25 Temmuz 2021
Kıyıdan yükselen ışığıyla denize açılmış kişilere özellikle karanlıkta yol gösteren deniz fenerleri, her dönemde kıyı yaşamının bir parçası olmuş. Çok önceleri gecenin karanlığında evine dönmeye çalışan balıkçılar için aileleri tarafından yakılan kılavuz ateşi, deniz fenerlerine ilham vermiş ve günümüze kadar gelen gelişimiyle modern bir uyarıcı sisteme dönüşmüş.
Dünya deniz ticaretinin ilk büyük havzasını oluşturan Akdeniz'e yelken açmış denizcilere rehberlik etmek için yapılmış erken dönem deniz fenerleri son derece basit ve basmakalıp olarak düşünülmüş; tehlikelere karşı uyarıdan ziyade, liman yerleşimini uzaktan belli etmek amacıyla inşa edilmiş. Fenerlerin konduğu kuleler, genellikle yüksek bir yere ya da liman kenarlarında oluşturulan dalgakıranlar üzerinde "burç" tipince inşa edilir, görüş mesafesi içindeki gemicilere geliş yolu göstermesiyle birlikte yön belirleme konusunda kılavuzluk ederlermiş. Yani bu fener kulelerinin amacı erken dönemde denize doğru çıkıntı yapan kara parçalarına, tehlikeli kayalıklara ya da akıntılara karşı denizcileri uyarmak değilmiş! Bunun içindir ki, o dönem deniz fenerleri genellikle, gündüz duman, geceleri de yakılan ateşin ışığı ile limanın girişini gösteren işaret kuleleri olarak tasarlanmış, denizlerdeki tehlikeleri göstermekten ziyade limanları göstermişler.
Deniz fenerleri antik dünyada denize açılanların sayısının artmasıyla birlikte kayalıkları, akıntıları, olası tehlikeleri ve zorlu hava şartlarının getirdiği bilinmezliklere karşı denizcilere güvenli sığınılacak limanları göstermiş, genellikle ticari mal taşıyan gemilerin rota belirlemesinde, hayati öneme sahip olmuş. Birbirine uzak şehir devletleri arasındaki deniz ticaretinin sistematik olarak gelişmesi sürecinde deniz fenerleri gelişen bir ivme içinde, gemiciler için denizin çetin şartlarını önceden belli ederek işleyişi kolaylaştırmaya yardımcı olmuşlar.
Büyük İskender tarafından MÖ 331'de kurulan Mısır'ın İskenderiye kenti, çok farklı kültürler tarafından sevilen ve adına şehirler kurulan bu dehanın ölümünün ardından da hız kesmeden devam eden imar faaliyetleri sonucunda dönemin önemli merkezlerinden biri olmuş. Rodoslu mimar Dynokrates tarafından birbirlerini dik açılarla kesen ızgara kent planına göre dikdörtgen olarak inşa edilen kent, antik yazarlara göre her biri Yunan alfabesinin ilk beş harfiyle adlandırılan beş mahalleye bölünmüş; deniz ile göl arasına kurulmuş. Kıyılarına yüksek katlı binalar diken bir kültürün bireyleri olarak bu yerleşimi bugün bile anlamamız biraz zor olsa da, o yılların İskenderiye kentinin her caddesi denizden sürekli olarak esen kuzeybatı rüzgârını alabilmekteymiş; boğucu çöl sıcaklarına karşın yaşayanlara ferah bir yaz iklimi sunmaktaymış.
Limanının dışındaki "Pharos" Adasında MÖ 300-280 yılları arasında, Knidos'lu (Datça'lı) mimar Sostratos tarafından yapılmış olan İskenderiye Fener Kulesi (Pharos), yapıldığı günün şartlarına göre 100m üzerindeki bir yüksekliğe sahip olması sayesinde o kadar çok etkileyiciymiş ki, orayı ziyaret etmek neredeyse Akdenize kıyısı olan her ülke insanının düşlerindeymiş. Antik Dünyanın Yedi Harikası'nın yerleşik listesine giren bu yapı, şimdi kayıp olmasına rağmen, Giza piramitlerinden sonra, insan eliyle yapılmış dünyanın en yüksek yapısı olarak 1600 yılı aşkın bir süre ayakta kalarak hizmetine devam etmiş.
