06 Ağustos 2023
Yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşıldığına göre 400 milyon yıl önce ağacın olmadığı bir ortamda doğada görülmeye başlayan ciğer otu ve benzeri bitkiler yosun şeklinde toprağa paralel ve yakın olarak yaşamak zorundaymış. Bu yıllarda yeşeren eğrelti otu ve atkuyruğu gibi bitkilerin fosil kayıtlarında yapılan bilimsel araştırmalarda tohumlarının olmadığı anlaşılmış olsa da bünyelerinde barındırdığı damar sistemi ileride ağaca dönüşecek şekilde yerden yükselme, gövde ve dal oluşturma yeteneğini anlatıyormuş.
380 milyon yıl önce çok basit tiplerde tohumlu bitkiler ortaya çıkmış ama tohumların kabuğu ve koruma katmanı yokmuş.
Bugün anladığımız anlamda odunsu gövdelere sahip ağaçların ortaya çıkışının kanıtı 360 milyon yıl önceye saptanan fosiller üzerinde bulunmuş; karbonifer döneminin başlangıcı olarak görülen bu zaman zarfında ağaç gövdeleri kalınlaşarak boyları yükseklere uzanırken damar sistemiyle kökünden su ulaşan yaprakları yeşeriyormuş.
200 milyon yıl önce tüm dünyaya yayılı olsa da bugün sadece Çin ve Orta Asya'da bazı türlerine rastlanan 40 metre kadar boylanabilen ginkgo ağaçları ortaya çıkmış, 150 milyon yıl önce de çam ağaçları görülmeye başlanmış.
Dünyadaki ilk çiçekler 125 milyon yıl önce açmaya başlamış, çiçeklerle birlikte tohumları genelde meyve içlerinde kapalı, yumurta şeklinde korunan ağaçlar boy vermiş, yağmur ormanları dünya coğrafyasının çok yerini kaplamaya başlamış. Bugün doğada sahip olduğumuz ağaç türlerinin çoğunun yayılması arılar, kelebekler ve sinek kuşları gibi tozlayıcılar sayesinde gerçekleşmiş, doğanın diyalektiği kendi içinde her zaman evrilmiş.
67 milyon yıl önce akçaağaç, 56 milyon yıl önce de meşe ağaçları köklenmiş; günümüzde ardıç, ladin, sikad gibi isimlerle yaşamaya devam açıkta tohum barındıran kozalaklı ağaçlar doğanın doğal döngüsüne can katmaya hazırlanıyorlarmış.
50 milyon yıl öncesinde ağaçlar çeşitleniyor, bazıları yıllar içinde yok olsa da bazıları görece aynı kalıyor, bazıları da bugün gördüğümüz ağaçlara benzer şekilde gökyüzüne doğru yükseliyormuş.
Bir türlü dinmeyen para hırsı yüzünden doğayı çorak bırakanların, sahipsiz sandıkları ağaçlara dokunarak onlarla konuşma zevkini bilmeyenlerin, ormana saygısızlık edenlerin, emir kulu olmanın arkasına sığınıp yandaşların çıkarları doğrultusunda annesi, anneannesi yaşındaki kadınlarımıza saldıranların var olmadığı milyonlarca yıl öncesinde de ağaçlar varmış, bugün yaşananlara şahit olacaklarını bilmeden kök salıyor, rüzgarda hışırdıyor, yükseklere boy veriyorlarmış.
Avcı - toplayıcı yaşam tarzını bırakıp hayvanların evcilleştirerek, daha doğrusu avını köleleştirerek yerleşik hayata geçip tarıma başlayan atalarımız bu süreçte yaşam alanlarına ağaçlar dikmişler, ağaçların meyvesinden, kerestesinden, gölgesinden ve insan yaşamına kattığı sayısız güzelliğinden faydalanarak medeniyete ağaçlar sayesinde erişmeye çalışmışlar.
