25 Haziran 2024
Adını, ABD'nin 1971'de Alaska'da yürüttüğü nükleer silah testlerini tanıklık ederek ifşa etmek için kullandıkları balıkçı teknesinden alan Greenpeace bugün hem 103 milyon Euro'ya yakın sermayesiyle finansal olarak hem de inşa ettiği küresel ağ ile dünyanın en büyük çevre odaklı sivil toplum kuruluşlarından biri.
Fakat kuruluşundaki barış motivasyonunun aradan geçen 50'yi aşkın yılda zayıfladığını son olarak İsrail devletinin 7 Ekim'den itibaren Filistin'de soykırım düzeyinde uyguladığı şiddet üzerinden görüyoruz. Greenpeace'in 55'ten fazla ülkede varlık göstermesini sağlayan 25 ofisi, İsrail şiddetine karşı genel olarak içinde bulundukları ülke veya bölgenin duruşunu yansıtan farklı tutumlar aldı. Ancak kurumun koordinasyon merkezi dahi birden fazla kez şiddetin durması için çağrı yapsa da Greenpeace Türkiye bunu uzun süre yapmadı. Mayıs ayında bu durumu çeviri bir metinle telafi etme çabası ardından ise Greenpeace Türkiye'nin yönetiminin Greenpeace İsrail ile ortak olduğu ve bunu 20 bine yakın finansal destekçisinden sakladığı ortaya çıktı.
T24'te bu bilgiler kamusallaştıktan sonra iletişim kuran sayılı isimlerden biri, kurumun eski yöneticisi Ersin Tek oldu. 2020-2023 yılları arasında iki ülkeyi çatısı altında yöneten Greenpeace Akdeniz ofisinin yöneticiliğini yapan Tek, genel olarak Greenpeace'in Filistin meselesine yaklaşımını yöneticiliği sürecinde etkilemeye çalıştığını ama yapamadığını ifade etti. Bunun nedenleriyle birlikte Greenpeace'in yapılanmasını, Türkiye ofisinin bu yapı içindeki yerini, Greenpeace İsrail ile yönetim ilişkisini ve İsrail devletinin uyguladığı şiddete karşı tutumunu konuşmak için yönelttiğimiz söyleşi teklifini kabul eden Ersin Tek'in T24'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- Greenpeace Türkiye özelinde konuşmaya başlamadan önce ilk soruyu Türkiye'deki çevre STK'larının mevcut durumlarını anlamak için soracağım. Sosyal medya takiplerine göre çevre haklarını savunan kurumlar, insan hakları temelli oluşumlardan çok daha fazla ilgi çekiyor. Örneğin, Af Örgütü 85 bin, Mor Çatı 59 bin, Hafıza Merkezi 14 bin takipçiye sahipken Instagram'da Greenpeace Türkiye 459 bin, TEMA 803 bin, WWF Türkiye 311 bin kişi tarafından takip ediliyor. Buna karşılık özellikle uluslararası kurumların paylaşımları sayılarla ters orantılı şekilde kof; Türkiye'de deneyimlediğimiz çevre sorunlarının ucundan belki tutan veya tamamen kopuk paylaşımlar yapıyor olmalarının yanı sıra kendilerini neredeyse politika üstü bir yerde konumlandıran bir imaj çiziyorlar. Bunun, yerel çevre hareketleri etrafında örülen dayanışmaların genel olarak yarattığı yüksek sese rağmen olması ayrıca dikkat çekici. Bu alanda deneyim sahibi bir profesyonel olarak Türkiye'deki çevre STK'larının politik tutumunu siz nasıl özetliyorsunuz? Bu STK'lar bir üretimde bulunmadan çevre meselesine yönelik ilgiyi tüketiyor olabilirler mi?
