20 Ocak 2024

Tiyatroya ‘kapı’ olarak başladı, Tayvanlı piyanist annesi kariyerine ilham oldu; Filiz Bozkuş Al, GONG ve Üç Hazine’yi anlattı

“Tiyatrodaki olanak beni her zaman çok büyülüyor. Çok ciddi bir potansiyel hissediyorum ve bana bu potansiyelin çok azını kullanıyoruz gibi de geliyor. Yaşanan o büyülü anda ‘Seyirciyi harekete geçirebilmek, yaşam enerjisiyle dolup taşırabilmek mümkün mü?’ gibi sorular ışığında bir şeyler yaratmak ve üretmek istiyorum”

Tiyatro ve dans sanatçısı Filiz Bozkuş Al, 1989 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde Tayvanlı anne ve Türk bir babanın çocuğu olarak doğdu. İki yaşında geldiği Ankara’da çok kültürlü bir ortamda büyüdüğünden bahseden Al, piyanist annesinden aldığı ilhamla ilkokul yıllarında tiyatro sahnesine adım attı.

Al, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) Felsefe okurken sahne tozu burada da peşini bırakmıyor ve ODTÜ Oyuncuları'na katılıp “Oyun nasıl çıkarılır, dramaturji ne demektir, dekor, aksesuar, kostüm nasıl yapılır?” gibi soruların peşine düşüyor. Bu sırada Japon dansçı Iida Shigemi ile tanışması kendi ifadesiyle bir “dönüm noktası” oluyor.

Genç tiyatrocu, sekiz yıllık aradan sonra teatral dans performansının Türkiye’deki sayılı örneklerinden biri olan ve evinin salonunda prova ettiği GONG oyunu ile 2022 yılından bu yana seyirciyle buluşmaya devam ediyor.

ODTÜ Oyuncuları'nı, Saim Güveloğlu ile kurdukları Boş Sahne'yi, Iida Shigemi'yle tanışmasıyla hayatına giren Üç Hazine’yi yani beden, ruh ve zihin birliğini hatırlatan günlük yaşam pratiğini, tiyatroya verdiği aranın ardından sahnelemeye başladığı GONG’a uzanan süreci ve gelecek projelerini T24'e anlattı.

Şimdi söz Filiz Bozkuş Al'da...

Annem piyanist ve son derece disiplinli bir kadın. Uzak Doğu disipliniyle bizi büyüttü diyebilirim. Günde altı, yedi saat piyano çalar. Belli rutinleri vardır. Sahneye olan ilgim, annemi seyrederek başladı. Annemi sahnede piyano çalarken seyredince şaşırıyordum. İlkokul zamanlarımdaki hissi hatırlıyorum; evde bize bakan, yemek yapan annem bir anda başka bir şey oluyor ve o artık annem değil piyano çalan başka bir kadın. O zamanın durması, askıda olma hali, seyircilerin annemi izlemesi, annemin başka bir kadın olması, bütün bu ortam; beni çok büyülüyordu. 
 
Annemi kendi duygularını ifade ederken görmek de bambaşka bir histi. Bir annenin evde, günlük yaşam içinde kendini sahnedeki gibi ifade edecek bir ortamı olmuyor sonuçta. Benim de anne olduktan sonra, üzerine düşündükçe fark ettiğim şeyler bunlar. Tüm bu deneyimler iz bırakmış. Şimdi de çocuklarım beni izledikçe sahnede, onlara nasıl izler taşınacak, çok merak ediyorum. 

"Alice Harikalar Diyarında'ki kapı olmuştum"

İlkokul dördüncü sınıfta okulun tiyatro topluluğuna katıldım ve çok sevdim. Alice Harikalar Diyarında'ki kapı olmuştum ve benden başka bir şeyin adeta fırlamasına bayılmıştım böylece okulun tiyatro klüplerine katılmaya devam ettim. Sonra ODTÜ felsefeyi kazandım ve hemen burada nasıl tiyatro yapabilirim diye araştırdım. ODTÜ Oyuncuları diye bir grup varmış, ne kadar şanslıyım ki böyle köklü bir tiyatro topluluğu karşıma çıktı. 1960 yılından itibaren hâlâ varlığını sürdüren, 30-40 hatta kimi zaman 50 kişilik ekiple her sene oyun çıkaran ve hâlâ üniversiteler arası tiyatro şenliği yapmaya devam eden köklü bir tiyatro topluluğu. Orada yetiştim aslında; birlikte üretiyorduk her şeyi.
 
