20 Mart 2019

Katliam videosunu göstermek kime yarar?

Müslümanlar strateji geliştirmekten acizler midir?

Dün okuduğum haberlerden birisinde, Facebook'un Yeni Zelanda'daki saldırganın yayınladığı katliamın 1,5 milyon kopyasını ortamından sildiğini söylüyordu[1]. Diğer bir haberde ise, saldırıda eşini kaybeden Farid Ahmet vardı. Ahmet, saldırgan için

“Onu bağışlıyorum ve eminim ki, eşim hayatta olsaydı, o da aynı şeyi yapardı” diyor ve devam ediyordu:

“Yaptığı şeyi desteklemiyorum, her şeyi yanlış anlamış. Fakat belki incinmişti, belki hiç sevilmemişti... Onu affettim ve eminim ki, eşim hayatta olsaydı, o da aynı şeyi yapardı.”

Bu iki haberin üstüne Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın mitinginde katliam videosunu seyrettirmesi haberi eklendi. Bütün bunları hep birlikte analiz etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Yeni Zelanda'da Müslüman olmak

Önce ikinci haberi düşünelim; tekerlekli sandalye kullanıcısı olan Farid Ahmet'in kendisi de o sırada camideymiş, yani o tekerlekli sandalye üzerinde öldürülme korkusu yaşamış. Daha da kötüsü eşini, bu katliamda kaybetmiş. Bu iki travmaya rağmen, neden kızgınlık göstermiyor? Aksine "seviyorum", "anlıyorum", "affettim" gibi kelimeler kullanabiliyor.

 

Gerçekten de haberi okuduğumda bir süre "Farid Ahmet bu cümleleri o travmaya rağmen nasıl kullanabilmiş?" diye düşündüm. Çünkü ermiş / filozof bile olsa, karısını sevmiyor bile olsa, böylesine travma yaşayan bir kurban için bu kelimeleri, hem de henüz birkaç gün geçmişken kullanmak ve affetmek pek de kolay olmasa gerek.

Ama sonra şunu düşündüm; tersini söyleseydi, ne olurdu? Yani "Bu saldırgan benim hayatımı mahvetti, eşimi öldürdü, beni travmaya sürükledi" hatta daha kötüsü "İntikamımızı alacağız" filan gibi bir şeyler söylemiş olsaydı.

Wikipedia'ya bakarsanız, Yeni Zelanda'daki Müslüman nüfusu için 2013 rakamı olarak 46.149 veriyor. O günden bu yana ne kadar artmıştır bilemiyorum. Genel olarak toplam nüfusun yüzde 1'i gibi bir rakam veriliyor. Yeni Zelanda'nın nüfusu için ise internette 4,8 milyon rakamı var. Dolayısıyla 2013 rakamı belki bir kaç bin artmıştır ama aşağı yukarı doğru.

Ağırlıklı Sünniler olduğu, az sayıda da Şii bulunduğu bilgisi var. Katliamın meydana geldiği camilerden birisi olan El Nur da dünyanın en güneyindeki cami olarak tanımlanıyor. Oraya ilk giden Müslümanlar 1850'de Kaşmir'den gidenler olmuş. Sonrasında ise, bildiğimiz savaş bölgelerinden yani Afganistan, Irak, Suriye gibi bölgelerden gidenler var.

Wikipedia'dan gördüğümüz kadarıyla 2016'da Yahudilik, Hristiyanlık ve kadınlar karşıtı konuşmalar yapan cami imamı, yerel Müslüman ve olmayan kuruluşlar tarafından kınanmış ve Müslümanların çatı örgütü FIANZ'daki danışmanlık görevinden alınmış. Aynı şekilde bir İran yetkilisinin ziyareti sırasında Yahudi Soykırımı’nı reddeden yerel Müslüman yaşlısı (bir nevi lider) yine tepki görmüş.

Yani oradaki Müslüman ahali, bir yandan nüfusun ancak yüzde 1'ini oluştururken, bir yandan da sözleri dikkatle izleniyor. Dolayısıyla Farid Ahmet bence tam tersine bir ifade kullanmış olsaydı, Yeni Zelanda'daki Müslüman azınlığın hayatını zorlaştırmaktan başka işe yaramazdı.