Türkiye'de bence iki olgu var. Bir tarafta çevre hareketi var, içinde feminist veya LGBTİ+ gibi farklı hareketlerden insanların da olduğu çok sayıda bireyden oluşan. Bu, sadece çevre için yürüyen bir hareket olmanın ötesinde var olan bir hareket. Bu hareket kendini sürekli bir aktiflik içinde göstermiyor ama Filistin meselesinde veya Akbelen'de olduğu gibi bazı anlarda kendini toplumsal duyarlılık olarak gösteriyor. Diğer tarafta ise STK'lar var ve onlar da bu çevre hareketinin bir parçası. Bu kurumlar dünya çapında kampanyacılık gibi profesyonel olarak geliştirdikleri teknik ve taktikleri uygulayabilme avantajına sahip. Mesele de bunları ne için kullandığımız; bu avantajları ve sosyal medya hesaplarını yerel direnişlerin gücüne güç katmak için mi kullanmalıyız, yoksa 'kendi kampanyamızı yapalım' mı demeliyiz? İstisnalar elbette var ama tercihin genel bir ortalama olarak 'kendi kampanyamı yapayım' tarafında kullanıldığını görüyoruz. Greenpeace ise bir tık daha sokağa dayanan, aktivizm ayağı olan bir STK olduğu için küresel ölçekte milyonların sesi olma, mobilizasyonun kolaylaştırıcısı olma gibi bir strateji seçiyor kendine. Ben de bu stratejiye sahip olduğu bir dönemde Greenpeace'e dahil oldum ve Greenpeace'in bu stratejisini hâlâ çok önemsiyorum. Ama bu bireylerin kitlesel gücüne dayanan ruh çıkarıldığında geriye bir kabuk kalıyor. Bunun sonucu olarak çevre STK'larının da; gücü olan ama toplumsal tabandan kopuk, kendi kampanyalarına odaklanan, prestij sahibi bir reklam ajansını andıran kampanyacılara dönüştüğüne tanık oluyoruz. Yerel hareketlerin belki kabuğu o kadar güçlü değil, teknik bilgileri gelişkin değil ama kabuklarının içi dolu. Bu iki tarafın yan yana gelmesi gerektiğini düşünüyorum.
- Bu bağlam içinde Greenpeace Türkiye'yi doğru konumlandırmamız için: Konu çevre olunca net bir başarı elde etmenin zorluğu aşikâr ama Greenpeace Türkiye'nin Güneydoğu'da orman yangınları olduğunda ses çıkarmadığını, mermer ocaklarına karşı doğayı savundukları için öldürülen Büyüknohutçular çiftinin yaşadıklarına ve davalarına dair sessiz kaldırklarını, kömüre bakarken doğalgazı yok saydıklarını veya çoğunluğun ekonomik kalkınmayı çevreye tercih edişine dair bir söz dahi üretilmediğini görüyoruz. Greenpeace'in Türkiye'de yapmadıkları yaptıklarından daha uzun bir liste mi? Greenpeace, Türkiye’de neler başardı?
Greenpeace'in hakkını çok açık teslim etmek gerekir. Bugün ozon tabakası krizini büyük ölçüde atlattıysak ya da örneğin nükleer atıklar okyanuslara boşaltılmıyorsa, bunlar Greenpeace'in kampanyaları sayesinde oldu. Aynı zamanda Türkiye'nin 2003'te Irak işgaline ortak olmamasını sağlayan pek çok güçten biriydi Greenpeace. Greenpeace kendisini en başta bir kampanya örgütü olarak konumlandırıyor ve toplumsal dönüşümü profesyonel kampanyacılıkla yaratmaya çalışıyor, bu kampanyaları da her alanda yapmaları mümkün değil ama bulundukları alanda ne söyledikleri ve nasıl söyledikleri önemli.
