06 Şubat 2025
Prof. Dr. Etem Karakaya
Rekabetçi bir karbonsuzlaşma ve güvenli bir gelecek hedeflerine ulaşmak için beş yıllık bir yol haritası sunan ‘‘Avrupa Rekabetçilik Pusulası’’, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından 29 Ocak 2025’te kamuoyu ile paylaşıldı. Avrupa Komisyonu tarafından görevlendirilen Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Mario Draghi’nin Eylül 2024’te açıkladığı, ‘‘Avrupa Rekabet Gücünün Geleceği’’ başlıklı rapor esas alınarak hazırlanan Pusula, rakipleri ABD ve Çin’in gerisinde kalan AB’nin gidişatını tersine çevirebilecek bir yol haritası sunuyor.
İnovasyonu kuvvetlendirerek ABD'li ve Çinli firmalarla yarışabilecek ‘‘Avrupa şampiyonları’’ yaratmayı da hedefleyen bu strateji; bürokratik engellerin azaltılmasını, regülasyonların sadeleştirilmesini ve karbonsuzlaşma hedefleri ile ekonomik büyümenin uzlaştırılmasını öngörüyor. İş dünyasının büyük destek verdiği Pusula, özellikle Avrupa Parlamentosu’ndaki yeşiller ve sosyalist blok ile bazı çevreci sivil toplum kuruluşları tarafından ise çevre korumayı rekabetçiliğe kurban edeceği endişesiyle ve regülasyonları azaltması sebebiyle eleştiriliyor.
AB projesinin başarısını destekleyen küresel koşulların geçerliliğini yitirdiği ve AB’nin, temiz teknolojilerin üretimi de dahil olmak üzere birçok alanda, ABD ve Çin ile rekabet gücünü kaybettiği bugünlerde, giderek ‘‘girişimci karşıtı’’ hale gelen uygulamalarını revize etmesi büyük önem taşıyor. Endişelerin aksine Avrupa Rekabetçilik Pusulası, AB’nin karbonsuzlaşma stratejisine itiraz etmiyor, ancak bu hedeflere daha rekabetçi bir yoldan ulaşmanın mümkün olduğunu savunuyor.
Ne var ki Pusula’nın, iklim değişikliği ile mücadeleyi ve yeşil dönüşümü engellemeyi hedefleyen Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geçmesiyle başlayan yeni döneme dair söz söylememesi ve politika önerisi sunmaması, önemli bir eksiklik. Bu yeni dönemde AB’nin, yeşil teknolojileri ucuz ve rekabetçi bir şekilde üretebilen ülkeler ile işbirliğine gitmesi, hem rekabetçiliğini artırabilmek hem de karbonsuzlaşma hedeflerine ulaşabilmek için doğru bir strateji olacaktır.
Mario Draghi’nin Eylül 2024’te açıkladığı, ‘‘Draghi Raporu’’ olarak bilinen, ‘‘Avrupa Rekabet Gücünün Geleceği’’ başlıklı rapor, AB ekonomilerinin performansının rakiplerine kıyasla düşük kaldığı tespitinde bulunmuştu ve bu durumu; inovasyonun zayıflığına, yatırımların yetersizliğine ve üretkenlik artışındaki durağanlaşmaya bağlamıştı.
Gerçekten de, Mario Draghi’nin de uyardığı gibi, AB’nin ‘‘üzerine inşa ettiği temeller artık sarsılıyor’’. Avrupa Birliği sosyo-ekonomik yapısını; yüksek iç pazar rekabeti, açık ticaret ve güçlü refah devleti paradigması üzerine başarıyla kurdu. Ne var ki uzunca bir dönem bu yapıyı destekleyen - güçlü küresel ticaret, jeopolitik istikrar ve düşük enerji fiyatları gibi - küresel koşullar, artık geçerliliğini yitirdi.