Bu oradan 16.500 km uzakta olan ülkemiz için de geçerli. Bizim buradan söyleyeceğimiz her söz, yapacağımız her hareket, onların ya da diğer bölgelerdeki Müslümanların varlığı için bir tehdit anlamına gelir. Yani biz kendi sınırlarımızın içindeyiz ve yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkedeyiz diye düşünerek, istediğimiz gibi konuşmamalıyız. Bu konuda düşünceli olmak zorundayız.

Bunu bir başka açıdan da anlatmak istiyorum.

Muhammed Ali: Benim dinim sebepsiz adam öldürmeyi yasaklar

Bu sözler, dünyanın en büyük boksörü Muhammed Ali'ye ait. Vietnam Savaşı için askere çağrılan (o zamanlar askerlik ABD'de mecburi imiş), Muhammed Ali reddediyor ve red nedenini bu sözlerle anlatıyor. Bunu 2013 tarihli "Muhammed Ali'nin En Büyük Kavgası (Muhammed Ali's Greatest Fight)"  filmindeki aktüel görüntülerinden izleyebilirsiniz.

Film, 1971'de ABD Üst Mahkemesi’nin bu dava ile ilgili işleyişini anlatıyor. Muhammed Ali Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddetmiştir. ABD onu hapse mahkûm eder. Ali temyize gider. İşte bu film o temyiz aşamasını anlatır. İlk başta 9 üyenin sadece 1 tanesi Ali lehinedir.

Nixon tarafından seçilmiş olan Mahkeme Başkanı, zaten Vietnam konusundaki yaygın protestolar nedeniyle, savaşa gitmeme kararını kabul etmemelidir. Baştan kulağı çekilmiş gözüküyor. Ama Ali'nin savaşa gitmeme hakkını kabul eden bir hâkim ve de tam tersi düşünen yani muhafazakâr diğer bir hakimin liberal Harvard mezunu yardımcısı -ki filmi onun tarafından izleriz zaten- sayesinde, film boyunca çeşitli tartışmalar yaşandıktan sonra Ali lehine karar çıkar ve Ali Vietnam'a gitmekten ve Vietnamlı öldürmekten kurtulur.

Ama bu filmden size asıl söyleyeceğim şey şu; film boyunca hâkimler TV'lere konuşan Ali'yi seyrederler. Zamanındaki gerçek görüntülerden verilen bu konuşmalarda Ali "benim dinim sebebsiz yere adam öldürmemeyi emreder" der.

O dönem zaten ırkçılıktan ötürü kızgın olan zenci nüfus arasında, MalcolmX ve Elijah Muhammad gibi liderler liderliğinde Müslümanlık ve dolayısıyla da beyazlar arasında korku hızla artıyordu [4]. Siyah azınlık Müslümanlığı "hoşgörüsü ve toleransı ile kendilerini kurtaran, huzuru arttıran" bir din olarak yorumluyorlardı.

Sonra ne oldu da, o "huzur veren din"den, "İslam için öldüren" bir din anlayışına gelindi? Anlamak mümkün değil desem de, ABD'nin meşhur "yeşil kuşak" stratejisini atlamamak lazım [5].

"Tabii senin cihatçı olmanı beklemem"

Bu cümleyi İngiltere'de bir yemekte bir süre konuştuktan sonra, İstanbul'daki teknolojik ortamdan bahsetmemle Türk olduğumu öğrenen bir İngiliz söylemişti. Konu aslında teknolojiydi. Yani din bile değildi. Bu nedenle ilk etapta söylediği "jihad" kelimesini bile anlayamayıp tekrarlatmıştım.

Düşünün ki, Batı dünyasında bir sürü insan, Müslüman denildiğinde (hatta Müslüman denilmesine gerek yok, ülke ismi söylendiğinde) öldüren insanlar düşünebiliyorlar. Hatta bunlar eğitimli ve toplumun nispeten üst düzeyinden olan insanlar bile olabiliyor.