- 1992'de kurulan Greenpeace Türkiye, yaptığı iki kampanya ile öne çıktı, yavru balıkları korumak için 2007'de başlattıkları "Seninki kaç cm?" ve Efes'i de üreten Anadolu Grubu'na karşı 2011'de yürütülen "Kömür bu kapağın altında" kampanyaları. Bunun 32 yıl için ne kadar kuvvetli bir sicil oluşturduğu kendi içinde sorgulanabilirken Mayıs ayında Greenpeace Türkiye'nin Greenpeace İsrail ile ortak bir yönetim kurulu olduğunun ve bunun aboneleri dahil kamudan gizlediğinin açığa çıkması da yaprak kımıldatmadı. Türkiye'deki çevre hareketi Filistin meselesine mi duyarsız yoksa Greenpeace, Türkiye'deki çevre hareketinin önemsemediği bir kurum mu?
İkisi de olmayabilir. Belli noktalarda ortaklaşsalar da Greenpeace ofislerinin birbirleriyle organik ilişkilerinin olmaması bu durumun kaynağı olabilir. Bunu aktarabilmek için önce belki bu yapıyı açmak gerekir, çünkü kamuyla paylaşılan bilgi "Greenpeace ofisleri bağımsızdır" olsa da anlaşılması kolay olmayan bir yapı var.
- Açar mısınız bu yapıyı?
Şöyle ki, Greenpeace'in ülke veya bölge ofisleri var, merkezde gözüken Amsterdam'daki Greenpeace International ise başka bir organizasyon. Bu bağımsız organizasyon ne bir federasyon ne tam hiyerarşiye sahip bir oluşum; daha çok, bu ofislerin birer temsilcisinin var olduğu, onların oy verdiği, kararlar alınan uluslararası bir koordinasyon merkezi gibi düşünebilirsiniz. Peki neye göre ülke veya bölge ofisleri oluyor? Mesela Türkiye şu an İsrail'in de içinde olduğu bir bölge ofisinde ve bu ofis hepsinde faaliyet göstermek zorunda olmasa da 4 ülkenin lisansına sahip. International diyor ki "Böyle bir Greenpeace oluşumu vardır, biz bunları Akdeniz ofisi olarak kabul ediyoruz, Greenpeace adı ile bu bölgelerde faaliyet gösterebilirler, gelip International'da oy kullanabilirler ama bu dört ülke bir kişi ile temsil edilecek."
- Greenpeace Türkiye şeffaflık prensibine aykırı bir şekilde detayları paylaşmıyor ama uluslararası dokümanlardan anladığım kadarıyla bu dört ülke Malta, Kıbrıs, Türkiye ve İsrail; Akdeniz ofisini de Türkiye direktörü temsil ediyor. Bu ülkeleri altında barındıran Greenpeace Akdeniz nasıl işliyor?
Bu ülkelerin lisansları var ama aktif olarak sadece Türkiye ve İsrail'de ofis var. İsrail ile Türkiye yasal olarak da birbirinden ayrı, kâr amacı olmayan oluşumlara aitler. Yasal olarak ayrı yapılarda olsalar da Greenpeace bölge ofisi çatısı altında temsil ediliyorlar ve bu nedenle ortak bir çatıda olduklarını da es geçmemek gerekir. Ben direktörlük vazifesini yerine getirirken Akdeniz'in eğilimlerini bir kişi olarak temsil ediyor oldum ama bu iki ülke arasında pratikte program bazında çok da bir ilişki yok, birlikte kampanya yapmıyorlar, daha çok koordinatif bir ilişki olarak devam ediyor. Bunların tepesinde var olan yapı da bir çeşit denetim mekanizması olarak işlev görüyor.
Yaprak kımıldamama meselesine geri dönecek olursak: Filistin bütün dünya gündemine yakıcı bir şekilde oturduktan sonra sadece Türkiye veya İsrail ofisi değil, genel olarak Greenpeace ofisleri ve International bu konuda uzun süre sessiz kaldı. Birkaç ülke ofisi dışında ve internetten yayımlanan birkaç açıklama dışında, bir var olmama hâli gördük. Greenpeace International ancak 8 ay sonra, 18 Haziran'da Filistin'de işgale son verilmesi gerektiğini söyleyen bir açıklama yayımlayabildi. Türkiye dahil bütün dünyanın gündemi ve sokakları Filistin ile çalkalanırken, süreçte sessizliği ağır bastığı için de Greenpeace Türkiye'nin son durumu takipçilerini şaşırtmamış olabilir.
