24 Mayıs 2024
Yakınlarının, kırmızı karanfillerle birlikte fotoğraflarını yarın başta Taksim, Galatasaray olmak üzere pek çok meydanda bir kez daha kaldıracağı gözaltında kaybedilenlerin çoğu aşağıdaki görselde işaretli mezarlardan birinde yatıyor.
Türkiye'deki toplu mezarları gösteren bu ekran fotoğrafı, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi'nin 2011'de kamuoyuyla paylaştığı 'İnteraktif Toplu Mezarlar Haritası'na ait. Kayıpların akıbetlerini gizli tutarak devam ettirilen devlet suçunu bugüne taşıyan harita, aynı zamanda bu suça karşı 27 Mayıs 1995'ten itibaren meydanlara taşınan kayıplar mücadelesinin birikimini içeriyor.
Bu suç ve mücadelenin aldığı farklı biçimlere Türkiye'nin toplu mezarları üzerinden bakmak için projenin araştırma sürecinde aktif rol alan İHD Merkez Yürütme Kurulu Üyesi ve dönemin Diyarbakır Şube Hukuk Komisyonu Sorumlusu Avukat Rehşan Bataray Saman ile konuştuk.
Bataray, aralarında meslektaşları Raci Bilici ve Serdar Çelebi ile gazeteci Serdar Altan'ın da bulunduğu bir ekiple yaklaşık bir yıl boyunca toplu mezarlar üzerinde yaptıkları çalışmadan yola çıkarak T24'ün soruları eşliğinde Türkiye'de bir toplu mezar keşfinin nasıl gerçekleştiğini, bölgede görevli savcıların mezarlara ilişkin değişen tavırlarını, kayıp yakınlarının mezarları açmak için savcılığı beklemediğinde neler olduğunu, eski ve yeni toplu mezarlar arasındaki farkları aktardı.
Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın hakikat ve adalet için 1000. kez tutacakları haftalık nöbete eşlik etmek üzere Bataray'ın paylaştıkları şöyle:
- Sonuncusu geçen ay olmak üzere Gazze'de Nasır, el Şifa ve Kemal Adwan hastanelerinin içinde ve çevresinde 7 farklı toplu mezar bulundu. Filistin otoriterlerinin içlerinden yüzlerce cenaze çıktığını söylediği bu mezarlar İsrail devletinin o alanlardan çekilmesiyle birlikte keşfedildi. Yakın zamanda açılan bir mezarı keşfetmeye kıyasla gömüden sonra on yılların geçtiği bir mezarı bulmanın zorluğunu tahmin edebilsek de bunu nasıl aştığınızı bilmiyoruz. İHD Diyarbakır olarak Güneydoğu'da doğanın üstünü örttüğü mezarları nasıl tespit ettiniz ve 2011'de güncel bir toplu mezar haritası çıkardınız?
İHD Diyarbakır Şubesi bölgede gerçekleşen her türde insan hakkı ihlaline dair şikâyetin çatısı altında toplandığı bir kurum. Toplu mezarlara dair ayrı bir dosyamız yoktu ama bu şikâyetlerin arasında toplu mezar başvuruları da vardı ve biz her ne kadar interaktif haritayı 2011 Eylül ayında açıklasak da bundan önceki yıllarda İHD Diyarbakır'a yapılan başvuruların birikmesi, konunun siyasetin de gündemine gelmesi ve birçok toplu mezarın açılması deneyimiyle birlikte bu noktaya gelindi. Şu da çok önemliydi: 2004'ten sonraki süreçte köye dönüşler başladıkça ve insanlar uzun zamandır gitmedikleri köylerine ve yaylalarına gittikçe yaşadıkları yerlerde kemik kalıntılarıyla, toplu mezarlarla karşılaşmaya başladılar. 2004-2005'ten sonra başvurularda bu nedenle büyük bir artış oldu.