Irkçılık artıyor ve legalleşiyor

Dünkü yazımızda sormuştuk; liseyi bile bitirmemiş olan bu ırkçı saldırganlar neden saldırı öncesinde bir manifesto yayınlamak ihtiyacı duyuyor? Hem zaten bu manifestoları hazırlayabilecek kapasitede nasıl olabilirler? [6]

Sorun şu; 1940-1945 arasında insanlar ırkçılığın getirdiği felaketi yaşadılar ve ırkçılık tüm dünyada lanetlenen bir şey haline geldi. Ama aradan geçen 75 yılda, felaket unutuldu. Şimdi yeniden pişiriliyor, çünkü birilerinin şu ya da bu nedenle ırkçılığa ihtiyacı var.

Saçma sapan savaşlar nedeniyle artan göçmenlik, daralan para kaynakları, batı dünyasındaki insanları göçmenlere karşı daha düşman hale getirdi. Irkçılar ya da ırkçılığı kullanmak isteyenler için faydalı ortamlar oluştu.

Müslümanlar bu stratejiyi yenemeyecek kadar aptal mı?

Anlayacağınız ortada bir "stratejisi olmayan Müslümanlar" var, bir de din ya da ticaret ya da her neyse (eskiden komünizmi yenmekti) bir nedenle "Müslümanlığı yok etme stratejisi olan diğerleri" var.

Bu diğerleri Müslümanlık dinini, hepimizin gözü önünde değiştirdi. Bu değişikliği de başarıyla uyguladılar. Çocukluğumuzda yaşadığımız "Ramazanları kutlanacak bir ay olarak yaşayan", "kul hakkına önem veren", "sadece bir kelime-i tevhid ile dine girmeyi kabul edecek kadar kolaylaştırılmış" toleransı olan bir din yaşarken, bugün bırakın başka dini, kendisi ile aynı mezhepte olmadığı için bile öldüren bir anlayışa sahip insanlar görüyoruz.

Yeni Zelanda saldırısından, diğer saldırılardan, Norveç'teki saldırıdan gördüğümüz nedir? Bu saldırılar bağımsız hareketler değil. Arkada bir grup ya da en azından internet üzerinden konuşan insanlar gözüküyor. En azından bu saldırganların manifestosuna bakınca, bunları kendi başlarına hazırlamış olamazlar diye düşünüyorsunuz.

Dolayısıyla; "Müslüman motifli" IŞİD gibi şimdi de "Hristiyan motifli" bir başka örgüt pişiriliyor.

Peki soru şu; Müslümanlar strateji geliştirmekten acizler midir?

Yani, bunun karşılığında savaş açmak gibi ters tepecek stratejiler yerine "Müslümanlık dininin hiç de adam kesmek olmadığı"nı anlatacak stratejiler geliştirecek birileri yok mu?

Hollanda saldırısının yapan genç gibi meczuplarla işin daha kötü bir noktaya gelmesi mi beklenecek?

Bu olmamalı. Olay kendi gidişatına bırakılmamalı. Birileri bazı stratejiler geliştirmeli. Aksi takdirde -Trump, János Áder ve benzeri başkanların da yönlendirmesiyle- ırkçılığın geldiği seviye hızlanıyor.

Ve buna... Miting alanında gösterilen katliam videoları hiç de yardımcı olmaz.


[1] Islam in New Zealand

[2] Facebook 1,5 Milyon Yeni Zelanda Saldırı Video Kaydı Sildi

[3] Muhammad Ali's Greatest Fight

[4] Feud Within the Black Muslims; Elijah Muhammad, leader of the separatist Negro sect, faces a revolt in his ranks. His disciple, Malcolm X, leader in New York, has set up a rival Black Nationalistpolitical movement.;

[5] The United States and the Birth of Islamism (Amerika Birleşik Devletleri ve İslamcılığın Doğuşu)

[6] Lise Mezunu bile Olmayan Irkçı Saldırganlar Neden ve Nasıl Manifesto Hazırlıyor?

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur