09 Kasım 2024

Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You.’nun anlattıkları: “Mağdur kadın görmekten bıktık, dibe de batsa kendi başına ayağa kalksın istedik”

Tiyatrocu Sami Berat Marçalı: Sansür illa yapacaklar ya da yapmakla korkutacaklar ve size otosansür yaptıracaklar. Siz ne istiyorsunuz? Ona karar vermek lazım. Sansüre boyun eğip geniş kitlelere mi ulaşmak ya da varlığınızı kabul edip elindeki kitlenin büyümesini mi ummak? Biz ikincisini tercih ettik, en bağımsız halimizle sahadayız. Bize bu iyi geliyor

Görkem Kasal, Gülce Oral, Evrim Doğan, Ali Rıza Kubilay ve Erdi Güçlü (soldan sağa) | Fotoğraf: Aslı Çelikel

Biraz şair, biraz âşık, biraz deli Ekin'in kırık bir kalple Londra’dan İstanbul’a dönmesini ve 35 yaşında her şeye yeniden başlamaya çalışmasını anlatan Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You. 13 Mayıs'ta prömiyerini yaptı.

Tiyatro yazarı Derem Çıray'ın ayrıca oyunun yönetmenliğini de üstlenen Sami Berat Marçalı ile kaleme aldığı ve otobiyografik unsurlar taşıyan oyun, yeni sezonda da seyirciyle buluşmaya devam ediyor.

Ekonomik kriz, göç sorunu gibi konularla sistem eleştirisi de yapan oyunda; Evrim Doğan, Gülce Oral, Görkem Kasal, Ali Rıza Kubilay ile Erdi Güçlü rol alıyor.

Oyunun yaratıcıları Derem Çıray ve Sami Berat Marçalı; tiyatro serüvenlerini, Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You. oyununu, tiyatroda sansür ve otosansür ile devletin kültür-sanata etkisini T24'e anlattı.

- Tiyatro ile tanışmanız ve tiyatroyu profesyonel olarak yapma kararınız nasıl oldu?

Derem Çıray: Çalışan bir ailenin tek çocuğu olarak büyüdüm. Yalnız bir çocuktum, konuşacak pek kimsem yoktu. Ben de yazarak kendimi ifade etmeye başladım. Liseden sonra Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Dramatik Yazarlık Bölümü'nü kazandım. Okuldaki tiyatro eğitimi bana sahne sanatlarını sevdirdi. Okulda yazdığım bir oyunla Royal Court’un İstanbul’da yaptığı iki yıllık bir workshopa ve ardından Interplay Europe’a seçildim. 23 yaşımda Theatre Uncut projesinde yazdığım bir metinle Edinburgh Fringe Festivali’nde yer aldım. Tiyatro yolculuğum böylece başlamış oldu.

Sami Berat Marçalı: Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Endüstri Mühendisliği okurken okuduğum mesleği anladım ve sevmedim. Küçüklükten beri sanatın çeşitli kollarına ilgim vardı ve çok izleyen bir seyirciydim. Üniversitenin tiyatro kulübündeki üst sınıflarım profesyonel bir tiyatro kurdu, beni de ekibe davet ettiler ve serüven başladı. 2010'da YTÜ'den arkadaşlarımla İkincikat'ı kurduk. 2017'de oradan ayrılıp B Planı'nı kurdum. Yan Etki, Craft, Toy ve Oyun Atölyesi'nde oyun yönettim. 2020'den beri senaristlik yapıyorum. Bu dönemde de tiyatro yapmaya çalıştım ama şartlar bir türlü olgunlaşmadı. Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You., Derem'den bana bir hediye gibi geldi ve hemen gaza bastık.

Derem Çıray ve Sami Berat Marçalı | Fotoğraf: Aslı Çelikel

- Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You.'nun fikir aşamasını ve yazma sürecini anlatır mısınız, nasıl bir araya geldiniz?

Derem: Bir projenin yazar odasında tanışıp arkadaş olduk. Ben o sırada Londra’da yaşıyordum. Bir süre sonra İstanbul’a geri döndüm. Sami bu süreci yazmam konusunda beni yüreklendiriyordu. Önce film olarak yapmayı düşünmüştüm. Daha sonra bu hikâyeyi tek kişilik bir oyun olarak kaleme aldım. Ardından Sami’yle bir araya gelip oyunu çok karakterli bir metin haline getirdik. Çok katmanlı, bambaşka bir iş çıktı ortaya. Birlikte yazım süreci yaklaşık bir yıl sürdü. Yazarken genelde çok eğlendik. Benim için zaman zaman sancılıydı çünkü kendi göç hikâyemle de yüzleşmek zorunda kaldım. Ama bir o kadar da iyileştirici oldu.

