07 Aralık 2024

Tiyatro yazarı Ebru Nihan Celkan: Alternatif inanç sistemleri, bireysel kurtuluşa çağırıyor, sanki hasta bizmişiz gibi…

"Kadın kahramanların ve LGBTİ+ karakterlerin hikâyesini anlatmak konusunda ne kadar ısrarcıyız ve onları National Geographic’te izlenecek unsurlar gibi değil de hayatın olağan akışında, gerçekten bu konularla karşı karşıya kalan insanlar olarak ele almaya hazır mıyız sorusu önemli. Açık söylemek gerekirse ben iyimser bir çaba olduğunu görüyorum"

Bir beyaz yakalı olarak yurt dışına gitmek insanı özgürleştirir mi, iyi eğitim almak, dil bilmek bireyi göçmen olmaktan kurtarır mı? Kendini ararken kendini başka bir coğrafyada bulmak mümkün mü? Sistemin sınırları içinde düşünmek insanı mutlu eder mi?

Tiyatro yazarı Ebru Nihan Celkan, Umut ve Ali’nin hikâyesini anlattığı Loop’ta bize bu soruları sorduruyor.

Celkan, Loop oyunuyla ilgili merak edilenleri, kadın ve LGBTİ+ karakterlerin sahnedeki temsilini, sansür ve otosansüre dair tehlikeleri T24’e anlattı.

- Tiyatro ile tanışmanız ve tiyatroyu profesyonel olarak yapma kararınız nasıl oldu?

Aslında ben uzun yıllar boyunca beyaz yakalı olarak çalıştım. Beyaz yakalı başladığımda sürekli bir zincirin içerisindesin ve yaratıcı hiçbir süreç yok, bunun böyle olmayacağını fark ettim.

Çok fazla yazıyordum o dönemde. Ne yapabilirim diye baktığımda ilk önce Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde oyunculuk eğitim almaya başladım ama hep niyetim yazmaktı. Orada da ilk oyunumu yazdım. Ondan sonra Mehmet Ergen’le British Council ve Akbank’ın ortak Oyun Yaz diye bir projesi vardı. Oradan çıkan yazarlar hâlâ yazmaya devam ediyor bu sırada.

Oraya başvurdum, seçildim. Aynı dönemde Şahika Tekant Stüdyo Oyuncuları’na katılmıştım. Sonra Tetikçi diye bir oyun yazdım. O oyun hem Mitos Boyut'tan basıldı hem de Devlet Tiyatro ve Şehir Tiyatroları repertuvarlarına aldı. Ondan beri de sürekli oyun yazıyorum.

- Loop oyunun ortaya çıkış hikâyesini de merak ettim. Sizin de Almanya’dan tersine göç ettiğinizi öğrendim, metin için otobiyografik unsurlar taşıyor diyebilir miyiz?

Oyunda iki tane şey benim için önemli. Birincisi 22.01.2011'de içki içmeyi bıraktım. İkincisi de 2021'de Almanya'ya göç ettim. Almanya’ya çok büyük umutlarla gittim ama insan, şehrin yapısı nereden seni yaralayacak onu hesap edemiyor.

İki senesi koronaya denk geldi zaten son senesinde biraz daha rahattım ama çok zorlandığım yerler oldu. Sonra da İstanbul'a geri döndüm. Dolayısıyla ‘bir bağımlı olarak var olmak nasıl olur, nasıl olmaz’ üzerine düşünürken bu oyunu yazdım.

Ebru Nihan Celkan

- Biraz da oyunu yazarından dinleyelim, Loop bize ne anlatıyor ve ne vadediyor?

Şu an neredeyse Türkiye'deki hemen hemen her insanın, aşağı yukarı zihninde buradan gittiği zaman çok daha rahat edeceğine, çok daha farklı koşullar içerisinde yaşayacağına dair bir inanç var. Öncelikle o inancı sorguluyor. Yani gidenler gerçekten mutlu mu? Gidenler gerçekten özgür mü?

İkincisi kadın olmak meselesi… Oyunda fizik konusunda akademide var olmaya çalışan bir kadın var. Fizikçi bir kadınsan Türkiye'de, Almanya'da veya dünyanın neresinde olursan ol çok benzer zorluklarla karşılaşıyorsun. Oyunun onunla ilgili bir bulgusu var.

Bence en önemlilerinden bir tanesi, göç edenler kendisini ne olarak görüyorlar? Özellikle Türkiye'den giden eğitimli kitle kendisini göçmen olarak görmüyor. Halbuki oraya gittiğimizde karşılaştığımız en önemli şeylerden biri, göçmen olduğumuz gerçeği. Bu gerçeği de biraz paylaşmak istedim aslında.

- Oyunu izledikten sonra düşündüm ki; 32 yaşındayım ve hayatı hep bir Loop halinde yaşamışım. Galiba bu döngü de yaşamım boyunca böyle devam edecek. Ayrıca yakın yaşlarda olduğum çoğu insanın da benimle benzer döngüde olduğunu görüp şaşırdım. Tersine göç, istemediğimiz işte çalışırken istifa etmek, sonra işsizlikten sıkılıp başka bir iş bulmak ondan da sıkılıp daha az paraya sevdiğin işte çalışmak gibi gibi... Sizce bu döngü bir şekilde kırılabilir mi?