- Neden 2004 ve 2005?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin üst üste verdiği ihlal kararları ve başvuruların yoğunlaşması üzerine 2004'te 5233 sayılı yasa çıkarıldı, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun. Bununla ilgili tazminat başvuruları yapıldı ve bazı sıkıntılar olsa da, Avrupa Birliği adaylık sürecinin yarattığı baskı ile de kısmen köye dönüşlerin rahatladığı bir dönem başladı. Yazın çadırda kalmak için bile olsa insanlar geri geldi. Bu da olaylardan 10-15 yıl sonraya denk gelen başvurulara yansıdı.
- 10-15 yıl da doğanın bir mezarı görünmez kılması için yeterli bir süre olduğu için: Köylere geri dönüşlerde kemikler görüldüyse insanların bedeni gömülmemiş ve ortaya mı bırakılmış?
İnsanlar 1990'larda terk etmek zorunda kaldıkları köylerinde veya çevresinde kalanlarla bir şekilde iletişimi sürdürüyor, bilgi alıyor ve nerelerde toplu mezar olduğunu biliyor. Ya da yakınları o mezarlarda olduğu için kendileri araştırma yapıyor ama o dönem girişimde bulunmaya cesaret edemiyor. Dönüşler serbestleşince belli bilgileri kesinleştirdikten sonra bize ulaştırdılar. Belki bilirsiniz, 11 köylünün gözaltında kaybedildiği Diyarbakır'ın Kulp ilçesinin Alaca köyü dosyasında yayla olarak bilinen yerde köylüler gözaltına alınmış, gözaltına alınanların yakınları burayı biliyor ama sonra köyleri boşaltıldığı için başvurularına geri dönüş olmuyor.
- Dosyayı anlatır mısınız?
Daha sonra haber alınamayan 11 kişi Kulp, Alaca'da 11 Ekim 1993'te gözaltına alındı. Aileler yakınlarının nerede gözaltına alındıklarını biliyor, çünkü gözaltındayken onlara yemek götürmüşler. Fakat sonradan oraya gitmelerine izin vermemişler ve onlar da bir daha da yakınlarından haber alamamış. 2000'lerin başlarında dönmeye başladıktan sonra köylüler gözaltında tutuldukları bu yeri kontrol ediyor ve yüzeye çok yakın kıyafetlerle kemikler görüyorlar. Muhtemelen gözaltında tutuldukları yere doğru düzgün bir mezar kazılmadan öldürüldükleri yere gömüldüler. Aileler başvurduktan sonra İHD defalarca savcılığa gidiyor. Savcılık (7. Kolordu Komutanlığı Savcılığı, 2010) bir gün "orada güvenlik yok, ben oraya gidip keşif işlemi yapamam ama getirebiliyorsanız siz getirin" dedikten sonra o dönem şube başkanı olan Selahattin Demirtaş ailelerle birlikte buldukları kemik ve kıyafetleri toplayıp savcılığa götürüyor. Onlar üzerinde yapılan DNA incelemeleri sonucunda bulunanların aranan kişiler olduğu tespit ediliyor.
- Başvurularda belirtilen bu gibi toplu mezarların konumlarını nasıl tespit veya teyit ettiniz? İHD ilk toplu mezar raporunu Şubat 2011'de açıkladığında, içlerinde 1459 kişi olan 114 toplu mezardan bahsediliyor. Bu mezarlar için savcılara mı başvurdunuz yoksa hepsini ziyaret mi ettiniz?
Savcılar bu tür dosyalarda olay yerine çok zor gittikleri için biz başvuruları aldığımızda önce yeri tam tespit etmeye çalıştık. Başvuruları yapanlarla, ailelerle tarif ettikleri yerlere gidip dilekçelerimize yazabileceğimiz -yüzeye yakın kıyafetler olması gibi- somut bilgileri müdahale etmeden topladık. Bu süreçten sonra da savcılığa başvurduk. Raporları ve haritayı bu bilgilere dayanarak hazırladık.
- Sıfırdan bir toplu mezar keşfi yapmadınız, doğru mu?
Yapmadık.