Üzerine inşa edildiği adanın adı olan "Pharos" sözcüğü Yunan diline, denizcilere rehberlik etmek anlamında kullanılan bir kelime olarak girmiş ve bazı görüşlere göre İslam Dünyasındaki Arap minare mimarisini etkileyerek varlığını Dünyanın çok farklı bölgelerinde günümüze dek sürdürmüş
İskenderiye fenerinin üst kısmı MS 955 yılında, orta kısmı ise MS 1302 yılındaki şiddetli depremler sonrasında yıkılmış ve MS 1500'lü tarihlerde ise neredeyse tüm kalıntılarla birlikte bu devasa yapı yok olmuş. Yapının bu kadar yüksek ve büyük olması belki de yıkıldığı tarihlerde onarılmasını zorlaştırmış olmalı ki, yüzyıllar sonra bile tamiratının yapılamadığı konusunda yazılmış çok sayıda kayıt varmış.
O günün şartlarında nasıl yapılabildiği bugün bile tartışma konusu olan İskenderiye Feneri'nin üst kısmında bulunan tunçtan tasarlanmış ayna sayesinde 70 kilometre öteden bile görülebildiği, 55 metre yüksekliğinde olduğu ve dikdörtgen biçimdeki alt kaideye oturduğu biliniyor. (Tabii ki bu yıllarda ayna yapımının tam olarak bilinmediğini ve bugün "sır" olarak nitelediğimiz ayna arkasının sistematik olarak çözülemediğinin altını çizmemiz gerekiyor) Orta kısmı ise yaklaşık olarak 27 m yüksekliğinde ve silindir biçimliymiş; fenerin üst kısmında yine silindirik şekilde alev odası yer almaktaymış.
İskenderiye Fenerini gören kişilerce yapılan el çizimlerinden günümüze dek ulaşanlar da olmuş, tarih süreci içinde bu tür bilgiler sonraki yıllarda inşa edilen deniz fenerlerine de ilham kaynağı oluşturmuş. Farklı dinlere-mezheplere mensup antik seyyahların anlatılarından, antik yazarların eserlerinden, duvar resimlerinden, muhtelif kabartmalardan, sikkelerden ve seramik vazo resimleri üzerindeki tasvirlerden öğrendiklerimiz eşliğinde, limanın ticari faaliyetleriyle İskenderiye Fener kulesi hakkında bilinenler günümüze dek gelebilmiş, denizde yapılan arkeolojik kazılardan çıkan buluntularla, günümüze kadar korunarak gelebilen taban kısmından alınan detaylar bilimsel çalışmalara katkı vermiş.
Farklı coğrafyalardaki erken dönem deniz fenerlerinin nerede olduğu sorusuna çoğu zaman cevap bulmak zor oluyormuş. Dalgaların aşındırması, akarsuların getirdiği alüvyonlarla dolan kıyı şeridi içinde fener yapılarının iç kısımlarda kalması nedeniyle çoğundan iz kalmamış, bilinenler de zaman içinde işlev değiştirmiş. Bugün yapılan arkeolojik kazılarda tesadüfen ortaya çıkanlar olduğu gibi, dikkatli gözlerin belirleyeceği alanlarda yapılan araştırmalar sonucunda bulunanlar da varmış.
İstanbul Kadıköy sınırları içinde yer alan ve son yıllarda kentsel dönüşüm sonrasında üzerine dikilen çok katlı binalarla modern (!) bir hale geldiği konuşulan Fikirtepe, ne yazık ki alüvyonların doldurduğu İstanbul'un Neolitik dönemini yaşayan ve simgeleyen bir höyük. Bazı kaynaklara göre 12.000 yıl öncesine varan izleriyle binlerce yıl öncesinin yaşamına ait bulunmuş verileriyle son derece önemli bir hazine olan Fikirtepe için artık çok katlı ve mali değeri yüksek binaların sözü geçiyor. Oysa yıllar içinde civarda yapılan kazılar sırasında elde edilen yapılaşma verileri, memeli, balık, kuş ve sürüngen kalıntıları o dönem var olan yaşam hakkında da ciddi ipuçları vermiş. Fikirtepe kültürüne ait avcı-toplayıcı-balıkçı yaşam tarzına sahip yerel topluluklar, evcil hayvan türleri, tarım bitkileri, çanak-çömlek yapımı ve kullanımı gibi Neolitik dönem üretim ekonomisinin bazı öğeleri bu çevrede yapılan kazılar sonucunda bulunmuş; bölgenin yaşam ve ticaret koşullarının bilgisine ulaşılmış. Uzman isimlerin yanında " sınırlı" tarih bilgimle bugün üzerinde bir üniversite yapılanması bulunan bu alanın liman olduğu ve o zamanlardaki denizin Ankara Asfaltı Göztepe çıkışına kadar girdiği düşüncesini taşıyorum ama ne yazık ki betonlar dökülmüş, rant paylaşılmış durumda. Belki adı geçen Üniversite içinde bir araştırma kazısı yapılır da çıkanlarla o günün Kadıköy yaşamı tekrar değerlendirilir. Zaten metro kazıları sırasında çıkan surların limanı çevrelediği belli olmuştu ama tarihine çok değer veren bir kültürün çocukları olarak bizden önceki kültürler kafamızı karıştırmasın diye olsa gerek, buluntuların çoğunu yok ettik bile!