- Greenpeace International farklı tonlarda da olsa ateşkes çağrısı yaparken İngiltere ve Endonezya gibi adını koyarak İsrail'in şiddetine karşı duran Greenpeace ofisleri oldu. Greenpeace İsrail süreçte nasıl bir tutum aldı?
5 Haziran'da yaptıkları açıklamada özetle, İsrail hükümetini kaçırılanların tamamını evlerine geri getirecek, yaşayanları iyileştirecek, ölüleri gömecek, masumların acılarını sona erdirecek bir anlaşmayı teşvik etmek için harekete geçmeye çağırıyoruz, diyorlar. Burada çok yuvarlak cümleler var. Sanki Ortadoğu'da bir yerlerde neden kaynaklandığı belli olmayan bir şeyler oluyor da onunla ilgili bir açıklama yapmışlar gibi bir metin bu. Ama benim çok önemsediğim bir kısmı şöyle: "Dünyanın dört bir yanındaki barışsever toplumu İsrail ve Filistinlilerin ılımlı seslerini desteklemeye çağırıyoruz. Şiddeti meşrulaştıran veya İsrail'in var olma hakkını inkâr eden mesaj ve semboller içeren aşırı söylemlerin benimsenmesi meşru değildir." Açıklama İsrail hükümetini tek meşru güç olarak görüyor ve metin esas olarak "İsrail'in var olma hakkı"na vurgu yapıyor. Oysa bugün esas "aşırı söylem" bir soykırım yaratan sömürgeci bir devletin savunuculuğunu yapmak, esas bunun radikal olduğunun altını çizmek lazım.
- Şu detayları okuyucu için not düşmek lazım, Mayıs sonunda Hollanda menşeli Doorbraak'ta Chihiro Geuzebroek imzasıyla çıkan bir yazıdan aktaracağım: İsrail ofisinde Filistinli personel yok. Greenpeace İsrail'in başında olan Jonathan Aikhenbaum, daha önce "Filistinlileri topraklarından ve geleneklerinden daha da uzaklaştırmanın bir aracı olarak egzotik ağaçlar dikerek savaş suçları işlemek ve bunları gizlemek"le suçlanan Yahudi Ulusal Fonu için çalışıyordu. Aynı direktör ayrıca, Hamas üyelerinin hayvanlara benzetilmesinden bunun hayvanlara hakaret olduğunu iddia ederek şikâyet eden bir yazı kaleme aldı. Paylaştığınız 5 Haziran çağrısıyla birlikte halihazırdaki ifadeler Greenpeace İsrail'in siyonist bir çerçevede olduğunu işaret etmiyor mu?
Greenpeace'in İsrail'de bir ofisi varken neden Filistin'de olmadığı da sorulabilir ama insanların değil, İsrail ofisinin ne söylediğine bakmak lazım. İsrail ofisinin yaptığı açıklama çok yanlış. Bu açıklamayı da Greenpeace İsrail geri çekebilir, hâlâ önlerinde fırsat var.
- Greenpeace İsrail'in bu duruşunu kamusallaştırmasını sağlayan, International'ın ofisleri özerk bırakması mı?