Sahnede oyun nasıl çıkarılır, dramaturji ne demektir, dekor, aksesuar, kostüm nasıl yapılır, her oyunu 200-300 seyircinin karşısında oynamak nasıl bir şeydir, hep deneyimleyerek öğreniyorduk. Mezun olduktan sonra toplulukta tanıştığım Saim Güveloğlu'yla birlikte 2010 yılında Boş Sahne Grubunu kurduk ve 2010-2013 yılları arasında Ursula K. Le Guin’in Labirentler adlı öyküsünü ve Franz Kafka'nın Akademi İçin Bir Rapor öyküsünü tek kişilik oyun haline getirip başta İstanbul’da ve gidebildiğimiz şehirlerde sahneledik. Böylece İstanbul'da alternatif bir tiyatro grubu olmayı deneyimlemeye başladık. 
 
Benim için dönüm noktası ise 2011 yılında Japon dansçı Iida Shigemi'nin Çatı Dans Stüdyosu'ndaki atölyesine katılmamla oldu. Shigemi, Butoh Dansı'nın kurucularından Kazuo Ohno'nun son zamanlarda asistanlığını yapmış, yazar, şair, dansçı ve oyuncu. Çok yönlü bir insan.
Filiz Bozkuş Al (Fotoğraf: İlknur Karakütük)

“Elleri ve kolları takma olan birini canlandırmak beni fiziksel olana yönlendirdi”

- Iida Shigemi ile tanışmadan önce profesyonel dansla ilişkiniz var mıydı?
 
Aslında yoktu. Fakat evde kendi kendime çok dans ederdim. Ya annemin müziğiyle ya da radyodan açtıklarımla. 
 
Bence fiziksel tiyatroya ilgi duymamın başlangıcı şöyle oldu: ODTÜ Oyuncuları’ndayken Friedrich Dürrenmatt'ın Yaşlı Kadının Ziyareti oyununu oynayacaktık ve yaşlı kadını ben canlandıracaktım. Bu karakterin sağ eli ve sol bacağı takmaydı. Çok fazla ameliyatlardan ve işlemlerden geçmiş grotesk, absürt bir karakterdi. Dolayısıyla karakterde var olan bu garip özellikler, fiziksel olana daha çok yönlenmemi sağladı.

Bu kadının bedensel olarak yürüyüşü nasıldır, duruşu nasıldır diye ararken sesinin de bir şekilde belirmesi ve benim kendimde hiç görmediğim, duymadığım ses tonlarının, beden hareketlerinin ortaya çıkması çok etkiledi. Bundan sonra aldığım bütün rolleri genel olarak önce beden odaklı bir başlangıçla çalışmaya başladım.
 
Iida Shigemi ile karşılaşmam da tam bu zamanlara denk geldi. Atölye çalışması “Beden-Zihin-Sihir” başlığı altındaydı, sonrasında bunu Üç Hazine Dansı olarak geliştirdi.

Üç Hazine Dansı: Beden, ruh ve zihinin birliğini sürekli olarak hatırlatan, günlük yaşam pratiği

- Üç Hazine Dansı nedir?
 
Beden, ruh ve zihinin birliğini sürekli olarak hatırlatan, günlük yaşam pratiği diye çok kısaca özetleyebilirim.
 
Iida’nın varlığı, hayata bakışı, paylaştığı Üç Hazine beni çok etkiledi ve uzun bir süre asistanlığını yaptım. Atölye çalışmalarını dünyanın pek çok yerinde gerçekleştiriyordu, onunla birlikte İtalya’ya, Filipinler’e, Japonya’ya gittim. Türkiye’de atölye çalışmaları organize ettim. Böylelikle o zamandan bu zamana bunu bir günlük yaşam alışkanlığım hâline getirdim. 12 senedir her gün, bir şekilde dans ediyorum.
 
- Anladığım kadarıyla uzunca bir süre sahneye çıkmadınız...
 