AB ülkeleri, 2008 finansal krizinden itibaren sıkıntılar yaşamaya başladı ve bu olumsuzluklar, pandemi ile birlikte şiddetlendi. Bu kriz, özellikle AB’nin rakipleri olan ABD ve Çin ile karşılaştırıldığında daha açık bir şekilde görülüyor: 2002 yılında, AB ve ABD ekonomilerinin toplam gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyüklükleri neredeyse aynıydı. 2023 yılına gelindiğinde ise AB ekonomilerinin GSYH’sı hemen hemen aynı seviyede kalırken, ABD’nin GSYH değeri ciddi ölçüde büyüdü ve AB’den neredeyse yüzde 50 daha büyük bir değere ulaştı.
Aynı durum, Çin ile AB karşılaştırması yapıldığında daha da çarpıcı sonuçlar veriyor. Yeni Milenyumun başlangıcında Çin’in toplam GSYH’sı 1.21 trilyon dolardı ve bu değer, AB üyesi Almanya’nın 1.95 trilyon dolarlık GSYH’sından daha küçüktü. 2022 yılında ise Çin’in toplam GSYH değeri, 27 üyeli AB ekonomisinin toplamından daha fazla hale geldi.
Bu gerileme, AB’nin öncülük etmeyi hedeflediği yeşil dönüşüm alanında da geçerli. Karbonsuz bir geleceği ‘‘kalkınmanın ana motoru’’ olarak gören ve yeşil dönüşümün öncüsü olmanın, kendisine önemli stratejik avantajlar sağlayacağını düşünen AB; yeşil enerji dönüşümünü ve emisyon azaltım hedeflerini başarıyla gerçekleştiriyor. Örneğin yenilenebilir enerji tüketiminde AB, yüzde 22’lik pay ile küresel lider konumunda. Bu oran Çin için yüzde 14, ABD için ise yalnızca yüzde dokuz seviyesinde. Bu dönüşüm, önemli bir fosil yakıt ithalatçısı olan AB’nin enerji arz güvenliğinin sağlanmasında oldukça önemli. Ne var ki aynı AB’nin, bu temiz teknolojilerin üretiminde günden güne geri kaldığını görüyoruz.
AB, umut bağladığı hidrojen teknolojilerinde hala önemli bir gelişme göremediği gibi, mevcut temiz teknolojilerde de ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Örneğin 2000li yılların başında küresel ölçekte en kaliteli güneş ve rüzgar panellerini rekabetçi bir şekilde üretebilen AB, artık bu teknolojilerin verimli ve düşük maliyetle üretiminde gerilemiş ve liderliği, başta Çin olmak üzere, başka ülkelere kaptırmış durumda.
Avrupa için daha da şiddetli bir sorunu ise otomotiv sektöründe gözlemliyoruz. Ulaştırma sektörünün karbonsuzlaşması için en önemli seçenek olan elektrikli vasıtalar (EV), fosil temelli araç üretiminde küresel lider olan Almanya ve AB şirketleri için önemli bir tehdit haline geldi. İçten yanmalı motorlara sahip prestijli araçlar üreten Volkswagen, BMW, Mercedes gibi markalar, bu dönüşüm sürecinde adeta yük olmaya başladı.
Başta Alman markaları olmak üzere, Avrupa’nın geleneksel fosil temelli şirketlerinin EV üretiminde hantal kaldığı ve elektrikli araçlarını rekabetçi fiyatlarla satamadığı görülüyor. Örneğin 2024’te küresel olarak en çok satılan ilk 10 EV arasında Almanya’nın veya diğer Avrupa ülkelerinin asırlık araç şirketleri yer almıyordu. Draghi Raporu’nda da belirtildiği üzere, 2000 yılının başından bu yana ABli üreticilerin küresel pazar payı üçte birden altıda bire düştü - Çin’in payı ise yaklaşık yüzde iki seviyesinden yüzde 32’ye yükseldi.
