Hocalar unuttu.
Belki çoğu zaten bilmiyor.
İki şartı var üniversite olabilmenin.
Akademik özgürlük ve üniversite özerkliği.
Ders vermek, öğrencilere meslek becerisi öğretmek, üniversiteyi üniversite yapmaz. Falanca uluslararası kuruluştan şu kadar araştırma yaptılar diye puan da almak yeterli ölçüt değil.
12 Eylül'de askerin İhsan Doğramacı'ya kurdurttuğu YÖK'ten sonra, aynı bugün gibi, hocaların çoğunluğu kariyerist kaygılarının kayıtsızlığındayken, kimileri üniversiteden atılmayı beklemekten, kimileriyse, askeri bir mantıkla, görev başında kalmaktan, kaleyi korumak adına bekçiliğini yapmak, atılan ve istifa edenlerden boşalan kadroları, mevkilerini sahiplenmekten yanaydı.
İlkesizliği kabullenmek.
YÖK'le yaşamak.
Kapıkulu olmak.
Ülkenin tüm kurumlarının temelinde ahlak sorunu varken üniversitenin ibret verici konumuna şaşmamalı.
YÖK'ün ilk günleri.
Tanıklığımdan notlar.
Kıyım başlamış.
Boğaziçi Üniversitesi'nde M… dekan. O… Ekonomi bölümü başkanı. Eski dostlar. M… kendisinin de imzaladığı, O…'yu üniversiteden atma emriyle gece yarısı evinin kapısına dayanmış. O'nun, "Bu ne rezalet!" demesiyle küçük kızı uyanmış. Annesinin üniversiteden atıldığını duyunca, evlerine geceyarısı basan M…'ye korkuyla sormuş,
"Beni de ilkokuldan atacak mısın?"
Aynı günlerde, hiçbir yerden yasak gelmediği halde Boğaziçi Üniversitesi kütüphane müdürünün iktidarın hoşuna gitmeyecek kitapları ortadan kaldırdığını hatırlıyorum. Aralarında Şerif Mardin'in Din ve İdeoloji kitabı... İdeoloji kelimesi geçiyor ya, ne olur ne olmaz.
Gene o dönemden.
1 Mayıs günü sabahı.
Bebek sırtlarındaki kampüs yavaş yavaş hareketleniyor. Bugün de ders var. Sabahtan üniversiteye gelenler ilan tahtalarında el yazılı küçük afişleri görüyor. "Yaşasın 1 Mayıs!" Başına iş açılır korkusuyla yazıları gören odacı ilk gördüğü hocaya durumu bildiriyor. Hoca, öğrenci işleri dekanına... Dekan rektöre... Rektör polise... Polis, İstanbul Sıkı Yönetim Komutanlığına... Aynı gün üniversiteye sevk edilen özel timler afişlere el koyuyor.
Kayıt işlerinden bir sorumlu anlatıyor;
"Evet, işlerini çok iyi yaptılar. Önce öğrencilerin hepsinin bize ilk başvurduklarında doldurdukları formları aldılar. Polis laboratuarlarında el yazısı uzmanları dört bin küsur formu elden geçirip listeyi daralttı. Hocalar listede adı geçen öğrencilerin sınav kağıtlarını polisle paylaştı. Üç haftada adamlarını buldular." "Evet, beşi de içerde şimdi. Ve biliyor musun onlardan böyle bir şey beklemezdim. Epey entellektüel gençlerdi.
Tabii ki çok üzüldüm. Eh, evet mecburduk polise formlarla sınav kağıtlarını vermeye. Ne yapabilirdik ki? Mümkün olduğu kadar onlarla iyi geçinmeye çalışıyoruz. Böylece belki başkalarını kurtarabiliriz. Şahsen benim onlarla aram iyi. Hocalarımız da yardımcı oluyor."
Kırk yıl geçti.
Üniversite, hocası, öğrencisi, çalışanıyla birdir.
12 Eylül'den beri YÖK var.
Ne yapmamalı?
Dün, Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atamasını protesto için yapılan basın açıklaması sırasında öğrencilere müdahale eden polis üniversite kapısına kelepçe taktı.