Evet, çünkü 2014 yılında Kerem (Kerem Al) ile tanıştım, 2 çocuğumuz oldu. Dolayısıyla çocuklara bakmayı seçtim ve sahneye sekiz sene ara verdim. Ara verdim ama tiyatroyu bırakmadığım, geri döneceğimi zaten biliyordum. Günlük yaşamım içerisinde, “Üç Hazine dansını sahnede nasıl uygulayabilirim? Hazineleri insanlarla nasıl paylaşabilirim? Neden oyunculuğu seviyorum? Sahnede gerçekten ne yapmak istiyorum?” gibi sorular hep kafamda dönüyordu. Hem pandeminin verdiği sıkıntı hem de sekiz sene sahneye çıkamamanın doğurduğu enerji birikmesiyle 2022 yılında Kerem’le GONG’u çıkarmış olduk.
 
- Biraz da GONG’un hazırlık aşamasından ve yolculuğundan bahseder misiniz?
 
Bir oyuna hazırlanıyorum kararını Sinan Canan'ın İnsanın Fabrika Ayarları (İFA) serisi ve Yeni Dünyanın Cesur İnsanı kitabını okuduktan sonra verdim. Bana büyük cesaret ve güç verdiler. İnanılmaz bir sürece giriverdim. Çünkü İFA’da değinilen tüm konular Üç Hazine’yi nörolojik, biyolojik yani bilimsel bir bakış açısıyla anlatıyordu sanki. Bu heyecanla Sinan Canan’ın bloğunda önerdiği nörologların kitaplarını, beyin ve zihinle ilgili kitapları okumaya başladım.
 
Ardından psikoloji üzerine okumalar yaptım. Carl Gustav Jung, Rollo May, Maslow beni çok etkiledi. Joseph Campbell'ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabıyla da mitolojiyi merak etmeye başladım. Tüm bu okumaları oyunculukla, tiyatro ve dansla ve ne sahneleyeceğimi tam bilmediğim ama yer yer sezdiğim şeyle bağdaştırdıkça yavaş yavaş şekillenmeye başladı hikâye.  Bir de otuzlu yaşlara geldikten sonra insan yaşamı artık daha farklı sorgulamaya başlıyor. Birey olma üzerine daha çok düşünmeye başlıyor sanki. “Ben ne istiyorum, ben gerçekten ne yapıyorum, şu hayatta neyi amaçlıyorum, nerede anlam buluyorum?” gibi soruları sormaya başladıkça GONG’un kurgusunun bir bireyin yolculuğunun en başından itibaren alınmasını çekici buldum.
 
Üç Hazine’den öğrendiğim bakış açısı grafiği şekillendirmemde yardımcı oldu. Yaşamda her şey önce bir hassasiyetle başlıyor ve sonra bir enflamasyon sürecine tırmanıyor ve bu süreç sağlıklı bir şekilde tamamlandığında tüm zehirlerden arınmamızı sağlayan bir detoks süreci yaşanıyor. Böylece yeni bir dengeye kavuşuyoruz. Sağlıklı bir döngü bu şekilde ilerliyor. Fakat şu an insanlığın oluşturduğu sistemin içinde genel alışkanlığımız, enflamasyon sürecini negatif bir şey olarak yorumlayıp bastırmaya çalışmak. Antibiyotikler, antidepresanlar, başka türlü maddeler ya da alışkanlıklarla enflamasyon sürecini, öfkeyi, ağlama isteğini, heyecanı, olumsuz duygularımızı vs. bastırmaya ve tıkamaya meyilliyiz daha çok. Her zaman akışla ilerleyen yaşamın içinde biz insan olarak yaşamı sabitleyebiliyoruz. Bütün hastalıkların, problemlerin kaynağının bu sabitlemeden ve tıkanmadan kaynaklandığını düşündüğüm için, yaşamı burdan okuduğum için GONG buralardan şekillenmeye başladı.
GONG oyunu | Filiz Bozkuş Al (Fotoğraf: İlknur Karakütük)
- Bildiğim kadarıyla GONG’un ilk versiyonuyla şimdiki biraz farklı, oyunun gelişim sürecinde neleri dikkate aldınız ve neler sizi etkiledi?
 