Sami Berat: Derem’le Netflix’e yapılan bir dizinin yazı odasında tanıştık. Anında sevdik birbirimizi ve çok yakın arkadaş olduk. İki yazar birbirini bulunca hayallerini çarpıştırır. Bizim de öyle oldu biraz. Ortak hikayeler yazdık, birbirimizin yazdıklarını onardık, yazdıklarımızın daha iyi bir hâle gelmesi için birbirimizin psikolojisiyle uğraştık. Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You. böyle bir buluşmanın ürünüdür. Terapidir.

- Biraz da oyunun hikâyesinden bahsedelim. Burada şunu da sorayım; oyun tiyatroseverlere ne vadediyor, bu söyleşiyi okuyan birine oyununuzu izlemesi için 3 sebep sayar mısınız?

Derem: Oyun türlü hayallerle Londra’ya göç eden ama tutunamayıp İstanbul’a geri dönen Ekin’in bir oyun yazarı olarak var olma ve hayatta kalma mücadelesini ironik bir dille anlatıyor. Birincisi hem metin hem de reji anlamında yenilikçi ve özgün bir oyun. İzlediğimiz diğer oyunlara benzemiyor. Bugüne ait, orijinal bir anlatım dili var. Ekin’le beraber kırka yakın karakter izliyoruz. Oyuncular seyircinin gözü önünde kostüm ve aksesuar değişimleriyle karakterden karaktere dönüşüyorlar ve bunu çok ustaca başarıyorlar. İkincisi dürüst ve cesur bir oyun. Herkesin bildiği ama konuşulmayan, tabu haline gelmiş meseleleri mizah yoluyla ortaya koyup izleyiciye kendisiyle yüzleşme fırsatı veriyor. Üçüncüsü güncel meseleleri konu alıyor. Bugün burada dertlerimiz neyse, onu anlatıyor ve yaralarımıza ayna tutuyor. Yalnız olmadığımızı bize hatırlatıyor.

Sami Berat: Bana bu oyun, her seyrettiğimde şunları diyor: Yalnız değilsin. Yanlış değilsin. Kendine güven.

Gülce Oral ve Evrim Doğan | Fotoğraf: Burak Bal

- Hayata sıfırdan başlamanın yaşı olur mu; tahminim yakın yaşlardayız, Ekin karakterinin yerine kendinizi koysanız şu anda böyle bir şeye cesaret edebilir miydiniz? Sebep sunmuyorum çünkü yaşadığımız toplumda çok aramaya da gerek yok, yaşadığımız her gün bir sebep.

Derem: Ben de dört yıl önce Ekin gibi Londra’dan İstanbul’a tersine göç ettim. Şimdi buradan bakınca Londra’ya taşınma kararı gerçekten cesaret gerektiriyormuş. Tabii gitmeden orada neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Sanki burada gerçekleşmeyen hayaller, “oraya” gidince gerçekleşecek gibi bir yanılsamaya kapılmışım. Halbuki gittiğin yerde sıfırdan bir hayat kurmak burada tutunmaktan çok daha zor. Hadi tüm hayatını yoluna koydun diyelim, aklın yine burada. Otuz yaşına kadar burada yaşamışsın. Her gün uzaktan Türkiye’de olup biteni takip etmeye devam ediyorsun. Sen orada değilsin ama tüm arkadaşların, ailen, sevdiklerin yine aynı dertlerle mücadele etmeye devam ediyor. Yine canın yanıyor. Üstelik kalıp bir şeyleri değiştirmeye çalışmak yerine kaçıp gitmiş olmanın bencilliği de vicdanını sızlatıyor. Neticede kaçamıyorsun. Ayrıca göçmen kimliğiyle hayatına devam etmek de hiç kolay değil. Yine de gittiğime hiç pişman değilim. Bana çok şey kattı. En önemlisi de artık “her şeyi bırakıp gitsem nasıl olur” demiyorum. Orada hayatta kalmanın da hiç kolay olmadığını biliyorum. Gitmek isteyen gidip yaşayarak görmeli. Ben dönme kararı aldığımda pandemi başlamıştı. Aylarca dönemedim. Sonunda döndüğümde çok mutluydum. Ülkemi ne kadar sevdiğimi uzaktayken anladım. Bu açıdan iyi oldu. Benim derdim ülkenin kendisiyle değil, bu toprakları yaşanması zor hale getiren politikalarda sorun var. Benim de elimden bu dertleri yazmak geliyor işte. Bu oyun çıktı mesela ortaya. Bir daha göç etmeyi düşünmüyorum.