Son Filistin tartışmalarını bilemem ama Greenpeace'de eğilim genelde şudur: Özellikle böyle olayların olduğu bölgelerdeki ofislerin etkin olduğu tartışmalar yürür. Bu tartışmaların sonucunu bazı ofislerin verdikleri tepkilerde görüyoruz, bu seslerin yuvarlak olan kısmı barış çağrılarının içini boşaltıyor olsa da. Greenpeace siyonist bir rejimin varlığına, bu anlayışın devletleşmesine ve uyguladığı baskılara karşı çıkan bir yerde durmalıydı. Son yıllardaki kesişimsellik söylemlerinden de hareketle örneğin Greenpeace Amerika Black Lives Matter hareketiyle uzun zamandır yan yana. İklim hareketi dünyanın pek çok yerinde bu kesişimsellik üzerine kuruluyken Filistin meselesinde bunun aynı süratle uygulanmadığını, bu yönde çekinerek davranıldığını görüyoruz. Çok yakın zamanda Greenpeace Rusya'nın Rus hükümeti tarafından kapatıldığını eklemem lazım. Bu sessiz sedasız olmadı, bizde çıkarılmaya çalışılan 'etki ajanlığı' yasasının benzeri nedeniyle kapatma süreci çalışanlar damgalanarak yürütüldü. Ben birebir şahidim, Rusya dahil tüm ofisler ve International bu konuda geri adım atmamak gerektiğini düşündü ve net bir tutum alındı. Veya 2003'te Greenpeace'in 'Irak'ta savaşa hayır' koordinasyonuna büyük destekler verdiğini hatırlıyorum. Bu sözün söylenmesinin de, söylenmemesinin de, ne zaman söylendiğinin de tercih olduğunu görmek lazım.
- Greenpeace International, İsrail devletinin şiddetine karşı duruşunu netleştirme yönünde adım atarken Greenpeace Türkiye, yedi ay sonra yayımladığı ve olgusal hatayla çevirdikleri 'barış çağrısı' metni haricinde kendi adına kaleme aldığı bir açıklama yayımlamadı. Bu kurumun tutumu Greenpeace içinde özellikle önemli, çünkü destekçilerinden saklıyor olsa bile biraz önce konuştuğumuz gibi Türkiye ofisi, Greenpeace İsrail ile birlikte Akdeniz çatısı altında bulunan ve onunla ortak olan tek ülke. Greenpeace'in güçlü olduğu Greenpeace Almanya veya ABD'nin İsrail'i eleştirmeyen tutumları o ülkelerin tarihleri ve siyasi yapılanmaları ile çok alakalı iken bu ülkelere kıyasla Filistin yanlısı bir tutuma sahip Türkiye'de Greenpeace Türkiye'nin soykırım karşıtı bir açıklama yapmamasında anlaşılması güç bir yan var. Greenpeace İsrail, İsrail devleti ile aynı çizgide olduğunu ima eden bir ifadeler bütününe sahipken Greenpeace Türkiye sizce neden örneğin Gazze için imza kampanyası başlatan Greenpeace Endonezya gibi kamusal bir karşı çıkış koymuyor? Greenpeace Türkiye, soykırıma ve İsrail ofisinin mevcut tutumuna karşı kurumsal olarak başka nasıl yollarla tepki gösterebilir?
Ben esas olarak bahsettikleriniz gibi güçlü ülkelerin tepki koymasının etkili olacağını düşünüyorum ama Türkiye ofisi her ne kadar Greenpeace ofisleri arasında en güçlüsü olmasa da bir çatı altında temsil edilmemeyi isteyebilir; International'a "Ben bu tavra sahip Greenpeace İsrail'i temsil etmek istemiyorum" diyebilir ama dışarıya yansıyanlara göre demiyor.
- Siz bu adımı atmamayı neye bağlıyorsunuz? Ve sizce Greenpeace Türkiye, İsrail ofisi ile ortaklığını sonlandırmayı istemeli mi?
Türkiye'de sivil toplum olarak hiçbir şey söyleyemez hale getirildiğimizden yakınıyoruz uzun bir süredir ve bu konuda haklıyız da, ama söylenmesi daha kolay şeylerin de söylenmiyor olması şaşırtıcı. Türkiye ofisi bunu tercih ediyor. Demek ki, mevcut yönetici arkadaşların uygun gördüğü hat bu. Örneğin, ekonomik kriz nedeniyle hükümetin bulduğu kaynakların büyük kısmı "yeşil dönüşüm" için gelecek. Bu konuları es geçip sahil hakkına odaklanan kampanyalar görüyoruz. Belki mantık "kamuoyu ilgisinin" olduğu konulara odaklanmaktır denebilir ama Türkiye, Filistin ile sahillere kıyasla daha az ilgilenmediğine göre bu konuda net bir söz söylememe ısrarı ve isteği var. Bu da politik bir tercih.
