25 Şubat 2023

Depremin psikolojik portresi: Korkuyorum depremden değil kendimizden

Toplumu zor günler bekliyor. Acımızı öfkemize mi gömeceğiz? Kadere teslim bayrağı mı çekeceğiz? Sevdiklerimizle kabuğumuza kapandığımız dünyamızla mı kendimizi kandırıp susacak mıyız?

Neleri nasıl yaşıyoruz?

Bence Erzincan depremi toplumsal şok, Yalova devletin vurdumduymazlığına tanıklığımız iken; şimdi geleceğini kurma bilincinde gücünü el ele vermekten alan, devletten bağımsız, siyasetten yakasını silkmiş, sözüyle, eylemiyle ülkeye yön gösterecek potansiyelinde bir toplum görüyorum.

Toplumun nabzı

Bunca felaketlere karşı aşılanmış, güçlenmiş bir toplum. Bunca darbe yaşamış, devlet şiddetine, mala mülke el konulmasına, hapishaneye, işkenceye, köylerinin, mahallerinin yıkılmasına, PKK terörüne, çetelere alışık bir ülke. Siyaset bilimcilerin deyimiyle düşük yoğunluklu dedikleri, depremde bile Ankara’nın, PKK’nın ateş kesmesine rağmen, bölgede tek taraflı sürdürdüğü bir iç savaş.

Depreme karşı bildiğimiz, şok, inkar, isyan, kabullenme gibi klasik süreçleri yaşamaktansa, ilk şoktan sonra toplumun kendisi seferber oldu ne yapabilirim diye. İlk kritik 72 saat gerekli yardım yokluğunda kollarını sıvadı, kendi yakınlarını enkazdan çıkardı, kendi ölülerini gömdü. Mağduriyetini, gücünü gösterdiği seferberliğe dönüştürdü. Bir toplumun bu denli dayanışmasının, örgütlenmesinin dünyada başka örneğini bilmiyorum. Bir doğal afet karşısında bundan daha sağlıklı bir toplum olamaz. Kolektif bir varlık olduğumuzu mu anladık? Riski göze alıp on yılların edilgenliğinden mi silkiniyoruz? Başkaldırmayla, isyanla değil de, sabır, sağduyu ve insanımıza sevgiyle devletin sınırını yeniden düzenleyebilir miyiz? Yoksa sadece duygusal olduğumuz için mi koştuk?

Psikolojik yardım?

Türkiye toplumsal bir psikolojik deprem yaşıyor. Doğal felaketlerde psikolojik yardım kültürden kültüre değişmeli. Oysa psikologların yöntemleri Batı modellerindeki felakette ne yapılmalı üzerine kurulu. Çekirdek ailenin bile tükenmeye yüz tuttuğu, tek başına yaşayanların çok olduğu Batı başka, Türkiye gibi modern devlete özgü cemiyetin yanı sıra, cemaatin, geniş ailenin, mahallenin, güçlü olduğu bir ülkede bireysel düzeyde psikolojik yaklaşımın yeri çok sınırlı ve çoğu zaman gereksiz. Mesele devletin yapacaklarında.

 Devlet toplumsal ruh sağlığı için ne yapmalı, ne yapmamalı?