Krizin sebebi, karbonsuzlaşma politikaları değilOtomotiv sektöründe yaşanan bu krizin karbonsuzlaşma politikalarından kaynaklanmadığını vurgulamak önemli. Nitekim net sıfır emisyon hedefleri olmasaydı dahi, kendi petrolü olmayan ve yoğun hava kirliliği ile boğuşan Çin, kendi çıkarları için elektrikli araç dönüşümünü gerçekleştirirdi. Otomotiv pazarının çok hızlı büyüyeceğini bundan 15-20 yıl önce öngören, 1.4 milyar nüfusa sahip Çin için EVler, petrol ithalatı yerine yerli elektrik kaynaklarıyla tüketim yapmak anlamına geliyor. Elektrikli vasıtalar için olmazsa olmaz olan kritik mineral ve hammaddelere sahip olan ve büyük pazarı ile ölçek ekonomilerinden ziyadesiyle avantaj sağlayan Çin, artık bu araçları, içten yanmalı motorlara göre daha düşük maliyetle üretiyor. Haliyle, kullanım süresi dolmak üzere olan içten yanmalı araç krizini karbonsuzlaşma politikalarına bağlamak, hattatların işini elinden aldığı için matbaanın icadına kızmaya benziyor. |
Draghi Raporu’nun da tespit ettiği tüm bu sorunlara çözüm üretmeyi amaçlayan AB Pusulası, beş temel eylem tanımlıyor: (i) Bürokrasiyi azaltmak ve sadeleştirmek, (ii) Tek Pazar’a yönelik engelleri azaltmak, (iii) nitelikli işgücü geliştirmek, (iv) ucuz finansmana erişim ve (v) politikaların koordinasyonu.
Yoğun bürokratik engellere ve karmaşık regülasyonlara sahip olan AB, giderek ‘‘girişimci karşıtı’’ bir kültüre bürünmüş görünüyor. Örneğin son 10 yılda, trilyon dolarlık şirket değerine ulaşan en büyük 10 teknoloji şirketinden dokuzu, ABD merkezli. İlk 10’da hiç Avrupalı şirket bulunmuyor. Dünyanın en büyük 50 teknoloji şirketinin ise yalnızca dördü Avrupa merkezli. Draghi Raporu’nda da son 50 yılda, sıfırdan 100 milyar Euro’nun üzerinde piyasa değerine ulaşan hiçbir AB şirketinin kurulmadığı aktarılıyor.
AB, bu inovasyon açığını kapatmak için; yeşil teknolojiler, yapay zeka, biyoteknoloji ve uzay teknolojisi gibi sektörlere yatırım yapmayı planlıyor. Böylelikle, özellikle ABD’nin ve Çin’in büyük firmalarıyla küresel olarak rekabet edebilecek ‘‘Avrupa şampiyonları’’nı teşvik etmeyi amaçlıyor. Bu şirketlerin inovasyon potansiyellerini güçlendirmek için AB Pusulası, antitrust ve birleşmelere dair düzenlemelerin yeniden değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, rekabet politikalarının modernize edilmesini öneriyor.
Rekabetçilik Pusulası’nda finansman miktarı yokHazırladığı raporda Mario Draghi, rekabetçi bir Avrupa için yatırım ve finansman sağlamanın önemini vurgulamış ve yılda 750-800 milyar Avroluk ilave yatırım yapılması gerektiğini belirtmişti. Rekabetçilik Pusulası ise böyle bir rakam vermekten özellikle kaçınmış görünüyor. Bunun yerine, hem kamu hem de özel sektörün, yatırım ve finansman ihtiyacında aktif rol alması gerektiği ifade ediliyor. Pusula’da ayrıca, yılda 300 milyar Avro tasarrufun AB dışına çıktığına dikkat çekiliyor ve Avrupa Sermaye Piyasalarının bütünleştirilmesi ile ilave finansman kaynağına erişilebileceği söyleniyor. Çözüm olarak derin ve likit bir sermaye piyasası olacak şekilde tasarlanan yeni ‘‘Avrupa Tasarruf ve Yatırım Birliği’’ kurulacağı belirtiliyor. Bu birlik sayesinde AB’de finansman için gerçek bir tek pazar yaratılması ve işletmelerin özel finansmana erişiminin kolaylaştırılması planlanıyor. |
AB’nin içinde bulunduğu durumun nedenlerinden biri olarak, çok sayıda ve karmaşık regülasyonlara dikkat çekiliyor. Çevre ve yeşil dönüşüm alanındaki düzenlemeler de bazen yoğun bürokratik engellere, yeşil yatırımların gecikmesine ve genel olarak karmaşaya yol açabiliyor. Draghi Raporu’nda verilen bir örneğe göre, kapsam 3 emisyonları, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nda (SKDM) hariç tutulurken, CSRD’nin ise kapsamı dahilinde yer alıyor. Bu durum, aynı ithal ürünün iki rejim altında, iki farklı karbondioksit rakamına tabi tutulduğu anlamına geliyor. Nitekim AB Pusulası da, sadeleştirme hedefleri doğrultusunda özellikle çevresel raporlamalarda önemli bir azaltıma gidileceğini duyurdu. Çevresel raporlama yükümlülüklerinde yaklaşık yüzde 25 oranında sadeleştirme düşünüyor; bu sadeleştirme KOBİler içi ise yüzde 35 civarında olacak. Ayrıca şubat ayında duyurulması planlanan Omnibus ESG yasası; özellikle AB Taksonomi Yönetmeliği, Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması Direktifi (CSRD) ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi'nde (CSDDD) sadeleştirmeleri içerecek.