Ben dünyanın her yerindeki aktivizmin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamıyla, İsrail'deki iklim adaleti aktivizminin varlığı çok kıymetli. Ancak bu varlık yaşadığı topraklarda gerçekleşen soykırıma sessiz kalırsa, bu varlığın gerçekten iklim adaleti için mücadele ettiği söylenemez. Bu durumda da elbette bu birlikteliği sonlandırmak gerekir.
- Greenpeace Türkiye'nin performansının sebebi İsrail yanlısı bir duruş olabilir mi sizce?
İçeriden bilgiye sahip değilim fakat bu konuda çaba sarf edildiğine dair dışarıya yansıyan ciddi bir emare yok. Hiçbir açıklama yapmayıp sonunda paylaştıkları özensiz çeviri metinse çok yetersiz. Çok daha güçlü çabalar iklim hareketinde var, savaş karşıtı hareket içinde varken Greenpeace Türkiye'de yok. Dolayısıyla böyle bir ihtimal kesinlikle var. Greenpeace International'ın da yaptığı açıklamadan sonra, önümüzdeki günlerde aksi yönde bir adım atıp atmayacağı da önemli.
- Bu ofisten biri veya çevreci bir okuyucu size şu soruyla gelse yanıtınız ne olur: Filistin ile iklim adaletinin alakası ne?
İklim krizi denilince genelde ppm'ler (parts per million, atmosferdeki karbonmonoksit miktarını ölçmek için kullanılan birim, milyondaki parçacık sayısı-T24), sera gazı emisyonları, enerji politikaları gibi şeyler anlaşılıyor. Ancak bütün bunların ötesinde çok basit ve temel bir konu var. Yaklaşık 250 yıldır, insanlar dahil bütün doğayı kâr edilecek kaynaklar olarak gören bir sistemde yaşıyoruz. Kaynaklar, toplumun ihtiyaçları için kullanılmıyor. Bir avuç azınlığın kâr ve güç hırsı için talan ediliyor. Petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlar, bu kaynakların en önemlisi, en vazgeçilmezi, en kârlısı. İklim adaleti, iklim krizinin bir semptom olduğunu, esas olanın hastalığı tedavi etmek olduğunu anlamakla başlayan bir mücadele. Savaşlardan sömürgeciliğe, toplumsal cinsiyet eşitliğinden barınma sorununa pek çok farklı boyutta krizler yaratan bir sisteme karşı verilen bir mücadele. Bu nedenle, iklim adaleti mücadelesi aslında iklim krizini yaratan sistemin karşısındaki bütün kesimlerle bir arada yürütülebilecek bir mücadele.
Öte yandan, Filistin'de bir soykırım yaşanıyor. Üstelik, bu soykırım bugün bir anda uygulanmadı. 1920'lerde ilk siyasi cinayetini antisiyonist bir Yahudiyi öldürerek işleyen, 1930'larda "Siyonist kolonileşme yerli nüfusun iradesine karşı koyarak gerçekleşebilir" diyen, 1948'de katliamlar gerçekleştiren sömürgeci bir ideoloji olan siyonizmin devletleşmiş hâli olan İsrail'in kuruluş ideolojisi zaten bunu öngörüyor. İsrail'in bir Yahudi devleti olmadığını, İsrail'de ve dünyanın dört bir yanında pek çok Yahudi de ifade ediyor. İsrail, siyonist bir devlettir. Dolayısıyla ne Yahudi toplumunu temsil edebilir ne de Yahudi toplumunu zan altında bırakabilir. İklim adaleti mücadelesi verirken bir yandan kaynakların adil dağılımından, insan dahil doğanın üzerindeki tahakkümün ortadan kaldırılmasından bahsedip öte yandan sömürgeci bir devletin soykırımına sessiz kalmak mümkün olabilir mi? Toplu mezarların üstüne rüzgâr istasyonları kurarak adalet sağlamak mümkün olabilir mi? Kan denizinin üstünden iklim adaleti yükselemez. Özellikle, Türkiye gibi ülkelerde Filistin'in özgürlüğü için verilecek mücadelenin, antisemitizme karşı verilecek mücadeleden ayrılmaması gerektiğini vurgulamak ayrıca gerekli.