  1. Devletin topluma verdiği mesaj kader! Sorumsuzca, çaresizliğinin aczinde sarf edilmiş bir laf. Bir daha tekrarlanmamalı. Bu ortamda kader algısı, hele çocuklarda, korku yaratır, edilgen kılar, depresyona yol açar. Topluma korkuyu kabus gibi salar. Hele şimdi İzmir ve İstanbul depremleri konuşulurken. Gün, kendimize inanmamızın, kendimizi dingin tutmamızın günü.
  2. İmamlar, diyanet görevlileri depremzede gençlerden, çocuklardan uzak dursun. Aile zaten ibadetini yapar. Devlet önce öğretmenleri, sosyal hizmet uzmanlarını, sanatçıları, spor görevlilerini seferber etsin. Kader diye ufak çocukları korkutmasın. Yaşam boyu zarar verir. Yaşamını, kendini yönlendirme gücünü elinden alır. Çocuğun kadere boyun eğmişliğe değil geleceğine güvenle bakmaya ihtiyacı var. Yarının düzeleceğine inanmaya ihtiyacı var. Umut güç verir.
  3. OHAL! Sakat bir tepeden inmeci düzeni bile katılaştırarak kaos yaratacak. Toplumun ruh sağlığına zararlı. İnsan, yaşadıklarını, taleplerini korkusuzca dile getirmeli. İmece inisiyatiflerini, taleplerini devlet bana ne yapar diye susturursa, acısını yaşadıklarını, duygularını düşüncelerini paylaşamazsa, depremden yaşadığı korkuya bir de ziyadesiyle katlanmış devlet korkusu eklenir. Yanlış karar. Derhal kaldırılmalı.  
  4. Bilgilendirme ruh sağlığının baş ilacı. Televizyon kanallarından, düzenli aralıklarla, gerektiğinde her gün, tüm medyaya açık basın toplantıları yapılmalı, depremzedelerle birlikte tüm kamuoyu bilgilendirilmeli. Yayına, Twitter’a yasak ve ceza korku yaratır, toplumun psikolojisini sarsar, zıvanadan çıkartır. Tam da devletin korktuğu yalan haberlerin, komplo teorilerinin müsebbibi devlet olur.
  5. Üniversiteler kapatılmamalı. Öğrencilerin ruh sağlığı, eğitim haklarından da öte, toplu halde olmalarına bağlı.
  6. Okullarda, deprem olmamış gibi, ders yapılamaz. Yüzbinlerce depremzede öğrenci! Başka şehirlerde şoku uzaktan yaşayan milyonlar! Deneyimlerini derste dile getirmeli. Yazmalı. Anlatmalı acısını ve tecrübesini akranlarıyla birbirlerini yetişkinlerden daha iyi anlayacakları kendi dillerinde paylaşmalı. Öğretmenler müfredata uymamaktan korkmamalı. Çocukların ruh sağlığına sırtlarını dönmeye hakları yok. Depremzede çocuklar nakledildikleri yeni okullarında dışlanmamalı tersine tecrübelerinin öğretici olması sağlanmalı. Deprem bölgelerinde atanmamış öğretmenlerden de yararlanılmalı.
  7. Bugüne gelmekte hepimiz suçluyuz. Bunu kim kabullenmiyorsa gerçekten kopmuş, topluma yabancılaşmış bir patolojinin hezeyanındadır.    

Devlet özellikle deprem bölgesinde ne yapmalı?

Bölge insanları günün biriken sorunları ve soruları çerçevesinde devlet tarafından her gün belirli bir saatte, gerekirse hoparlörle, anonslarla bilgilendirilmeli. Keza valiler ve sözcüleri  tüm medyaya açık günlük  basın toplantılarıyla kamuoyuyla özellikle STK’larla temasta olmalı.

Evlerimize ne zaman döneceğiz eşyalarımızı almak için? Ölülerimizin listesine zaman yayınlanacak? Bölgeden neyle  nasıl ayrılabilirim? Daha çok tuvalet ne zaman gelecek? İlaç nereden bulabilirim? İki ay sonra nerede yaşayacağız, çocuklarımız okula gidecek mi? Ne zaman? Nasıl geçineceğiz? Hangi hastaneye gideceğiz, nerede alışveriş yapacağız, oyumuzu nerede nasıl kullanacağız? Kullanabilecek miyiz? Bunları duymak istiyoruz! Bilmiyorsan henüz bilmiyorum de, araştıracağım, bakacağım de. Susma!

Sağ kalanlar için evden bir çaydanlık maddiyattan çok güven verici alışkanlığına sarılması, birkaç parça eşyası çocuğun bebeği gibidir, ona iyi gelir bir fotoğrafı kurtardım diyebilmesi. Evleri dümdüz edilmeden güvenli koşullarda bu olanak geç kalınmadıysa sağlanmalı.

Toplumun ruh sağlığında muhalefetin rolü

Muhalefete kritik rol düşüyor. Mesele kızıştırıcı nutuklarla oya tahvilden kaçınmalı. Üstelik bu tür hitaplar karşı tarafın insanını ikna etmez tersine kenetlendirir. Siyasetin dili kışkırtıcı olmamalı. Özellikle iktidarın saldırgan diline aynı dile karşılık vermemeli. Cenazede bile el sıkışmayanlar toplumun kızışmış hissiyatına, hele depremde siyaseti bir yana bırakıp bir araya gelenlere de kötü model. Lakin toplum depremle onları aştı-felakete karşı elini taşın altına koymakta buluştu. Bundan sonrası kritik.  