- Toplu mezar açma raporlarına baktığımda mezarların nerede olabileceğini gösteren fotoğraflarda çorak bir bayır veya büyük bir düzlük gözüküyor, ayırt edici bir nesne varsa eğer bu bir ağaç veya açılmış bir yoldu. Geniş arazileri de içeren bu alanlarda teyit sürecini nasıl yürüttünüz?
İddialara ve yere göre değişiyor. Örneğin, Bingöl'ün Genç ilçesinin bir köyündeki toplu mezar iddiası çok gündeme gelmişti, çünkü içinde toplu bir mezarın olduğu söylenen caminin altında Şeyh Sait döneminden kalan başka bir toplu mezar olduğu ve caminin mezarın üzerine yapıldığı söylendi. Öncesinde başvurmamışlar ama cami bombalandıktan sonra insanlar başvuru yapıyor. Biz de bunun üzerine İHD olarak dört kişi o köye gittik, köylüleri dinledik ve bizi caminin olduğu yere götürdüler. Köye çok yakın bu yerde bir cami enkazı var ve caminin içinde toplantı halinde olan örgüt militanlarının cenazeleri duruyor. Biz bunu göremiyoruz ama köylüler "Şu taşı kaldırsak kıyafetleri görebiliriz" diyor. Taşları tam çıkarmamışlar ama bazılarını kaldırdıkça görmüşler. Bahsedilene göre, 1920'lerde de orada bir şeyler yaşanmış. 1980'lerde caminin inşaatında çalışan, başvurularını aldığımız yaşlı amcalar "Biz buranın inşaatında çalıştık, kemiklerle karşılaştık, onları bir köşeye koyduk, camiyi onların üzerine yaptık" dedi. "Şeyh Sait isyanı döneminde baskın yapılıyor ve köyün erkekleri orada toplanarak yakılıyor, burası onların da toplu mezarı" diye bir iddiaları vardı. Bunların üzerine gittiğimizde ayrıntılı fotoğraflamalar yaptık, bilgileri topladık ve bu şekilde savcılığa verdik. Bu çok kırsal alanda ve gitmesi zor olan bir köy; araçla gittikten sonra da dağlık alanda epey yürüyorsunuz. Savcılık buraya hiç gitmedi. Biz de başvuru yaptıktan sonra açıkçası çok ısrarcı olmadık çünkü savcılar Minnesota Protokolü'nü uygulamadan toplu mezarları açtıkları için delillerin kaybolmasına mı neden oluyoruz, diye endişe ettik.
Batman, Sason'da bir toplu mezar vardı örneğin. Aile bilgi almış bir şekilde, yakınları örgüt militanı ve o noktada bir bombalama olmuş ve hayatlarını kaybetmişler, kimse de cenazelerini kaldırmamış. Sason'a gidip burayı tespit ettik. Onlarda kazma ve gömme olmadığı için kemikler çok yüzeydeydi. Mart 2011'de insan hakları kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile düzenledikleri toplu mezarlara dair basın açıklamasını bu mezar başında yapmıştı, bugün tutuklu olan Çağdaş Hukukçular Derneği'nden avukat Selçuk Kozağaçlı da açıklamaya katılan kurum temsilcilerindendi.
- Minnesota Protokolü'yle birlikte mezar açma süreçlerini ayrıca soracağım ama, toplu mezar tanımının hukuken bir sınırlaması var mı? Teyit için gittiğiniz mezarlar mekânsal olarak nasıl bir çeşitlilik içeriyordu?
İHD Mardin Şubesi özellikle kayıplar ve faili meçhullere ilişkin başvuruların yoğun olduğu şubelerdendi. Bu şube yönetiminde yer alan arkadaşlarımızın aileler ile sahada yaptıkları çalışmalar, keşifler, tanık beyanlarının alınması gibi çok yoğun çalışmalar sonucunda birçok toplu mezar tespit edildi ve Dargeçit'te örneğin kuyulardan cenaze çıkarmak çok gündeme geldi. Birden fazla cenaze olduğu zaman kuyuları da toplu mezar olarak niteleyip rapora yansıttık. Veya bombalama sırasında yaşamlarını yitiren örgüt militanları birden fazlaysa cenazeleri alma, DNA testi yapma ve ailelere teslim etmek gerekiyor ama bunlar yapılmadığı ve o alanda bırakıldığı için onları da rapora geçirdik.