Sami Berat: Ben sıfırdan başlamaktan korkmuyorum, çok yaşadım. Her başladığım sıfır noktası, beni biraz daha ileri götürdü diyebilirim. O sıfır noktaları şu anki beni inşa etti, desem yanlış olmaz.

Görkem Kasal, Evrim Doğan, Ali Rıza Kubilay, Erdi Güçlü ve Gülce Oral (soldan sağa) | Fotoğraf: Burak Bal

- Söyleşiye hazırlanırken, izleyenler ne demiş diye biraz araştırdım. Fazla argo bulanlar olmuş. Ben kesinlikle öyle düşünmüyorum, gündelik yaşamdaki kadardı. Acaba ana karakterimiz kadın değil de erkek olsaydı sizce yine de bu yorum gelir miydi?

Derem: Biz günlük hayatta ne kadar argo kullanıyorsak, oyundaki karakterler de o kadar argo kullanıyor. Steril bir oyun yazma gibi bir kaygımız olmadı. Gerçek hayatta olanı sahneye taşıdık. Ben de çok fazla argo kullandığımızı düşünmüyorum. Ana karakter erkek olsaydı böyle bir yorum gelmezdi muhtemelen.

Sami Berat: Bazı seyirciler küfürden çok rahatsız oluyor. En ufağından bile. Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You.'da gündelik argo konuşma dili var, hiciv var. Bu da dolayısıyla bazı küfürler içeriyor. Bunları kasıtlı ironik gündelik argo konuşma dili olarak görmekten ziyade salt küfür olarak bakıyorlar. Kahramanımız erkek olsaydı da rahatsız olurdular.

- Özellikle kadın hikâyesi anlatırken ve yıkamadığımız bazı tabuları sahneye taşırken ekstra dikkat ettiğiniz şeyler oluyor mu?

Derem: Ana karakterimizin mağdur bir kadın olmamasına dikkat ettik diyebilirim. Oradan oraya sürüklense de bir sürü hata da yapsa, dibe de batsa kendi başına ayağa kalkmasını istedik. Her yerde mağdur kadın görmekten bıktık.

Sami Berat: Artık olmuyor açıkçası. Bu konuda bir sürü oyun çalıştım, kendimi yeterince eğittiğimi düşünüyorum. İnsanları iki gruba bölerseniz sorunlar ortaya çıkar. İnsana insan gibi bakmak, kadın erkek diye ayırmamak en doğrusu.

Derem Çıray | Fotoğraf: Aslı Çelikel

- Işık ve müzik gibi unsurlar yeri geldiğinde tiyatroda gizli bir kahraman olabiliyor. Siz metni yazarken bunu da düşünerek mi hareket ediyorsunuz yoksa provalarda mı karar veriyorsunuz?

Derem: Metni yazarken şurada şöyle bir müzik girsin, burada ışık değişsin gibi bir şey düşünmedik. Ama bazı sahnelerde müzik ihtiyacı ister istemez vardı. Parti sahnesi, bar sahnesi gibi. Oyunun orijinal müziklerini Can Aydınoğlu yaptı. Sami’yle çalıştılar, o kısma ben dahil olmadım. Işık tasarımını da Alev Topal yaptı. O kısma da karışmadım. Ortaya çıkardıkları işler oyunun ruhuna çok yakıştı.

Sami Berat: Provalarda karar veriyorum. Oyun yönetirken hiçbir şey bilmemek, bir seyirci gibi sanatsal ihtiyaçlarımı gidermek istiyorum. Metin için de bu geçerli. Ona da hiç bilmiyormuş gibi, ilk defa karşılaşıyormuşum gibi yaklaşmaya gayret gösteriyorum. Böylece sahnede yarattığımız şeyin en organiğini bulabiliyorum.

- Günümüz konjonktüründe içinde bulunduğumuz toplumu eleştiren veya politik tiyatro yapıldığında sansür ve otosansüre dair neler söylersiniz?

Derem: Oyun henüz prömiyerini yapmadan sansür meselesiyle gündeme geldi. Biz böyle engellerle karşılaşmayı beklemiyorduk. Ama bu engeller bizi daha da güçlendirdi. İnat ettik, bağımsız bir yoldan gittik. İyi ki de öyle yapmışız. Tiyatroda otosansürü anlamıyorum. O zaman neden tiyatro yapıyoruz ki? Biz doğru olduğuna inandığımızı yapmaya devam edeceğiz.