Medyanın rolü

Korku salarak İstanbul ve İzmir’de deprem olacak gerçeğini sürekli tekrarlama. Yerine eğitici ol, yol gösterici ol. Japonya’dan, ABD’den örnek ver başka ülkeler korunmak için ne yapıyor? Araştır, konuştur, anlat. Geleceğe yönelik yapıcı ol. Bilgi aktarırken tek taraflı olma. Ülkeyi sen de taraflaştırıyorsun demektir.  Devletler her yerde kaçınılmaz olarak eksikliklerini göstermek istemez. Bu totaliter toplumlarda zirvede. Sovyet medyası örneğin Taşkent depremini uzun süre halktan gizlemişti. Amerika’nın da Katrina Kasırgası'nda New Orleans’ın sular altında kalmasında, hazırlıksızlığı beceriksizliği kayda değer. Yandaş medyayı zaten biliyoruz. Muhalif medya da devleti sansürlemesin.  Güvenilmez olur. İktidarın İçişleri Bakanı’nın, ancak birkaç gün geçtikten sonra ülkeye hitaben ilk konuşmasını vermeyen bir kanalın tanığıyım.   

Yalova depreminde yabancı basına tercümanlık yapmıştım. Birkaç fotoğrafla hikaye ve istatistik… İşlerini bitirip başka bir ülkede başka bir felakete gittiler. Oysa insanın hikayesi şok bittikten sonra başlıyor. Türkiye basın mensupları olağanüstü bir örnek veriyor. Neredeyse gönüllü depremzede oldular.

Kendi ruh hâlim için ne yapabilirim?

Deprem bölgesi, evimizden, kendimizden başlayarak Türkiye’nin gerildiği her yer.

Evde hepimizin tepkisi farklı olabilir, herkes tepkisini yaşasın, eşler birbirleri, çocukları için, psikoloğa gitmeli lafları etmesin. Ağlamak isteyen ağlasın, susmak isteyen sussun. Tepki kendi seyrinde ömrünü tamamlayacak. Uykusuzluk, korku, sürekli bilgi edinme ihtiyacı, her zamankinden çok içki, doğal tepkiler.  Zihnimiz ve bedenimiz zamanla normal sürecine dönecek. Buna izin vermeli, duygular bastırılmamalı. En sağlıklısı her zamankinden daha da çok işimizi iyi yapmaya gayret etmeli. 12 Eylül’ün kabuslu günlerinde AKM’ye gelişigüzel girip bir Bach konseri dinledikten sonra kafama dank etti bu müziğin son beş yüz yıldır veba, savaş, kıtlığa rağmen kesintisiz bir şekilde günümü gelebilmesi, sanatçıların her şeye rağmen vazgeçmeden şevklerini sürdürebilmelerindendi.

Toplum psikolojisi açısından korkum

Ölüye kefenimiz diriye çadırımız yok diyenlerin haykırışları kulağımızda.

Toplumu zor günler bekliyor. Acımızı öfkemize mi gömeceğiz? Kadere teslim bayrağı mı çekeceğiz? Sevdiklerimizle kabuğumuza kapandığımız dünyamızla mı kendimizi kandırıp susacak mıyız?

Sivil toplumun seferberlik inisiyatifi ve gücü- sorunlara ve taleplerine muhatap bulamadıklarında isyana dönüşmemeli! Hele onların varlığından iktidar partisinin rahatsızlığını sezdirdiği bir ortamda. Toplumun çözülüp çözülmemesi, anarşiye ya da diktaya dönüşmemesi bizim elimizde. Bizim temkinimizle, sağduyumuzla, önümüze kimsenin duramayacağı gücümüzle, bizim elimizde. İktidar ve muhalefetin elinde. Seçimlere giderken meydan savaşı verircesine yangına körükle gitmemelerinde.

 Bizim elimizde,  bize taraf diye bakana karşı elimizi uzatmamız, "Bize katıl,'' çağrımız. Toplumun artık yeter isyanıyla siyasette saldırı dilinin yan yana gelmesi provokasyon demektir. İktidar ve muhalefetin kendi ayağına kurşun sıkması demektir. Zamanında, Türkiye’nin iç ve dış güçler tarafından istikrarsızlaştırıldığı bir ortamda Demirel ve Ecevit’in mecliste inatlaşıp cumhurbaşkanı da seçilemediğinde ülkeyi sürükledikleri felaket unutulmamalı. Gidişata karşı herhangi bir ‘’yeter artık’’ infiali olası bir devlet şiddetiyle karşılaşmamalı. Hele ülkenin ikiye bölündüğü, silahlı, milis güçlü bir toplumda yönetim boşluğuna davetiye çıkarmamalı.  Korkuyorum…depremden değil kendimizden. Başıbozuk tepkilerimizden.