Çevresel düzenlemelerin tek bir raporlama altında entegre edilerek sadeleştirilmesinin bürokratik engelleri azaltacağı ve AB’deki işletmelere yılda 37 milyar Avro tasarruf sağlayacağı umuluyor. Ancak, bu kadar bürokratik karmaşıklığa ve yüke bizatihi kendisi sebep olan AB Komisyonu’nun, bu sorunların çıkacağını niçin önceden düşünmediğinin sorgulanması gerekir. Ayrıca, bu sadeleştirmelerin çevresel yükümlülükler ve iklim hedeflerinde bir azalmaya yol açıp açmayacağının da dikkatle takip edilmesi önem taşıyor.
Türkiye de yakından takip etmeliBugünlerde Türkiye’nin de sürdürülebilirlik raporlamasına dair yeni mevzuat ve kurallar geliştirdiği düşünüldüğünde, AB’nin uygulamaya geçireceği sadeleştirmelerin yakından takip edilmesi, ülkemiz için önemli. Bu süreçte, AB raporlama esaslarını uygulayan ya da kopyalayan kuruluşların, birçok uygulamayı çöpe atacağını ve yeni duruma ayak uydurmak zorunda kalacağını göreceğiz. |
Rekabetçilik Pusulası’nın vurguladığı bir diğer önemli konu ise iklim politikasının ekonomik büyüme ile uyumlu hale getirilmesi. Bu çerçevede, AB’nin karbonsuzlaşma hedefi güçlü bir şekilde vurgulanmaya devam ederken, özellikle sanayide karbonsuzlaşmanın uluslararası alanda rekabetçi olmasına dair önlemler geliştiriyor.
Avrupa Rekabetçilik Pusulası’na yöneltilen önemli bir eleştiri, çevre korumanın rekabetçiliğe kurban edileceği endişesi. Ancak aslında ne Draghi Raporu ne de AB Pusulası, AB’nin karbonsuzlaşma stratejisine itiraz etmiyor. Aksine, net sıfır hedeflerine ulaşmanın daha rekabetçi bir yolu olabileceği savunuluyor. AB’nin iddialı karbonsuzlaşma hedeflerini, ekonomik rekabet gücüyle uzlaştırmak, Rekabetçilik Pusulası’nın önemli bir odak noktası.
AB’nin yeşil politikalarının doğurabileceği sanayisizleşme ihtimali, bu çerçevede yönetilmesi gereken önemli risklerden biri olarak öne çıkıyor. Nitekim Avrupa Komisyonu, temiz teknoloji endüstrilerine daha fazla destek vermeyi amaçlayan bir ‘‘Temiz Sanayi Anlaşması’’nı Şubat ayı içinde yayınlayacak.