Sami Berat: Sansür illa yapacaklar ya da yapmakla korkutacaklar ve size otosansür yaptıracaklar. Siz ne istiyorsunuz? Ona karar vermek lazım. Sansüre boyun eğip geniş kitlelere mi ulaşmak ya da varlığınızı kabul edip elindeki kitlenin büyümesini mi ummak. Biz ikincisini tercih ettik, en bağımsız halimizle sahadayız. Bize bu iyi geliyor. Kimine de öbür türlüsü iyi geliyordur, o da çok OK. Seyirci ne istiyorsa onu izleyecek günün sonunda. Kimse seyirciyi yasaklayamaz.

- Devletin kültür-sanatla mesafesi, kültür-sanata desteği nasıl olmalı, sizin kafanızdaki ideal model ne olurdu? Halihazırda uygulanan modeli nasıl buluyorsunuz?

Derem: Tiyatro adına konuşmak gerekirse bağımsız tiyatrolara yeterli destek yapılsa, hayatta kalabilirler, birçok tiyatro şu anda olduğu gibi kapanmaz, seyirciyle buluşmaya devam eder. Bugün bağımsız tiyatro yapmak ve bunu sürdürmek ekonomik olarak çok zor. Tiyatrocular hayatta kalmak için başka işler yapmak zorunda kalıyorlar. Geçim derdine düşen bir insan nasıl sanat yapacak? Suya sabuna dokunmayan, istemediği işlere girip çalışıyor çoğu sanatçı. Ne yetenekler ne sesler var, duymuyoruz, bilmiyoruz. Herkes kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Biz de öyle yaptık. Teşekkür ederiz bu güzel söyleşi için.

Sami Berat: Bilmem. Pek faydalandığım bir kurum değil. İdeal model, tabii ki devletin daha kapsayıcı olması ve sanatı daha çok desteklemesi ki ilerleme olsun. Böyle hep iki ileri, üç geri...

Faruk Ekici kimdir?

Faruk Ekici, University of Science and Technology-Yemen'den mezun olurken İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümüne devam etti. Aynı üniversitede Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisansına devam etti.

Gazeteciliğe TRT'de video muhabir olarak başladı ve AA'da devam etti. Al Jazeera'nın desteklediği ve stüdyoları İstanbul'da yer alan Belqees TV'de kameramanlık yaptı.

star.com.tr ile birlikte internet gazeteciliğine adım atan Ekici, 2022 yılından itibaren T24'te Video Haber Koordinatörü olarak gazeteciliğe devam ediyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ermenistan’ın aklı almadı; Gomidas’a hayat veren Fehmi Karaarslan anlatıyor: Sarılıp hüngür hüngür ağladılar!

"Dizilere bağımlı olmamak ve sanatçı kalabilmek için rehberlik yapıyorum. Bu, alışkanlıkların dışına çıkmak ve yeni insanlarla tanışmak için de imkân tanıyor"

“Hocamın öğrencileri arasında Kadir Topbaş ve Recep Tayyip Erdoğan da var”; kukla sanatçısı Cengiz Özek, iplerin hayatını nasıl değiştirdiğini anlattı

"Cumhuriyet kurulunca 'bu bütün Türkiye’nin sanatı olsun' diyerek Karagöz’e Türk Gölge Tiyatrosu diyorlar ve bütün Türkiye’nin sanatı oluyor. Halkevleri Atatürk Devrimlerini Karagöz'le anlatmaya çalışıyor. Halkevlerinde yeni Karagözcüler yetiştiriliyor, didaktik oyunlar yazılıyor. Karagöz vals yapıyor, piyango çekilişleri var… Karagöz’e verilen en büyük zararlardan biri bu"

Erdal Beşikçioğlu: Behzat Ç.’yi Etimesgutlularla çekeceğiz; bundan daha iyi bir ilçe tanıtımı olamaz

"Cumhuriyet Kültür Merkezi 100. Yıl Sahnesi ile ilgili seçim zamanında Devlet Tiyatroları’yla bir protokol imzalanmış. Protokol biraz can havliyle imzalanmış o konuda. Sebebi de şu, tahsis edilmiş ama sınırsız tahsis yapılmış. Sınırsız tahsis diye bir şey olamaz tabii ki. 4 gün oynama müsaadesi vermişler, bir gün dekor kuracaklar, bir gün de dekor kaldıracaklar. 6 gün boyunca Devlet Tiyatroları bu sahneyi belediyenin personeli ile kullanacak. Belediye faturalarını ödeyecek. Bunların hepsini yapacak. Devlet mi daha büyük, belediye mi daha büyük?"

"
"