Bayramın ilk günü Büyükada.
İskele önü.
Kalabalıktan önümü göremiyorum. Etrafımda nerdeyse benden başka herkes maskesiz.
Sanki ben hastayım da onlar beni koruma çemberine almış,
Otobüs durağında tartışma.
-"Lunapark'ta bekleyenler var, orada sizi indiririm yaya dönersiniz."
-"Evladım son otobüs 12'de değil miydi?"
-"9'da. Bugün çok çalıştık, aküler boşaldı. Erken kapatıyoruz."
İyi niyetli çaresiz şoförler.
Bindik. Lunapark'ta ineceğiz.
Yolda her kedi köpek gördüğümüzde, şoför iniyor, kışkışlıyor.
"Adalısınız galiba" dedim,
"Kaç yüz yıllık alışkanlık. Yollar onlarındı. Şehirden şoför olsa korna çalar üstlerine gider."
Lunapark'ta indik.
Küçük tur yolunu geçtik.
İskele ve otobüs duraklarındaki şoför yolcu tartışmalarından sonra sonra sessizlik.
İki tarafımız çam ağaçları.
Ormandan dört beş metre yüksekliğinde alevler.
Az ötemde birisi ateşi beslemek için ağaçlardan kırdığı dalları topluyor.
"Ateşi derhal söndürün" diye bağırıyorum.
"Merak etme" diyor, dalları toplamaya devam ediyor.
Besledikleri ateşin alevleri yükselmekte devam ediyor.
155'i arıyoruz.
Adres veriyoruz.
"Ateş kontrollü mü diye" soruyorlar.
Kontrollü de ne demek?
"Derhal gelmezseniz ada yanabilir" diyoruz.
On dakika geçti. Gelen yok.
Başkaları da telefon etsin istiyorum.
Cep telefonum yok.
Lunapark'a koşuyor, önündeki otobüs şoföründen rica ediyorum o da 155'i arasın diye.
"Tamam" diyor ama öncelik sabrı tükenmiş yolculara cevap yetiştirmek.
Aynı şeyi lokantada garsonlardan rica ediyorum.
155'i arıyor. "Polisi de arayın" diyorum. Numarası yokmuş.
Ateş mahaline dönüyorum. Arkadaşım telefonda, kaçıncı arayışı.
Onu, yarım saat önceki aynı soruya, "Kontrollü mü?" cevap veriyor buluyorum.
"Kontrollü mü."
Yarım saati geçti.
Siren sesi. Orman arabası geldi, durması için el salladım, dikkate almadı, önümden hızla geçti.
40 dakika oldu mu?
Arkadaşım ormana girdi, ateş başında keyif çatan grubun tehditlerine rağmen,
"Orman hepimizin, çek git", anlamaz göründükleri tehlikeye işaret etti.
Orman arabası ardından itfaiye geldiğinde ateşi söndürmüşlerdi.
Ormancıların geç gelmelerinin kılıfı hazır.
"Yanlış adres vermişsiniz" dedi.
Bu arada önce yükselen alevlerden, sonra da başkalarından da telefon etme ricamız üzerine kalabalık birikmişti. Ateşçilerden birkaçı, durum tesbiti için cep telefonlarıyla çekip yapanların üzerine yürüdü. 45 dakika, polis hala yok. Onları durduran, nihayet başlarının belaya girebileceğini hisseden birileri oldu. Piknik torbalarını, su bidonlarını sallaya sallaya gittiler.
Yolda yürürken iki polis arabasının ışıklarını gördük.
El salladık, durdular.
"Bizdik ihbar eden" dedik.
"Kimlik tesbiti yapın, zabıt tuttun, güle oynaya gittiler, kötü örnek olmasınlar dedik."
Sen kim oluyorsun bakışı.
"Yapamayız" dedi polis.
"Masken nerede?" dedi.
Konuşurken, arabadan birkaç metre uzaktayken çıkarmıştım.
Ceza mı kesecek?
Onun da maskesi yok.
"Takibat yapacak mısınız?"
Bağırmaya başladı, "Sabahtan beri mesai yapıyoruz."
Bize öfkeli.
"Şikayetçiyim" dedim.
"Git karakola söyle" dedi.
Devlete, memuruna hakaretin yolunu mu yapıyor?
Gaza basıp gittiler.
Otobüs yolları görülsün diye çaktıkları sarı demir çubuklara birkaç defa takılıp düşmeden iskeleye vardık.
Maskesizler ordusu bayram keyfinde.
Yolda Büyükada otobüs garajı.
Atlı arabalar döneminde adaya yayılmak kolay değildi.
Yarın sabah orman bölgesindeki duraklara taşıyacağı, oradan ormana dalıp ateşlerini yakacak yolcuları bekliyorlardı.