Fikirtepe Limanıyla Dünyanın 7 harikasından biri olan İskenderiye limanı arasında ne tür bir ilişki var diye düşünmeyin, çünkü bu iki yerleşim arasında ciddi bir ticaret bağı olduğu biliniyor. İlginçtir, deneysel tıbbın ve İskenderiye tıp ekolünün kurucusu, Herophilos, MÖ 335 Yılında, Chalcedon'da yani Kadıköy Fikirtepe'de doğmuş. Hemşehrimiz Herophilos, coğrafyamızın ilk beyin göçlerinden biri olmalı ki, daha iyi bir eğitim almak adına yoğun olarak işleyen deniz ticareti sayesinde oldukça genç yaşlarda İskenderiye'ye taşınmış. Anatomik olayları tanımlamak için günümüze kadar kullanılan birçok bilimsel terimi tanıtan, doğal isimler yerine yarattığı terimleri kullanarak ilk kez geleneksel terminoloji kavramını kuran Herophilos, tıp tarihinde yeri olan biri ve anatomide kafatasındaki modern tıp biliminde ismi yaşatılan biri. sinüslerin bir araya gelmesiyle oluşan torculara verilen "Herophili" ismiyle
Kadıköy'ün antik dönem ticaretinde ne derece etkili olduğu konusunda yapılmış çalışmalara olduğu gibi inanıyorum ki daha ortaya çıkarılacak çok şey de var. Yazdıklarından çok şey öğrendiğim merhum araştırmacı yazar 1918 doğumlu Dr. Müfid Ekdal'ın yazdıklarına göre, antik dönemde denizcilere kanat geren, çok yakın yıllara kadar da varlığını koruyan "pitoresk tipi mendirek" bugün üstüne yapılan dolguyla Fenerbahçe burnunda güzide bir sosyal tesis olarak hizmet veriyor(!).
İlk ışıkları balıkçı ailelerinin sahilde yaktığı ateşler olarak beliren deniz fenerleri, tarihsel süreç içinde, ticaretten daha fazla pay alma peşinde olan antik dönem kent yönetimleri tarafından istikrarlı bir gelişim içinde iletişim sistemi olarak tasarlanmış ve farklı bölgeler arasındaki ticaretin gelişmesi neticesinde içinde sistematik olarak ateş yakılan bir hale dönüşmüş. Fenerler bazen sütunlar üzerinde yükselmiş, bazen de yüksek bir tepe üstünde ya da liman kompleksi içerisinde yerlerini almışlar. Geceleri kulelerin en üst katındaki devasa kazanın içinde genellikle reçineli ağaçlardan büyük bir ateş yakılır, ateşin şehrin üzerindeki tüm gökyüzünü parlak alevlerle kaplaması, dumanın ve ışıldayan parıltının çok uzaklardan görülmesine özen gösterilirmiş.
Tunç devrinin sonlarına doğru deniz ticaretinden pay alma arzusunda olan ama şehir yerleşimi doğal liman olmaya müsait olmayan kentlerde deniz feneri yapacak, fırtınada sığınılacak doğal kayaların yeterli olmadığı durumlarda pitoresk tipi dalgakıranlar yapılmış ve üstlerinde tasarlanan deniz fenerleriyle liman yapımları gelişmeye başlamış.
