Zor işler.
Hele saldırıldığında.
Onurunu korumak, bağımsız olmak.
O zaman bir soru.
Bağımsızlık, onur, saldırılınca mı aklımıza geliyor?
Oyununu oynadığımız bu düzende hangimiz onurlu?
Mağdursa hepimiz mağdur, suçluysa hepimiz suçlu.
Savaşlarımızı yasallaştıran çılgınlığa meşruiyet veren kim?
Haklı savaş diye bir şey olabilir mi?
Mesela Türkiye.
Malazgirt'te işgale gelirken de haklı, işgali unutmayıp öcünü almaya gelenlere karşı savaşırken de!
Savaşların bilirkişileri çok. Birbirlerinden feyz alır, birbirlerine feyz verir, iyi bildiklerini sandıkları tarihten örneklerle,
"Bu savaşları sona erdirecek son savaş," derler gereklidir diye korkuturlar hepimizi katılmaya çağırırlar.
Savaşları seçme lüksümüz yok.
Bütün savaşlara karşıyım, hepsi insana karşı.
Her savaş bir başkasını çağırır.
Küba Krizi'nde Sovyetlerle ABD göz göze geldiğinde Washington ve Moskova'da devlet ekranı sığınaklarda. Khruschev Kennedy'ye mektup yazar,
"Sayın Başkan, savaş nedir biliriz, çıkarması kolay durdurması zordur." Beklenilen Üçüncü Dünya savaşı çıkmadı, iki taraf zafer ilan etti. ABD Küba'ya saldırmayacağının garantisini verdi, Sovyetler Küba'dan, Amerika da Türkiye'den füzelerini çekti.
Sen ve ben,
Gezegenimizin felakete gitmesinin, türlerin katliamının, uygarlıklarımızı bekleyen sonun sessiz sorumlularıyız.
Sen ve ben,
Tüketim patolojimizin bağımlısı, açlıktan, yoksulluktan kırılanların vah vah vicdanlı seyircisiyiz.
Masallarımızla sınırlar çizdik, dünyayı parselledik, uzay savaşlarına hazırlanıyoruz.
Bu afaki laflara karnımız tok, sen ne diyorsun diyenleri duyuyorum.
Bilsinler ki savaş kaçınılmazdır diyenler savaş çığırtkanıdır.
Bilsinler ki en çok askerdir savaşa çekince koyan.
Günümüz savaşlarında en çok ölenler sivillerken, koltuğunda devlet adamlığına oynayan uzman, felakete soyunan politikacı, düzenin işbirlikçisi din adamıdır gazanız mübarek olsun diyen. Ve o kahraman bildiklerimizdir barış yanlılarını susturan. Savaş dönemlerinde topluca barış sansürcüsü oluruz. Kimimiz mağdura ihanet kaygımızdan, kimimiz bayrağa nankörlük korkumuzdan barış demeye cesaret edememekle sığındığımız siperlerimizden çatışanlara istemeyerek te olsa yol veririz.
Ne savaş kaçınılmaz ne de türümüz orman kanuna tabi.
Tarih böyle diyorlarsa yanılıyorlar.
Çatışmaya da meyilliyiz barışa da. Hangisinin ağır bastığının belirleyicisi kültürümüzün saldırganlığımızı tetikleyici birçok tesadüfü denetleyebilmesine bağlı. Lakin bilelim ki savaş bizim kararımız. Ne kültürel kaçınılmazlığı var ne de kalıtımsal. Türümüzün tarihinde savaştan çok barış dönemleri olmuş. Kötü bir mutasyon gibidir savaşlar.
Ama barış sıkıcıdır, filmine kimse gitmez, savaşlar neden çıktı diye onca kitap yazılır, barış nasıl sağlanır kitaplarına rastlanmaz, psikologların 'Askeri psikoloji' dedikleri uzmanlık alanı vardır, barış psikolojisi hala yok.
Zalimlere küfür, mağdurlara ağıt kolay.
Edebiyatımız da bu oyunun tekrarında sınıfta kaldı.
Bize yeni dil gerek.
Hapis aldığımız güvercinleri meydanlara salmaktan farklı bir barış dili.
Kurbanlarımızla ölerek, düşmanlarımızı öldürerek değil.
Savaş kahramanları yaratarak hiç değil.
Amerika Meksika'da İspanya ile savaşta. Thoreau, silaha gidecek diye vergisini ödemez yaşadığı köyün hapisanesine koyarlar. Oradan geçen arkadaşı Emerson onu görür,
"İçerde ne işin var?" diye sorar. Pasif direnişi kitaplarında ilk dile getirenlerden Thoreau'nun cevabı,
"Sen dışarıda olduğun için içerideyim."
Barış bir duruştur onun için savaşılmaz.
Annem anlatmıştı, sonra Mandela'nın da anılarında okudum.
Gençliğinde ırkçılığın zulmüne karşı terörizmle başlamıştı, apartheid rejiminin sonunu boykot getirdi, Güney Afrikalılar intikam almadı, "Gerçek ve Yüzleşme' komisyonlarıyla zalimler kendileriyle yüzleşti, Mandela başkan oldu.
Hikâye şöyle;
"Rüzgârla güneş hangimiz adamın paltosunu çıkartacak diye iddiaya tutuşur. Rüzgâr estikçe eser, adam paltosuna sımsıkı sarılır. Sıra güneşte. Fırtına bulutlarının arasından usulca başını gösterir, adam kollarını gevşetir. Yukarıya süzülür adam düğmelerini çözer, tepeye gelir adam paltosunu kendiliğinden çıkarır."
Su yolunu bulduğunda canavarlığımız susacak.
Savaş'ın gerekliliğine kendimizi kandırmamız kolay, zor olan barışa inanmak.