Temiz Sanayi Planı ile AB, enerji yoğun şirketlerin temiz teknolojilere geçişini daha iyi desteklemek için devlet yardımlarında esnek ve destekleyici bir çerçeve sunmayı; mali teşvikler, kamu alım politikaları ve inovasyon fonlaması yoluyla düşük karbonlu ürünlere olan talebi teşvik etmeyi planlıyor.
Diğer yandan ise AB, yaşadığı bu krizlerden büyük ölçüde Çin’i sorumlu tutuyor ve nispeten korumacı bir politika uyguluyor. Örneğin, Çin sübvansiyonlarının Birlik içindeki rekabet gücünü olumsuz etkilediğinin düşünen AB, Çin yapımı elektrikli araçlara uygulanan tarifeleri Ekim 2024’te yüzde 45’e kadar çıkardı.
Gerçekten de Çin, ‘Amerika inovasyon yapar / Avrupa regüle eder / Çin taklit eder’ sloganının aksine, son yıllarda yeşil teknolojik dönüşüme dair inanılmaz bir ilerleme sağladı. Kritik mineraller, yenilenebilir enerji, bataryalar ve elektrikli araçları gibi yeşil teknoloji alanlarında baş döndürücü bir performans sergiliyor. Devlet destekli sanayi politikası izleyen Çin, yeşil dönüşüm için diğer tüm ülkelerden daha fazla harcama yapıyor: 2024 yılında, toplam küresel temiz teknoloji yatırımlarının yaklaşık dörtte üçü Çin tarafından gerçekleştirildi. ‘En büyük kirletici’ Çin, artık kendisini iklim krizine karşı bir kurtarıcı olarak konumlandırıyor.
ABD’nin ise tam tersi yönde ilerlediği görülüyor: Son başkanlık seçimlerini büyük bir zaferle kazanan Trump, iklim değişikliği ile mücadeleyi ve yeşil dönüşümü baltalayacak politikaları savunuyor. Zaten başkanlığının ilk gününde de Paris Anlaşması’ndan çıkış kararnamesi imzalayarak bu tutumunu bir kez daha ortaya koydu. Trump’ın ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarını daha da hızlandırması ve AB dahil birçok ülkeye karşı korumacı önlemler alması da bekleniyor.
Bu yeni durum karşısında nasıl pozisyon alacağı, muhtemelen AB’nin geleceği için belirleyici olacak. Avrupa’nın ileride başarılı olması, mümkünse hem ABD ve Çin ile hem de diğer ülkelerle sağlıklı ticari ve yatırım ilişkileri ile mümkün. Temel kuruluş amacı Avrupa’ya barış getirmek olan AB’nin ticaret savaşları ve ekonomik çatışmalar içine çekilmesi, AB ekonomilerine ve toplumsal refaha ciddi zararlar verebilir. Bu çerçevede AB’nin korumacı politikalara yönelmesinin, hem AB ilkeleri ile hem de karbonsuzlaşma hedefiyle çeliştiğini düşünüyorum.
Avrupa Rekabetçilik Pusulası’nda, Trump hükümetiyle birlikte başlayan yeni dönemin getirdiği risklere atıfta bulunulmaması ve herhangi bir politika geliştirilmemesi, önemli bir eksiklik olarak görülmeli. Bu yeni dönemde AB ile Çin işbirliğinin, AB hedefleri için uygun bir strateji olacağı kanaatindeyim. Korumacı politikaların ise AB’nin karbonsuzlaşma hedefleri açısından uygun olmayacağı görüşündeyim. Nitekim AB’nin de sıklıkla vurguladığı gibi, ‘iklim krizi küresel bir sorundur ve ancak küresel işbirliği ile çözüme kavuşabilir’. Küresel bir yeşil teknoloji devriminin gerçekleşmesi ve bu yüzyılın ortasına kadar net sıfır hedeflere ulaşılması, küresel işbirliği olmadan mümkün değil.
Hem ekonomik hem de rekabetçiliğe dair sorunlarla boğuşan AB’nin yeşil teknoloji dönüşümünü tek başına sağlaması, neredeyse imkansız. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti, yeşil teknolojiler konusunda şu anda öncü bir ülke konumunda. Paris İklim Anlaşması’ndan çıkan ve yaklaşık 70 temiz enerji girişimine verilen destekleri kaldıran ABD’nin ise yeşil yatırımlarda gerileyeceği söylenebilir. Bu durum, yeni Pusula ile yeşil dönüşümü büyümenin merkezine koyan AB’nin, önemli bir yatırım cazibe merkezi olmasına yol açabilir. Yine aynı nedenlerle, Çin’in bu sektörlerdeki liderliğini daha da artırabileceğini söylemek de yanlış olmaz. Diğer yandan Trump tarafından ticaret savaşına zorlanan ve aşırı arz fazlası, deflasyon gibi bir dizi ekonomik sıkıntılar yaşayan Çin de, AB ile ekonomik işbirliğinden fayda sağlayacaktır.
Yapılan ekonomik çalışmalar, AB’nin Çin’e karşı uyguladığı korumacı politikaların, ilgili sektörleri koruyamayacağını, ancak süreci uzatabileceğini gösteriyor. Öte yandan, küresel müzakerelerde iklim önderi olduğunu iddia eden AB’nin, yeşil teknolojilerin ticaretine ve yaygınlaşmasına engeller getirmesi, ilkeleriyle bağdaşmıyor. Asıl hedef, pahalı olan yeşil teknolojilerin ucuz ve rekabetçi bir şekilde üretilmesi ve kullanılması ise, bunu da bir şekilde Çin veya diğer ülkeler becerebiliyor ise, yapılması gereken bu ülke ile işbirliğine gitmektir.
AB’nin mevcut ulusal ve jeopolitik tercihlerinin yanı sıra Çin yönetimine dair demokrasi ve insan hakları çerçevesindeki endişeleri, AB ile Çin arasında böylesi bir işbirliğinin zor olacağına işaret ediyor. Ancak Çin ile yapılacak stratejik bir işbirliği, özellikle karbonsuzlaşma hedefleri ve rekabetçi bir Avrupa yaratma yolunda önemli kazanımlar sağlayabilir. Örneğin Çin’in yıllardır, Batılı ülkelerin sermaye ve teknolojisini ülkesine çekmek için geliştirdiği akıllı stratejilerin benzerini, bu kez AB, Çin ile işbirliğinde uygulayabilir.
1990lı yılların başından itibaren ihracata dayalı büyüme ile ekonomisini Batılı şirketlere açan Çin, kendi bakir pazarını önemli bir cazibe aracı olarak kullanıyor ve ülkesine doğrudan yatırım yapacak şirketlere bir dizi stratejik kurallar getiriyordu. Örneğin her yabancı üreticinin Çinli bir firmayla ortak girişim kurması ve üretimin mümkün olduğunca büyük kısmını Çin’de, ortaklaşa üretmesi şart koşuluyordu. Bu süreçte yabancı üreticiler, Çinli ortaklarına belirli teknoloji ve üretim bilgilerini aktarmayı kabul ettiler. Stratejik sanayi politikası izleyen Çin, nitelikli insan gücü ve teknolojik kapasite de yaratarak, bu şirketlerden öğrendiği teknik know-how ile birleştirdi. Nihayetinde küresel ölçekte en rekabetçi elektrikli araçlar ortaya çıktı.
AB de benzer bir strateji izleyerek ve Çin merkezli şirketlerle stratejik işbirliği yaparak, artık inovasyon ve yeşil teknoloji lideri olan Çin’den teknik bilgiyi (know-how) transfer edebilir. Bunları yapabilecek nitelikli insan gücü ve sermaye, AB ülkelerinde zaten mevcut. Dolayısıyla yapıcı bir işbirliği, hem AB hem Çin hem de iklim değişikliği ile mücadele için kazan-kazan-kazan durumu yaratacaktır.