Deniz fenerleri, liman yapılarının arasında bulunan kutsal alanlar, kamusal yapılar, malların ticaretin yaşandığı pazarlar, depolama binaları ve yeme-içme- barınma-eğlence hizmeti veren diğer sosyal mekanlar gibi şehrin gücünü de temsil edecek şekilde en önemli mimari unsurlarından biri olmuşlar. Deniz fenerleri, ya da yüzyıllarca kullanılan söyleniş şekliyle fener kuleleri, neredeyse her limanda şehrin adıyla anılmış, şehrin askeri, sosyo-ekonomik gücünü de belirtecek şekilde yüzyıllar boyunca sonraki nesillere aktarılan bir terim olarak yer almış.
Roma Döneminde imparatorluk sınırları içinde çok sayıda fener inşa edilmiş, askeri ya da ticari amaçlarla gidilen her yerleşimde dokuya uygun fenerler tasarlanmış. MS 5. Yüzyıla gelindiğinde Akdeniz limanları dışında, Karadeniz'den Atlantik Okyanusu'na kadar olan alanda çok sayıda fener inşaatı gerçekleştirilmiş. Hatta bu yapı türü geç Roma döneminde, üzerlerinde ateş yakılan kulelerin daha iyi bir görünürlük sağlamaya dönük tasarımı içinde, mozaik, resim, kabartma ve tasvirle süslenen haliyle ve çevresini saran heykellerle kamuya açık kullanımı içinde kent halkının değer verdiği ortak kullanım alanlarına dönüşmüş.
Deniz fenerleri konusunda çalışan çok sayıda bilim insanı ve meraklı koleksiyoner var. Antik dönem paraları üzerinde yer alan deniz fenerleri, sikkelerin basıldığı ve tedavülün yaşandığı coğrafya hakkında çok zengin bilgiler veriyor. Ülkemizdeki yasaların koleksiyonerliği ve koleksiyoncuları anlamaması, yasa koyucu durumunda olanların -genelde- hobi sahibi olmaması yüzünden yurt dışına kaçırılan ya da 3 kuruşluk "metal" değeri için eritilen topraklarımızdan çıkan eski sikkeler bugün dünya çapında el değiştiriyor, ünlü müzelerin önemli raflarında ziyaretçilerini ağırlıyor. Üyesi olmaktan onur duyduğum "Türk Nümismatik Derneği" bültenlerinde ve çalışmalarında mevcut yasaların ne derece gereksiz zorluklar çıkardığı defalarca anlatılmış olsa da, koleksiyonculuğun geçmişin değerlerini geleceğe taşıyan bir misyon olduğu algısının kamuoyuna ve yasa koyucuya anlatılamadığı bir gerçek! Olan kaybolan tarihi değerlerimize, geçmişimize dair yok edilen izlere ve sahip olduğumuz objelerimizin bilimsel çalışmalara gereği gibi veri olarak sunulamamasına yol açıyor. Bu nedenle bu konuda bilimsel çalışma yapmak isteyenler çareyi ya Amerikan Nümismatik Derneğinin Newell koleksiyonunda arıyor ya da dünyanın uzak bir köşesindeki sikke koleksiyoncularına danışıyor.
Maketlerinden resimlerine, kartpostallarından pullarına, teneke kutulardan sigara-çikolata kartlarına kadar deniz feneri ile ilgili her şey koleksiyonerler tarafından toplanıyor. Bu temadaki tablolar, madalyalar, kibrit kutuları, içki etiketleri de revaçta.
Deniz fenerleri sinemaya, edebiyata, resme, kısaca sanatın her alanında günlük yaşama her zaman ilham vermiş, her zaman bir yerlerden görünür olmuş. Zaman zaman yalnızlık simgesi olmuş kimi zaman geceyi, fırtınayı korkuları hatırlatmış. Ana karadan çok uzak yerlerde inşa edilse de stratejik önem taşıyan deniz fenerleri için yalnızlığı yaşayacak kişiler özel gazete ilanlarıyla aranmış, başvuran adayların dayanıp dayanamayacakları psikolojik testlerle araştırılmış. Kimi deniz fenerleri çocukluğunu yakınında yaşayanlar için ömür boyu hatırlanmış, uyku sırasında sesi kulaklarda çınlamış.
Size yol gösterecek yaşam ışığınızın çok uzaklardan da görülmesi dileğiyle, güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu
Kimliği doğrulamak, metni onaylamak, bir fikre katılmak ve yapılanı sahiplenmek için atılan imzanın ardında 5 bin yılı aşkın bir tarih var
“Son Akşam Yemeği” temalı çizimler Leonardo Da Vinci’den tam 1300 yıl önce de tasarlanmış
© Tüm hakları saklıdır.