- Hafıza Merkezi'nin hazırladığı "Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybedilmeler" raporunda Cizre'deki kayıpların Cizre ve İdil yolu üstündeki askeri birliğe yakın bir köy ve çevresinde, Silopi'deki kayıpların Botaş kuyusu ve Habur Sınır Kapısı çevresinde, İdil'dekilerin Hizbullah'a yakın köyler ve çevrelerinde yoğunlaştığı yazıyor. Kuyuların Mardin'de olması gibi, şehirler arasında ayrışan başka nitelikler var mı?
Diyarbakır civarındaki cenazeler daha çok çatışma sonrası toplu gömülmüş ya da yaşamlarını yitirdikleri yerlerde bırakılmış veya çok az kazarak yüzeye yakın bir yere gömülmüş. Bir de bazı kimsesizler mezarlıkları var. Örneğin, Bingöl-Genç'te kazı yapıldığında görüldü ki, cenazeler o kadar düzensiz gömülmüş ki neredeyse toplu gömü olmuş. Savcılığın bunu tespiti ardından cenazeler ayrı ayrı gömüldü ama kimsesizler mezarlıklarında olanları toplu mezar raporuna geçirmedik.
- Hazırladığınız haritanın görseline baktığımızda Güneydoğu'da bazı bölgelerde yoğunlaşma olurken bazı bölgelerde toplu mezar olmadığını görüyoruz. Bu ayrım sizce neden kaynaklanıyor?
Bitlis bölgesinde, Batman-Sason'da ve Bingöl-Genç tarafında toplu mezarların çok yoğunlaştığını görüyoruz, çünkü bunların çoğu çatışmaların yoğun olduğu yerler. Diyarbakır'ın Kulp ve Lice ilçelerinde ise faili meçhul ve gözaltında kayıpların yoğunlaştığını görüyoruz. Örneğin 61 yaşındaki Bahri Budak ve 14 yaşındaki torunu Metin Budak kayıptı, köye dönüşler başladıktan sonra yakınları köyün etrafındaki dağlarda dolaşırken bir ağaca yakın bir yerde kıyafet parçası buluyor, sonra araştırıp dede ve torunun cenazesine ulaşıyorlar.
- Açıklamalarınızda mezarların içinde kaç kişi olduğu da yazıyor, bunu nasıl teyit edebildiniz?
Edilemiyor ama başvurucular genelde yakınlar olduğu için biliyor veya o çatışmadan sağ kalanlar, nasıl bir operasyon olduğunu veya çatışmada kaç militanın öldüğünü söyleyebiliyor.
- Bu söyledikleriniz bir kişinin kemiklerinin farklı mezarlarda çıkabildiği 1990'larda zorla kaybedilenler için geçerli olmadığı için soracağım, kayıplara ve PKK üyelerine ait iki mezar çeşidi arasında derinliğin yanı sıra bu açıdan da bir fark var mı?
Var tabii ama bazı dosyalarda kayıplar için de sayılar var, Budaklar örneğinde olduğu gibi. İki kişi aranıyordu ve iki kişi çıktı. Ya da Kulp, Alaca'da 11 kişi kayıptı, kemikler bulunduktan sonra DNA incelemeleri sonucunda 9 kişininki tuttu, 2 tanesi tam incelemeye uygun bulunmasa da 11 kişinin cenazesine ulaşıldı.
- Peki gözaltında kaybedilenler ve faili meçhuller ile çatışmada hayatını kaybeden PKK üyelerinin mezarları genel olarak eski/derin ve yeni/yüzeye yakın olarak ayrılıyorsa eski mezarları bulmak daha mı zor?