Neolitik devrim olarak adlandırılan bu süreçte farklı mevsimlerde meyve veren ağaçlardan hasat yapmak, tahıl ekiminden çok daha uzun bir süre aldığı için dikim yapılan bölgeye uzun vadeli bağlanma gerekmiş.
Ağaç dikimi, çok alanda olduğu gibi Mezopotamya'da, "Bereketli Hilal" bölgesinde yani Dicle ile Fırat arasında gelişmiş; Mısır'da Nil Vadisi'nde ve Hindistan'ın Ganj Nehri etrafında devam etmiş.
İnsanlar yaşam alanlarında kök veren ağaçları çoğaltmaya çalışırken medeniyetler arasındaki göç, ticaret, savaş gibi ilişkiler sayesinde hem ağaç türleri hem de hem de yetiştirme teknikleri kültürler arasında dolaşım göstermiş, Orta Doğu'nun ağaç türleri Avrupa'ya taşınmış. On bin yıl önce, Nil Nehri civarında, Akdeniz etrafında, Basra Körfezi'ni çevreleyen ülkelerde ve Mezopotamya'da yaşayan ilk çiftçiler, en dayanıklı mahsulü veren tohumları bulmak için çalışmışlar.
Yabani tahıllardan seçtikleri bazı tohum türlerinden daha bol hasat almayı keşfedenler seçici olmaya başlamışlar, tarımda verimlilik ön planda olmaya başlamış. Artan hasat miktarları nüfusun artmasına yol açmış, zamanını yiyecek arayışıyla geçiren göçebe yaşam tarzı, dikilen ağaçlar ve günden güne gelişen tarım yüzünden sona eriyormuş.
Kuzey Irak'ta yaklaşık 50 bin yaşında olduğu tahmin edilen yabani hurma ağaçlarının tohumları bulunması, Eski Asurlular için beslenme dışında dini bir önemi de olan hurma ağacının yetiştirildiğine dair bilgilerin olması hurmanın Antik çağda, Orta Doğu'da yetiştirilen ilk meyve ağacı olduğu yönünde düşünülmesini sağlıyormuş. Sonraki yıllarda Hindistan'dan Kuzey Afrika'ya kadar çok geniş bir coğrafyaya taşınan hurma ağaçları, yağışın az olduğu coğrafyalarda taze veya kurutulmuş olarak yenebilen meyvesiyle zor şartlarda yaşayan insanların beslenmesinde katkısı olmuş; çöl sıcağında yeşeren umutları ateşlemiş.
Anadolu'da MÖ 6000'den beri yetiştirilen zeytin ağacı, gelişen ilkel deniz ticaret ağıyla birlikte ilk olarak Kuzey Afrika'ya götürülmüş, sonra da MÖ 6. yüzyılda İtalya'ya ulaşmış. O yıllarda meyvesi tazeyken çok acı olduğu ve bugün sofralarımızı süslediği şekliyle zeytin yapma tekniği bilinmediği için eski uygarlıklar tarafından sadece yağı çıkarılmış, gıdadan sağlığa, güzellikten deri işlemeye, hayvan yeminden gübre olarak kullanmaya kadar zeytinyağının faydaları çok farklı alanlarda insanların günlük yaşamını taçlandırmaya başlamış.
Ağaç dikme becerisi insanı insan yapan özelliklerden biri. Eski uygarlıkların da sığındıkları ağaçları, meyve bahçeleri olmuş; insanlar çevrelerine faydalı ürünler veren, kendilerini koruyan, gölgeleri veya güzellikleriyle doğaya yaşam değeri katan ağaçlar dikmişler. Budanan dallarından yapılan çitler yaşam alanlarını dışa karşı korurken ısınma, beslenme ve barınma konusunda da ilk akla gelen farklı türlerdeki ağaçlarmış.
Büyük İskender'in fetihleri sırasında çok sayıda ağaç tipi Asya'dan Avrupa'ya taşınmış, elma, armut, kayısı ve erik gibi ağaçlar Avrupa iklimine ayak uydurmuş.
Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu zamanında fidan yetiştirme bilgisinin öğrenilip geliştirilmesi yanında seleksiyonla yeni çeşitler arama çabası ustalıkla uygulanmış, ağaç dikimi, aşılama, budama teknikleri nesilden nesile aktarılmış. Bu iki uygarlık da kapsamlı bahçecilik kılavuzları hazırlamışlar, nasıl ağaç dikileceği, nasıl korunacağı-budanacağı ve nasıl işleneceğine dair günümüze ulaşan kanıtlar bırakmışlardır.
İngiltere'ye elma, karadut, incir, kestane, ceviz ve muşmula götüren Romalılar süs bitkileri de yetiştirmiş, tutku haline getirdikleri bahçıvanlık üzerinde literatüre bugün kullanılan haliyle sözcükleri birer birer eklemeye başlamışlar.
''Ormandan izinsiz ağaç kesenin başını keserim'' dediğini varsaydığımız Fatih Sultan Mehmet'ten neredeyse bin yıl önce, MS 500 civarında ilk Frank Kralı Clovis tarafından derlenen Salic Yasalarında meyve ağaçlarına zarar verenler için ağır cezalar belirlenmiş.
İlk Çağ'da ayrıcalıklı olarak din adamlarının ve soyluların yaşam alanlarını zenginleştiren meyve bahçeleri, Orta Çağ'la birlikte halkın da uğraşı olmuş, meyve halkın diyetine girmiş.
Barış ve refah dönemlerinde meyvesi, dayanaklı kerestesi olan ağaçlar dikilmiş, kasabaların ve yerleşim yerlerinin etrafını süs bitkileri sarmış. Manastırlar düzenle dikilmiş ağaçları altında yetiştirdikleri sebzelerle insanları inanca çekiyor, ilahi gücünü pekiştiriyormuş.
Tabii ki her çağda ağaçların düşmanları olmuş, savaşlarda ilk zarar verilen ormanlarmış; yakılan - kesilen ağaçlar düşmanlara haz vermiş.
15 – 18. yüzyıllar arasında yaşanan keşifler çağında muz, mango ve Japon hurması gibi meyve ağaçları Batı ile Doğu arasında seyahat etmiş, bugün elma şarabıyla ünlü olan Normandiya bölgesine elma ağaçları dikilmiş.
1569 yılında Hollanda'da kurulan fidanlıklarda çeşit çeşit ağaçlar yetiştirilmeye çalışıyor, dikilen fidelerin, köküyle nakledilen genç ağaçların tutması için özel aletler geliştiriliyormuş.
Veba salgını ve Büyük Londra Yangını gibi çağında yaşanan önemli olaylara şahitlik eden devlet adamı, bahçıvan ve ağaç yetiştiricisi John Evelyn, yerli ağaçların çoğaltılması, dikilmesi ve bakımının yapılması konusunda ayrıntı bilgiler içeren kitabı "Sylva, A Discourse of Forest Trees'i 1664 yılında Londra'da yayınlamış.
1600'lü yıllarda başlayan ve 1800'lere kadar devam eden "plantasyon hareketi", çoğunlukla verimlilik içerikli tür seçimleriyle ilgili deneylerle karakterize edilmiş olsa da meşe, dişbudak, kayın, karaağaç ve kestane ağaçları dikimi uzak denizlere yelken açacak gemilerin omurgasından bina yapımına, yeşermeye başlayan mobilya sektöründen tabuta kadar pek çok konuda kereste üretiyormuş.
18. yüzyılda Diderot ve Alembert'in hazırladıkları ilk Ansiklopedi çalışması içinde ağaç bölümü yer almış, ağaç yetiştirmenin çeşitli yöntemleri anlatılmış.
İsviçreli doğa bilimci Jean Senebier, ağaçların karbon tutma özelliğini 1796 yılında keşfettiğinde, günümüzün belki de en çok kullanılan kelimelerinden biri olan fotosentezin adı ilk kez telaffuz edilmiş oluyormuş.