Ben bu döngünün kırılabileceğini düşünüyorum. Oyunu da bu yüzden yazdım ama bu sadece kişisel bir kırılma değil, yapısal da değişikliklere ihtiyaç var. Dünyayı algılama biçimimiz artık değişmeli. Bizi buraya kadar getiren sistemler buradan sonrasını sürdürmüyor. Çünkü göç meselesi sadece Türkiye'nin sorunu değil. Dünyanın şu anda halletmeye çalıştığı en büyük konulardan bir tanesi.

Herkes bir yerlerden bir yere hareket ediyor. Bence bu, dünyadaki genel sistemden memnuniyetsizliği işaret ediyor. Nereye gidersek gidelim, sanki benzer bir sistemin farklı suretleriyle karşılaşıyoruz. İlk önce bireysel olarak bunun farkına varmak lazım. Beni huzursuz eden şey sadece yaşadığım ülkedeki sistem değil, daha büyük bir yapı ve o yapıyla mücadele ederken de oyun içerisinde de eleştirdiğimiz birtakım şeyler var.
Bunlardan bir tanesi, alternatif inanç sistemleri. Çok bireysel kurtuluşa yönelik insanları çağıran veya tamamen duygudan arındırılmış tedavi yöntemleri. Sanki hasta bizmişiz gibi… Hasta olan sistem, biz değiliz. Dolayısıyla oyunun söylemek istediği şeylerden bir tanesi de bu. Bu sistemi gelin beraber sorgulayalım demek istiyor.

Berfu Öngören ve Uğur Karabulut

- Oyunlarınızda hep karakter olarak bir 'Umut' var, bu tercihin bir nedeni var mı?

18 oyun yazdım, 18 oyunda da ‘Umut’; farklı yaşlarda, farklı cinsiyetlerde, cinsiyet kimliğinde, cinsel yönelimde, etnik kökende; farklı profesyonel alanlardan insanlar. Aslında insanlara aradığımız umudun biz olduğumuzu söylemek istiyorum. O baş karakter her zaman bir aksiyon da bulunuyor, bir değişiklik yapmaya çalışıyor. Umut aktif bir şey diye işaret etmeye çalışıyorum. Hareket etmek, kararlar almak zorundayız. O kararların sonuçlarını yaşamak zorundayız ki umut olsun.

Yoksa öbür türlü bir iyi niyetler tamlaması değil. Bunu diliyorum olsun veya umudum şu yönde falan değil, yaptığımız bireysel seçimler nedir diye. ‘Umut’lar da oyunlarda hep bir seçim yapıyor.

- Genelde erkek karakterlere yakıştırılan bir takım majör ‘sorunları’ bu sefer bir kadın karakterde izledik. Türkiye tiyatrosunda güçlü kadın kimlikler yeni yeni gördüğümüz şeyler. Hepimizde, LGBTİ+ ya da bir kadın karakter anlatılacaksa genelde mağduriyetler üzerinden anlatılır ön yargısı oluşmuş galiba. Türkiye tiyatrosundaki toplumsal cinsiyet rollerine dair neler söylemek istersiniz?

Türkiye tiyatrosu o kadar geniş bir kavram ki neresinden tutacağım konusunda zorlanıyorum. Ben kendi içinde bulunduğum, var olduğum dalgadan bahsedeyim. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) bir ara buna Yeni Dalga diyordu ve bence hoş bir isimdi. Yani yeni yazılan metinlerde ben değişiklik arzusunun kendi dönemdaşım yazarlar ve yönetmenler tarafından ele alındığını görüyorum, bu çabanın farkındayım. Hatta şehir tiyatrolarında da bu çabaların olduğundan haberdarım, duyuyorum.

Ama seyircinin de bu dönüşme katkıda bulunması gerekiyor. Hep “izleyiciyi mi biz belirliyoruz, izleyici mi içeriği belirliyor” deriz ya. Bence bunlar karşılıklı etkileşimli şeyler ve bu ısrardan vazgeçmemek lazım diye düşünüyorum. Sonuçta kahraman dediğimiz kişinin cinsiyeti değiştikçe dönüştükçe seyirci de bunu alımlamaya daha da çok alışacak.

Kendi adıma “Ne kadar ısrarcıyız?” sorusunu sormak daha anlamlı olur. Yani demek istediğim kadın kahramanların ve LGBTİ+ karakterlerin hikâyesini anlatmak konusunda ne kadar ısrarcıyız ve onları National Geographic’te izlenecek unsurlar gibi değil de hayatın olağan akışında, gerçekten bu konularla karşı karşıya kalan insanlar olarak ele almaya hazır mıyız sorusu önemli. Açık söylemek gerekirse ben iyimser bir çaba olduğunu görüyorum.

Berfu Öngören ve Uğur Karabulut

- Bu soruyu daha önce başka bir yazar arkadaşa da sormuştum, sizin de cevabınızı merak ediyorum. Özellikle kadın hikâyesi anlatırken ve yıkamadığımız bazı tabuları sahneye taşırken ekstra dikkat ettiğiniz şeyler oluyor mu?