- Sizin direktörlük yaptığınız dönemde Filistin meselesi Greenpeace için nerede duruyordu? Siz bugün çizdiğiniz resme karşı ne yaptınız?
Benim dönemimde pandemi, deprem gibi bazı talihsizlikler nedeniyle başka konulara eğilmek durumunda kaldık ama birçok kere uluslararası ofise bu konunun konuşulması ve işgale karşı net bir tutum alınması gerektiğine dair girişimde bulundum. Fakat içeriden gelen talep kamuoyu baskısıyla birleşmediği için ilerleme olmadı. Bu noktalarda bölge ofislerinin güvenliği düşünüldü ve bu anlaşılabilir kaygı ama mesele bu noktaya gelmemeliydi. Filistin şimdi dünyanın kalbinin attığı bir mesele iken, herhangi bir kaygının bir değeri yok, bugün soykırıma bahane uydurulabileceğini düşünmüyorum. İklim hareketinin en önemli isimlerinden biri Greta Thunberg ilk günden beri iklim adaletinin bu işgalle bağlantısını anlatmaya çalışıyor. Greenpeace International'ın geç de olsa yaptığı açıklama önemli. Greenpeace ofislerinin bu açıklama ile yetinmeyip, sokaktaki harekete destek vermelerini umuyorum. Hep birlikte göreceğiz. Bununla beraber, İsrail ofisinin yaptığı açıklama ise, bu açıklama ile çelişiyor. Daha önce sorduğunuz gibi, İsrail ofisinin işgale karşı net bir tutum almaması durumunda Greenpeace lisansını iptal etmeleri gerekir diye düşünüyorum.
- Bunun yüksek olasılıkla neden olmayacağını anlamak için: Greenpeace merkezinin paylaştığı 2022 finans raporuna göre kurumun 103 milyon Euroluk finansal bir varlığı var. Bu Türkiye'de herhangi bir hak örgütünün tahayyül etmekte dahi zorlanacağı bir sermaye. Bu sermayenin kaynağı ne? Bu kaynağın 7 Ekim sonrası Greenpeace'in tutumunu belirlediğini düşünmek ne kadar yanlış olur?
Bu konu Greenpeace'in en temel ayağı. Greenpeace neredeyse yüzde 90 üzerinde bir oranla bireylerden gelen, işte sokaklarda insanlara biraz da bıktık dedirten 'yüz yüzeci'lerin imza kampanyalarına destek istediği, dergi aboneliği teklif ettiği insanların katkıları ile yaşıyor. Greenpeace Türkiye örneğin bir dergi olarak faaliyet gösteriyor ve dergi abonelerinin destekleri ile ayakta kalıyor ama bu ülkeler arasında farklılık gösterebiliyor. Bu bahsettiğiniz meblağın yüzde 70, 80'i Avrupa'dan, Almanya gibi çevre hareketinin çok güçlü ve gelişkin olduğu ülkelerin kendi kaynakları. Küresel ölçekte baktığımızda Almanya gibi ofislerde yapılanlar da büyük harcamalar. Örneğin bir dönem dünyanın ana gündemi olan ozon tabakasının delinmesine karşı buzdolabı teknolojisinin geliştirilmesinde Greenpeace Almanya'nın katkısı var. Dolayısıyla bu harcamalar büyük oranda ofislerin yürüttükleri çalışmaların boyutu ile ilgili. 7 Ekim'den sonra da Almanya'da başta hükümet olmak üzere İsrail yanlısı tavır alındığını ve bu yönde baskılar uygulandığını biliyoruz. Buna ek olarak, bilgiye dayanarak söylemiyorum, spekülasyon yapacağım ama, Greenpeace Almanya için bağışçı tabanından da bu yönde bir baskı olabilir.