Açıkçası örgüt militanlarının mezarlarını bulmak daha kolay oluyordu, çünkü örgütün bir çalışması vardı. Örgüt, kendi basın kuruluşlarında "şu tarihte, şurada yaşamını yitirdi" gibi bir açıklama yaptıktan sonra aileler o açıklamalar üzerine bize geliyorlardı. Aileler hâlihazırda araştırdığı için de daha kolaydı. Ama kayıpların toplu mezarlarına ulaşmak çok zor. İtirafçı Abdülkadir Aygan'ın beyanları üzerine ulaşılan bazı mezarlar oldu veya bir asker, derneğe başvuru yapmıştı ve "Gizli tanık olarak beyanım, ben tanık olmak istiyorum" demişti, Lice tarafında kaybedilen Edip Tanrıverdi ve Ferman Cingöz'ün mezarı onun detaylı beyanı sayesinde bulundu. Zorla kaybedilen Murat Aslan ve Hasan Ergül'ün cenazeleri de bu tür ifadeler sayesinde bulundu.
- Söyleşinin başında savcıların bu mezarları açarken genel olarak uygulamadığını söylediğiniz Minnesota Protokolü kuralları hangileri oldu? Bilmeyenler için not düşelim: Toplu mezar açarken takip edilmesi gereken kuralları belirleyen Birleşmiş Milletler'in hukuk dışı, keyfi ve yargısız infazların önlenmesi ve soruşturulmasına dair hazırladığı Minnesota Otopsi Protokolü'nü takip etmeyen mezar açma süreçlerinde yer altından çıkanlar insan kemiği dahi olsa kanıt olarak kabul edilmeyebiliyor. Bu kuralların arasında incelemelerin adli tıp uzmanları tarafından yapılması, iş makinesi gibi delilleri karartıcı kazı yöntemleri kullanmamak ve eğitimli teknisyen bulundurmak, yakınların veya onların bilirkişilerinin gözlemci olarak otopsi esnasında bulunmasına izin vermek ve kimlik tespiti için DNA eşleştirmesi yapılmasının yanı sıra ölüm nedenini anlamak için gerekli çalışmaların yapılması yer alıyor. Mezardan parça almak yerine tüm iskelet kalıntılarının çıkarılması gibi unsurları kapsayan son maddenin amacı ölümlerdeki devlet sorumluluğunu tespit edebilmek. Bu süreçte ne tür ihlallere tanık oldunuz?
Toplu mezarları usulüne uygun bir şekilde açma ve usulüne uygun soruşturma yürütme konusunda savcılıklar her zaman çok isteksiz oldu. Sonuçta o toplu mezarların oluşumu, orada yatan insanların yaşamlarını yitirme şekilleri ve sorumlulukları gibi hususlar bir bütün olarak Türkiye'nin cezasızlık sistemi ile alakalı. Savcılıkların bu mezarlara tam bir olay yeri incelemesi titizliği ile yaklaşması ve delil olabilecek tüm verileri titizlikle toplaması gerekiyor. Bu insanların yaşamını yitirmesine ilişkin olarak zaten çok az delil söz konusu ve aradan geçen uzun yıllar nedeniyle bu delillerin önemli kısmı da kaybolmuş durumda. Bu mezarlar da kepçelerle, iş makineleriyle açılarak deliller yok edilmeye başlandı. Savcılıklar, hiç açılan toplu mezarı yaratan olayın ne olduğuna ve bunun sorumlularının kimler olduğuna ilişkin etkin bir soruşturma yürütmedi maalesef. Yakınlarını kaybedenlerin hakikati bilme hakları göz önünde bulundurulmadı.
- Savcıların mezarlar konusundaki taleplerinize yönelik tavrında dönemsel değişiklikler oldu mu?
"Barış süreci" olarak adlandırılan yumuşama döneminde çok net farklıydı. Taleplerimizi kısmen karşılayabiliyorlar veya faili meçhuller ve kayıplarla ilgili araştırma yapılsın diye başsavcıdan randevu aldığımızda görüşme yapılabiliyordu. Ellerinizde deliller veya listeler varsa bize sunun, dendi ve o dönem bunları savcılıklara sunduk. Günün sonunda cezasızlıkla da sonuçlansa Kulp, Alaca, Musa Anter dosyası gibi bazı ceza dosyaları açıldı ve davaya dönüştü. Bu dosyanın savcısı örneğin bizimle görüşüp "Zamanaşımı olmadan bu davayı açmak istiyorum, elinizde neler var" dedikten sonra sunduğumuz delillerden bir iddianame hazırladı. Ama 2014-2015'te savcıların yaklaşımı çok hızlı bir şekilde olumsuzlaştı.