Benim tabularla ilgili bir problemim yok. Ama şuna dikkat etmeye çalışıyorum: Sonuçta ben de bu sistemin içerisinde yetiştim, ben de klişelere düşebilirim. Dolayısıyla orada da önlem olarak ortak akıl önemli bir şey, bu oyunda da yönetmen Nagihan Gürkan’ın veya aynı zamanda oyuncular Berfu Öngören'in, Uğur Karabulut'un, Bora Çınar'ın katkıları çok önemli oldu. Çünkü bu sistemin içerisinde yetiştiğinizde o handikaplara hemen düşebiliyorsunuz. Hemen o stereotiplere gidiyor zihnimiz. O basma kalıp yargıları tekrar üretmemek için bir çaba gösteriyorum ama bunu yaparken de gerçekçilikten uzaklaşmamaya çalışıyorum. Süper kahraman erkekler nasıl yoksa, süper kahraman kadınlar da yok. Daha hayatın içerisinden, daha gerçeğe yakın karakterler yaratmaya çalışıyorum.

TIKLAYIN | Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You.’nun anlattıkları: “Mağdur kadın görmekten bıktık, dibe de batsa kendi başına ayağa kalksın istedik”

- Geçtiğimiz hafta RTÜK başkanı 'sansür iddialarına azami dikkat ederek, milli ve manevi değerleri tahrip eden' yayınlara yaptırım uygulandığını söyledi. Günümüz konjonktüründe içinde bulunduğumuz toplumu eleştiren veya politik tiyatro yapıldığında sansür ve otosansüre dair neler söylersiniz?

Sansür sayısal bir şey, karşımıza çıkıyor, görüyoruz. Daha çok yakın bir zamanda Herkes Kocama Benziyor oyununun Hatay’da yasaklandığını gördüm. Dolayısıyla sayısal olarak karşımıza çıkan bir gerçeklik var ama beni daha çok endişelendiren otosansür açıkçası.

TIKLAYIN | Hatay’da depremzedelere dayanışma amaçlı sahnelenmek istenen oyuna "eksik evrak" engeli

Bunun daha gündem de olduğunu düşünüyorum. ‘Bundan bahsetmeyelim veya bunu söz konusu yapmayalım, şimdi bu konuya girmeyelim’in zihinlerde oluşmuş olması daha büyük bir tehdit. Tiyatro için ne kadar geçerli, çok emin değilim. Çünkü tiyatro bence hâlâ bu anlamda kendi özgünlüğünü ve özgürlüğünü koruyor.

RTÜK dediğimiz zaman televizyon işin içerisine giriyor, milyonlar işin içerisine giriyor. Orada meslektaşlar açısında özgür ve özgün kalmak mümkün mü çok emin değilim.

Berfu Öngören ve Bora Çınar

- Son olarak oyunun takviminden bahsedelim ve gündeminizde yeni projeler var mı?

17 ve 26 Aralık’ta Zorlu PSM’de, 8 Ocak’ta Alan Kadıköy’de, 31 Ocak’ta Fişekhane’de oynayacağız. Sonra Bursa'ya gidiyoruz. Bursa'daki seyircilerle bir araya geleceğiz.

Benim için yeni bir şey yok. Benim şu anda bütün konsantrasyonum Loop… Çok önemsiyoruz bu oyunu, sürdürülebilir olması da çok önemli. Ne kadar fazla seyirciye ulaşırsa bizim için o kadar iyi.

Yazarın Diğer Yazıları

Bu çağın kafa karışıklığına 19. yüzyıldan derinlikli bir bakış: Martı mıyım?

“Martı’nın yaşadığımız çağın kafa karışıklığını, derinlikli, enteresan karakterlerle ortaya koyuşu, oyunu sahneleme isteğimi artırdı. Ama elbette bugünün anlatım biçimleri ile 19. yüzyıldaki anlatım biçimleri farklı. Çehov’un çoğu mektubunda değindiği, biçimsel arayışa yaptığı vurgu; benim de bugünde seyirciyle nasıl ilişki kurulmalı, ona nasıl ulaşmalı sorularımla birleşince bu tip bir uyarlama ortaya çıkmış oldu”

Cumhuriyet'in ilk kadın ressamlarındandı; paşa konağında doğdu, Fransa'da yokluk içinde öldü: Hale Asaf

"Hale Asaf'ın resme olan tutkusu ve çalışkanlığı, yaşarken değil ama bugün kazandığı başarı önemli bir hikâye. Yazarken onu daha geniş kitlelerin tanımasını hayal ettim. Bir sanatçı olarak tüm zorlu koşullara rağmen üretmeye devam ediyor. Hayatın anlamını orada buluyor"

“Bizim” Muhammed Ali memleket gibi: Kelebek gibi uçamıyor, arılar hep saldırıyor

“Ben de seviyorum Muhammed Ali’yi ama yumruk vuran Ali’yi mi, yoksa düşünceleri için toplumu tarafından iyice ötekileştiren Ali’yi mi seviyorum hâlâ karar veremedim”

"
"