19. yüzyılda, fidancılık orta sınıflar arasında daha yaygın hale gelmiş, bir yandan her mevsimde, her coğrafyada yetişmeyen ağaçlar için sera ortamları kuruluyor, narenciye ve tropikal meyve ağaçları mekan koleksiyonları yaratılması için soğuk iklimli Kuzey Avrupa ülkelerinde dikiliyormuş.
1800'lerin sonunda İsveçli bilim adamı Svante August Arrhenius, fosil yakıtların kullanılmasının küresel ısınmaya yol açacağını fark etmiş ve bunu ilk kez dile getirmiş.
1910 yılında, peyzaj mimarı John Noland, Amerikanın Boston Şehrinin yeni oluşan mahallelerin inşası sırasında bölgeye ağaçlandırmak çevredeki ormanlardan seyreltme tekniğiyle olgun ağaçlar çıkarmışlar ve bunları vagonlarla taşıyarak Myers Park alanına dikmişler. Bugün hala bulunduğu alana güzellik katan devasa boyutlardaki meşe ağaçları tam 100 yıl önce köküyle sökülen ağaçların başka bir alanda yeşerebileceğini gösteriyormuş.
Bu konu aklıma son 20 yılda, kentsel dönüşüme uğrayan İstanbul'da kesilen on binlerce, yüz binlerce ağacı aklıma getirdi. Hepimizin şahit olduğu güzelim manolyaları, çamları, akasyaları, meyve ağaçlarını Erenköy'ün, Göztepe'nin, Acıbadem'in, Beşiktaş'ın, Bakırköy'ün Paşabahçe'nin inşaatlarında kesilmekten kurtaramaz mıydık? Milletin 100 yıl önce denediği köküyle söküp başka bir yere dikmeyi belediyeler, orman fakülteleri, Orman Bakanlığı ortak bir proje halinde uygulayamaz mıydı? Birkaç cılız uygulamayı saymazsak düşünmeden edemiyorum, alt tarafı kamyona eklenen basit bir düzenek gerektiren sökme işini beceremez miydik?
Yaşamın, tarımın, hayvancılığın temiz soluk almanın güvencesi olan ormanlarımız maden arama, taş ocağı açma, otoban yapımı, kiralama ve yangınlarla baş etmeye çalışıyor. Toprak kaymaları, parazitler, tarım ilaçları, yangınlara sebep olan enerji nakil hatları ve başta insan olmak üzere tüm zararlılara karşı direniyor ağaçlar.
Bakmayın siz bunların tekrar yeşillendireceğiz dediklerine; maden sahalarının, taş ocaklarının terk ettikleri yerlerde kolay kolay ağaç yetişmiyormuş.
İnsan, kendinden milyonlarca yıl önce var olan ağaçların değerini kavrayabildi mi?
Hem Paris İklim Anlaşması'na imza at, hem birkaç kişinin cebine girecek para uğruna ağaçlarına, bunlara göz yaşı döken insanlarına kıy.
Desenize, korku dolu bir ortamda, "hayır" demenin yasak olduğu bir oylamayla ciddi bir oyla kabul edilmiş gibi gözükse de, şu ana kadar değişe değişe kalbura dönen haliyle de olsa 12 Eylül'ün mantığını koruyan Anayasamız insanını koruyor mu ki ağacını korusun!
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
https://www.history.com/topics/holidays/the-history-of-arbor-day#section_1
https://www.alimentarium.org/en/fact-sheet/history-arboriculture
https://www.gastearsivi.com/gazete/yeni_asir/1934-12-05/2
https://www.ferrero.com.au/fc-4853?newsRVP=1315
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |
Hindi, Amerika'nın keşfi sonrasında Avrupa’ya getirildiğinde şaşkınlıkla karşılanmış
Yılbaşı ağaçları ve süslemeleri Hristiyanlıktan çok önce ortaya çıkan pagan adetlerinden biri
The Economist dergisinin gelecek yıl için beklentileri “belirsizlik” ve “istikrarsızlık” içerikleriyle dolu
© Tüm hakları saklıdır.