- Bir toplu mezar haberi bölgede yayıldığında ve savcılık harekete geçmediğinde aileler, yakınları için bireysel olarak kazı yapıyor mu? Bu sık karşılaştığınız bir durum mu?
Evet, insanlar kendileri hem yerleri tespit etmeye çalışıyor hem de "savcılık gelmiyorsa kendimiz kazalım, götürelim" şeklinde kazı yapıyor, bunlar çok oldu.
- Savcılık nezdinde bunlar nasıl sonuçlandı?
Savcılık bu tür dosyalarda kendi de gitse aile de getirse orada ne olay olduğu ile ilgili bir araştırmaya gitmedi. Sadece bulunan kemik varsa o aileye ait mi değil mi bakıp dosyayı kapattı.
- Yönetmen Veysi Altay, Dargeçit'te olanları konu aldığı "Kuyu" belgeselini yapma sürecini anlatırken Altyazı dergisine kemik arama süreçlerinde çok hata yapıldığını, bunlar Minnesota Protokolü'ne uygun yapılmadığı için yetkililerin "Bunlar hayvan kemiği" diyerek DNA incelemesi de yapmadıklarını söylüyor.
Açıkçası çok yoğun başvurularla karşılaştığımız ilk dönemde bu konuda özel olarak çalışanlar olmadığı için el yordamıyla ilerledik. Toplu mezar açma usulünü ve nasıl olması gerektiğini, işin içine girip araştırmaya başladıktan sonra öğrendi hak savunucuları da. Hukuki kısmının nasıl olması gerektiğine dair de bir deneyimimiz yoktu. Dolayısıyla ilk dosyalarda bu olmuş sanırım ama ben karşılaşmadım. Bir iki dosyada da DNA incelemesi yaptıktan sonra kalıntıların hayvan kemiği olduğu tespit edildi. Başka bir vakada da Sur'da kazı çalışması yapılırken kemikler bulundu ve yapılan incelemelerde bulunan kemiklerin yaklaşık 100 yıl öncesine ait olduğu tespit edildi.
- 1915 mi?
Kamuoyu ilgisini yitirdikten bir süre sonra, "Biz araştırdık ve o dönem orada Ermeni aydınlarının tutulduğu bir cezaevi varmış" diye yazılar yayımlandı. Ancak bu konuda hiçbir araştırma ve soruşturma yapılmadı.
- Gözaltında kayıp mücadelesi neredeyse tamamen aileler tarafından yürütüldüğünden ailesi olmayan veya inadı kırılmış aileleri olan kayıplar için soracağım; iskelet kalıntıları savcıların gözetiminde çıkarıldıktan sonra başvuran ailelerle DNA'sı uyuşmayan kemikler de oldu mu?
Oldu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüler. Her bir cenaze bulunduğunda aileler yeniden başvuruyor ve onlardan yeniden numune alınarak karşılaştırma yapılıyordu. Bu nedenle "DNA bankaları oluşturulsun" diyorduk, çünkü olanların da ailelerinin 5-10 sene sonra hâlâ hayatta kalıp kalmayacağını bilmiyoruz. Ama bu konuda olumlu yanıt alamadık. Ayrıca, inceleme yapacak birinci dereceden yakın yoksa yaşamını yitiren anne babanın mezarı açılarak oradan numune alınabilir ama böyle bir durumla karşılaşmadım.
- Son toplu mezar ne zaman açıldı?