- Almanya alıntıladığım raporda da en güçlü kaynak olarak öne çıkıyor ve onu ikinci sırada takip edenle arasında ciddi bir mesafe var. Türkiye ayağında bahsettiğiniz dergi aboneliği ise kurumun internet sitesine göre 20 bin kişiye ulaşmış. Fakat sizin direktör olduğunuz zaman dahil bugün konuştuğumuz İsrail ile ortak yapı bu kişilerle paylaşılmıyor. Bir STK'nın bu boyutta kendini gizlemesi ne kadar etik? Buradan; tek yönetim kurulu, tek başkan ve kâğıt üstünde dahi olsa tek bütçe varken destekçisine ne olduğunu söyleyemeyen bir örgüt resmi çıkmıyor mu?
Greenpeace olabildiğince operasyonlarını açık yürütmeye çalışıyor ve elbette bunu da açıklaması gerekir. O dönem biz de açıklamadık ve bunun a'dan z'ye bir sürü makul bulanabilecek ve bulunmayacak sebepleri olabilir ama günün sonunda doğru bir tavır değil. Bu eleştiri benim dönemimi de kapsıyor. Ama şunun altını çizmem lazım, yönetsel olarak temsiliyetteki bir aradalık dışında içerik, üretim açısından iki ülke arasında bir birliktelik yok. Fakat bu ilişkinin organik olup olmamasından bağımsız olarak bugün en büyük mesele bence şu: Türkiye ofisi ne diyor, İsrail ofisine karşı tavrı ne?
- İklim adaleti bugün Filistin'den geçiyorsa sizce Greenpeace Türkiye iklim adaletinin içini mi boşaltıyor?
İklim adaletini savunmak için 2024'te ne söylemek lazım sorusu çok kritik. Çok sevdiğim bir söz vardır, "neren ağrır oran bağırır" diye. Bugün bütün dünyada adalet mücadelesinin Filistin'i ağrıyor ve Filistin'i bağırıyor. Dünyada pek çok yerde vahşi olaylar gerçekleşirken bugün bunların en kötüsüne, Filistin'de sömürgeci bir devletin soykırım uygulamasına ses çıkaramıyorsak, evet, iklim adaletinin içini boşaltıyoruz demektir.
Hazal Özvarış kimdir? Hazal Özvarış 1986 İstanbul doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. T24 internet gazetesinde editör olarak başladığı gazeteciliğe, haftalık söyleşilerle devam etti, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün kurucu üyeleri arasında yer aldı. İsveç Enstitüsü bursiyeri olarak yüksek lisansını Göteborg Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında tamamladıktan sonra Anadolu Kültür'de çalışmaya başladı ve Adalet Atlası podcast projesinin yürütücülüğünü yaptı. Projeyle aynı ismi taşıyan ve İletişim Yayınları'dan 2023'te çıkan Adalet Atlası'nın yanı sıra T24'te yaptığı medya söyleşilerini kapsayan Kayıp Medyanın İzinde: 2012-2018 adlı bir kitabı (P24 Medya Kitaplığı, 2018) yayımlandı. |
Çevik, Adana Altın Koza Film Festivali'nde finale kalan filmi "Hiçbir Şey Yerinde Değil"i anlatırken, "Seyirciye gözlük vermedim, şiddetin gözünün içine bakmak dönüştürücü olabilir” diyor
Prof. Dr. Meltem Ahıska anlatıyor: Radyoda sesin yarattığı bir şimdi-sellik var; sözü edilen herkesin “millet” olduğu varsayımı hâlen çok güçlü
İHD'den avukat Rehşan Bataray Saman anlatıyor: Son kayıtlara göre, toplu mezar sayısı 348, kişi sayısı 4 bin 201. Açılan mezar sayısı 45, mezardan çıkarılan kişi sayısı 281...
© Tüm hakları saklıdır.