Bir tarif daha var, o da şöyle:
Çiçek açtığı sırada toplanan 100 gram nar goncası, 50 gram suda çözünen zaç yağı, 40 gram Mersin otu, 660 gram nöbet şekeri, 150 gram siyah mazı otu ile her biri 20 gram civarında anzurut bitkisi, kafur otu, kaya tuzu, öküz kuyruğu çiçeği bir toprak kaseye konur, demir pası ve sirke eklenip kaynatılırmış. İyice kaynadıktan sonra süzülen karışıma soba borusundan sıyrılmış 75 gram is ve 200 gram civarında bal kıvamında Arap zamkı katılıp tokmakla dövülmeye bırakılırmış.
Mürekkep hakkında elimde yazılacak o kadar çok şey var ki; sizi oy verme heyecanı yaşadığımız bu pazar gününde fazla yormak istemedim.
İbni Sina'nın dediği gibi, bir şişe mürekkep bir külçe altından daha hayırlıdır; yeter ki yazacak sözünüz olsun...
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://www.historytoday.com/history-matters/history-ink-six-objects
https://visual.ly/community/Infographics/history/history-ink
https://www.centrecolours.co.uk/my-first-blog-post
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/203712
http://www.historyofpencils.com/writing-instruments-history/history-of-ink-and-pen/
https://www.theweek.co.uk/innovation-at-work/63310/the-history-of-ink
http://www.realcolorwheel.com/ink.htm
https://www.gastearsivi.com/gazete/son_posta/1949-11-07/5
https://gaatha.com/history-of-ink/
https://the-past.com/feature/age-of-ink-inkwells-and-writing-in-roman-britain/
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var
“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış
İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş
© Tüm hakları saklıdır.