Etem Karakaya kimdir?Prof. Dr. Etem Karakaya 2021 yılından bu yana Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İİBF, İktisat bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 1992 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümünde lisansını tamamlayan Etem Karakaya, daha sonra Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF asistanı olarak YÖK bursuyla yüksek lisansını İngiltere’de Leicester Üniversitesi ve doktorasını Nottingham Trent Üniversitesi’nde iktisat alanında yapmıştır. Bir dönem ABD New Jersey’deki Rutgers Universitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmıştır. 2005-2008 döneminde merkezi Kopenhag’da bulunan AB kurumu Avrupa Çevre Ajansı’nda “iklim değişikliği ve enerji” biriminde proje yöneticisi ve Türkiye masası sorumlusu olarak çalışmıştır. Avrupa Çevre Ajansı’nda çalışırken birçok kez Avrupa Komisyonu, BMİDÇS, OECD ve diğer kurumlarda Avrupa delegasyonu olarak görev yapmıştır. Bu dönemde ve devamında Türkiye’nin iklim müzakerelerine katılan heyete ve ilgili bakanlıklardaki uzmanlara “Kyoto Protokolü, küresel iklim rejimi, karbon piyasaları” konularında eğitimler vermiştir. Ayrıca, iklim değişikliği ve enerji alanında AB, UNDP, ilgili bakanlıklar ve özel şirketlere proje ve danışmanlık yapmaktadır. Dr. Etem Karakaya yaklaşık 20 yıldır iklim değişikliği, karbon piyasaları ve enerji konularını Avrupa Birliği ve Türkiye özelinde çalışmaktadır. Son yıllarda özellikle enerji, malzeme kullanımı ve verimliliği konularını sürdürülebilirlik açısından çalışan Karakaya, bu alanlarda birçok makale ve rapor hazırlamıştır. Uzmanlık Alanları: İklim iktisadı; iklim müzakereleri; sanayide karbonsuzlaşma; karbon piyasaları; AB ETS sistemi; enerji ve malzeme verimliliği; döngüsel ekonomi; uluslararası iktisat |
İklim Masası Hakkında İklim Masası, basına bilimsel temelli iklim haberleri servis etmek amacıyla kurulmuştur. İklim değişikliğini, ekonomiden tarıma, biyoçeşitliliğe etkilerinden toplumsal sonuçlarına, tüm yönleriyle ele almayı hedefleyen bir haber ajansıdır. Bilim insanları tarafından İklim Masası için kaleme alınan haber metinleri, gazetecilere ve basın kuruluşlarına ücretsiz servis edilir. Gazeteciler, haberi hazırlayan bilim insanını ve İklim Masası'nı referans göstermek kaydıyla, metinlerin tamamını veya bir kısmını kullanmak ve metinlerden alıntı yapmak konusunda özgürdür. İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili basında yer alan haberlerin nicelik, nitelik ve konu çeşitliliği bakımından gelişmesini hedeflemektedir. İklim değişikliği konusundaki çalışmaları daha görünür kılmayı, yeni araştırmalara ilham vermeyi ve iklim değişikliği konusunda üretilen akademik bilgiyi bir araya getirerek gazeteciler için güvenilir bir bilgi kaynağı oluşturmayı amaçlar. |
* T24, İklim Masası köşesini herhangi bir kurumdan karşılık almadan yayımlamaktadır.
Uzmanlar, Meclis’e sunulan İklim Kanunu Teklifi’nin Türkiye’nin karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve ne şekilde azaltılacağına dair yeterli bir çerçeve sunmadığı ve bu haliyle bir iklim kanunu olmaktan uzak olduğu eleştirisinde bulunuyor
"Türkiye, iklim değişikliğinden daha fazla etkilendiği bilinen Akdeniz Bölgesi’nde yer alıyor ve özellikle batı bölgeleri büyük risk altında. Hem iklimsel hem de meteorolojik olarak, gerekli hazırlıkların yapılması şart"
Kömürden çıkışın adil olması ve toplumsal destek görmesi için refah kayıplarının net olarak hesaplanması ve bu kayıpların tazmin edileceğine dair güvence verilmesi gerekiyor. İhtiyaç duyulan kaynakların bir kısmı, 2008-2017 yılları arasında senede 335 milyon dolar olarak hesaplanan, kömür üretimine yönelik teşviklere ayrılan devlet bütçesinden karşılanabilir
© Tüm hakları saklıdır.