Gelecek

Bağdat'ta emlak fiyatları Amerikalılarla İngilizlerin şehri bombalamasına bir gün kala artıyordu. Pompey, Etna. Binlerce yıl her an patlayabilecek yanardağların dibinde hala yaşanıyor. Tarih boyunca doğal afet bölgelerinde yıkımdan sonra her şeye rağmen aynı yerleri inatla mekan eyliyoruz. Düzen eskiyi tekrarlamakta ısrarlı. Yaşadığımız yerlerin tutsaklarıyız. Mal, mülk terk edilemiyor. Her şeyden önce cansa, korkuyorsan taşın! Gidememenin gerekçesi, mazereti çok. Ölüm bana uğramaz aymazlığındayız.

Depremle birlikte Türkiye’nin önünde geçmişi tekrarlamama fırsatı var.

İktidarın söz verdiği, bir yılda yapacağını iddia ettiği, Türkiye’nin her tarafını birbirine benzeten çok katlı, yaşayanları yabancılaştıran, hayati anonimleştiren yeni TOKİ binalarını kast etmiyorum. Bunlar şehri dar merkezlere yoğunlaştırarak arz talep oluşturuyor, rant yaratıyor. Evlerimiz yuva olmaktan çıkıp mal, mülk oluyor.

İnsanın nasıl bir yerde yaşamak istediğini belirleme hakkı var. Ama bakıyorum iktidar şimdiden işine koyulmuş ihaleleri çıkartmış. Hele bir dursunlar. İşe koyulmadan destur desinler. Depremden sonra yapılacaklar ülkenin geleceğinin belirlenmesinde milat olacak potansiyelde. Bunca kuşak kırsal kesimlerde bahçeli evlerinde yaşadıktan sonra mutlu muydular beton yığını bloklarında? Şimdi ne istiyorlar? Araştırılsın. Arzular, talepler dinlensin, mimarlar işe soyunsun, yeni projeler içinde yaşayacak olanların oluruyla hayata geçsin.

Dünyaya örnek akıllı yeşil şehirler kurulamaz mı? İnsanın geçici çıkarları uğruna doğayı katletmesin neden olduğu iklim değişikliğine duyarlılığımızda nasıl bir gelecek yaratabiliriz?  Türkiye, yerel yönetimlerin ve STK’ların yörenin insanlarıyla tanışıp buluştuğu, devletin sınırlarının yeniden belirlendiği, yeni yerleşim birimleri, işler, kooperatifler, yeni ticaret biçimleri, yönetim biçimleri, şeffaf karar alma mekanizmalarıyla, deprem bölgesine başka bir can verilmesiyle, dünyaya örnek olacak farklı bir yaşam tarzının ülkesi olamaz mı? Göreceğiz.

Önümüzdeki seçim süreci, partilerin söylemlerinden, demokrasi ideallerinin dile getirilmesinden öte, geçmişi tekrarlayarak her seferinde gene ikmale kalan Türkiye için yepyeni bir yaşam tarzının nasıl olabileceğinin beklentilerini de gündeme getirmeli.   

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Açık Radyo’yu susturmak cüret değil, cehalettir

Kainatın tüm seslerine ve renklerine, dünyanın her dilinde yayın yapma kudretinde Açık Radyo’ya, bugün de, yarın da günaydın!

Hâlâ askerler var hepsi üniformalı

Gündüz Vassaf'ın; 3 Eylül’de kaybettiğimiz Mehmet Güleryüz'ün 2003-2004'teki savaş karşıtı temalı resimlerin yer aldığı "Eksik Olan" sergisi için yazdığı şiiri yayımlıyoruz...

"Bize güçlü lider lazım"

Korkum; genel seçimlere kadar zaman diliminde, iktidarla muhalefetin seçmeni hayal kırıklığına uğratmasıyla, toplumun "Bize güçlü lider lazım," şartlanması sonucu, bu günlerde başka ülkelerde de gördüğümüz gibi, "Aradığınız benim" diyen birinin, iktidar ve muhalefetin arasından sıyrılıp popülizm dalgasında başımıza bela olacağı

"
"