Tam bilmiyorum. Ama 2013'te Bitlis-Mutki'de açılan bir mezarı çok iyi hatırlıyorum. Başvuru yapmıştık ve kışın, her taraf kar altındayken savcılıktan sabah erken aradılar ve "Mezar açmaya gidiyoruz" denildi. Biz alelacele gittik ve gördük ki savcı bir kepçeyle karlar arasında açmaya çalışıyor. "Böyle olmaz, belli usullere uymanız gerekiyor" dedik ve durduruldu ama sonra savcı değişti. Süreç çok sürüncemede kaldı ve uzun zaman sonra açıldığında örgüt militanlarına ait kemikler çıktı, bazılarının kimlikleri de tespit edildi. Bitlis tarafında 1999'daki geri çekilme ve ateşkes sürecindeki çatışmalardan kaynaklı çok fazla toplu mezar var.
- Şubat 2011'deki ilk rapordan sonra İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, Eylül 2011'deki basın açıklamasında ihbarlarda büyük bir artış olduğunu ve ikinci raporda sayının 253 mezar, 3248 kişiye çıktığını söyledi. Bugün İHD'ye göre Türkiye'de kaç toplu mezar var ve kaçı açılmayı bekliyor?
Toplu mezar sayısına ilişkin rapora göre, toplam mezar sayısı 348, kişi sayısı 4 bin 201. Açılan mezar sayısı ise 45, mezardan çıkarılan kişi sayısı da 281.
- Paylaştıklarınız 2014'te İHD'nin açıkladığı sayılarla aynı. Bu mezarların yaklaşık ne kadarının zorla kaybedilenlere ait olduğu biliniyor mu?
Bu yönde bir oranımız yok.
- Son olarak: Bugün interaktif harita neden erişime açık değil? Mezarların tahrip edilme ihtimaline karşı mı?
Çok büyük bir kaos oldu aslında; biz başvuruları almaya devam ettik, yerleri tespit ettik ama savcılık harekete geçmedi ve inceleme yapmadı. Bir dönem PKK'nın kendi militanlarının olduğu mezarları, kendi imkânları ile açtığı ve tek tek mezarlara gömdüğü şeklinde ailelerden bilgiler de gelmeye başladı. Biz de içimizde, "deliller ortadan kayboluyor, usulüne uygun mezar açılmıyor" tartışmaları yürüttük. 2015 ve sonrasında bunun koşulları hiç kalmayınca böyle sonuçlandı. Ama toplu mezar çalışmalarının ve bu birikimin kalıcı hale gelmesi için İHD'nin kurucusu olacağı bir vakıf çalışması başlatıldı.
Hazal Özvarış kimdir? Hazal Özvarış 1986 İstanbul doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. T24 internet gazetesinde editör olarak başladığı gazeteciliğe, haftalık söyleşilerle devam etti, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün kurucu üyeleri arasında yer aldı. İsveç Enstitüsü bursiyeri olarak yüksek lisansını Göteborg Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında tamamladıktan sonra Anadolu Kültür'de çalışmaya başladı ve Adalet Atlası podcast projesinin yürütücülüğünü yaptı. Projeyle aynı ismi taşıyan ve İletişim Yayınları'dan 2023'te çıkan Adalet Atlası'nın yanı sıra T24'te yaptığı medya söyleşilerini kapsayan Kayıp Medyanın İzinde: 2012-2018 adlı bir kitabı (P24 Medya Kitaplığı, 2018) yayımlandı. |
Çevik, Adana Altın Koza Film Festivali'nde finale kalan filmi "Hiçbir Şey Yerinde Değil"i anlatırken, "Seyirciye gözlük vermedim, şiddetin gözünün içine bakmak dönüştürücü olabilir” diyor
Prof. Dr. Meltem Ahıska anlatıyor: Radyoda sesin yarattığı bir şimdi-sellik var; sözü edilen herkesin “millet” olduğu varsayımı hâlen çok güçlü
Greenpeace Türkiye/Akdeniz'in eski direktörü Ersin Tek anlatıyor: Dergi abonelerinden Greenpeace İsrail ile birlikteliği saklamamız doğru değildi… Greenpeace Türkiye soykırıma sessiz kalan İsrail ofisi ile ortaklığını sonlandırmalı
© Tüm hakları saklıdır.