Açıkçası şöyle, ben de GONG’u oynadıkça, GONG seyircide karşılık buldukça ne yaptığımızı daha iyi anlıyorum. Ortaya böyle bir şey çıkacak diye kurgulayarak başlamadım bu performansa. Sadece sezgisel olarak birtakım sahneler vardı hayalimde. Mesela oyunda gölge yanların ortaya çıktığı bir bölüm var, yeşil ışığın hâkim olduğu. Böyle bir bölümün olacağını biliyordum çünkü kendi kendime dans ederken ‘kötü’ diye adlandırdığımız karakterlerin belirip belirip yok olması gibi şeyler deniyordum hep. 
Sonrasında kurguladıkça doğum, bebeklik, çocukluk vesaire şeklinde bölümlere ayırdım. Bölüm bölüm neye odaklanmak istediğimi düşündüm, sahne üstünde denedim, sahne üstünde diyorum ama evin salonunda denedim, denedikçe yeni fikirler gelişti, yazdım, derken bir dil ve çalışma yöntemi gelişti.
 
Birinci versiyonunda müzikler özgün değildi. Seçtiğimiz müzikleri bir araya getirip montajlayıp o şekilde kurgulamıştık. Özgün bir ses ve müzik tasarımı olmaması oyuna yakışmıyordu. Eşim Kerem aslında doktor daha önce sahne üstü ya da arkasında deneyimi hiç olmamış ama eline hangi enstrümanı alırsa çalar, müzik ve teknik işlerde çok yetenekli ve yaratıcı birisi. Ses tasarımını yapabileceğini fark ettik ve böylece ikinci versiyonda ikinci oyuncu ses ve müzik oldu gibi. Anlatım daha da rahatladı. Ses tasarımını hazır var olan bir hikâyenin üstüne yapmak daha kolay oldu. Zamanla ilerledi şu anki haline gelişi. Hâlâ da değişmeye, yolunu bulmaya devam ediyor. Tiyatroda en sevdiğim şeylerden biri de bu. Sabitlenememesi. Sürekli değişmek zorunda olması. 

“İstanbul’dan uzak olmak ‘ya bir şeyleri kaçırıyorum herhâlde’ duygusunu da veriyor”

- Maddi olarak karşılığını alabiliyor musunuz?
 
Bu yola Kerem’le birlikte ilk seneler hiç para kazanmamayı göze alarak başladık. Tiyatro dışından para kazanıyoruz, Türkiye’deki pek çok sanatçı gibi. Şu an önceliğimiz keyifle sürdürmek ve olabildiğince çok seyirciyle buluşmak. 
 
- Türkiye’de kültür-sanat denilince aklımıza İstanbul geliyor ama siz İzmir’de yaşıyorsunuz. İzmir’de yaşarken kültür-sanat alanında bir şeyleri kaçırdığınız hissine kapıldığınız oluyor mu?
 
Hem hissediyorum, hem hissetmiyorum. 
 
4 senedir İzmir’deyiz. Burda tiyatro ortamının İstanbul’dan çok farklı olduğunu fark ettim. Ödeneksiz tiyatrolar hangi sahneleri tercih ediyor, seyircisi var mı, neredeler? Tiyatroyla ilgilenenleri bir araya getiren mekanların az olduğunu hissediyorum. Herkes dağılmış ve kendisi hareket ediyor gibi. Yine de genelleştirme yapmak istemem. Çocukları bırakabildiğim zamanlarda ancak GONG’a zaman ayırabildiğimi düşünürsek henüz istediğim kadar çevreyi tanıyacak fırsatım olmadı. Yine de büyük potansiyel olduğunu hissediyorum burda. 
 
Öte yandan İstanbul'daki karmaşadan, kaostan ve dedikodulardan uzak olmak bana iyi geliyor ve işime odaklanmamı sağlıyor. Bir yandan da uzak olmak ‘ya bir şeyleri kaçırıyorum herhâlde’ duygusunu da veriyor ama yavaş yavaş dengeyi de buluyoruz.
GONG oyunu | Filiz Bozkuş Al (Fotoğraf: Güneş Aman)

“Tiyatro ve dans hâlâ çok farklı algılanıyor, daha çok bir araya gelmeli”

- Türkiye’de yaptığınız işin farklı örnekleri var mı?
 
Açıkçası tiyatroya çok uzun ara verince ve İstanbul'dan da uzak olunca takip etmekte zorlanıyorum, o yüzden bilmiyorum. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları grubu yaptıkları işlerle beni çok heyecanlandırıyor. 
 
Gözlemlediğim kadarıyla hâlâ tiyatroyla dans çok farklı algılanıyor. Ama artık bunun daha çok bir araya gelmesi gerektiğini düşünüyorum.
 
- Peki, GONG dışında başka projeleriniz de olacak mı?
 
Evet var. Önce şunu söylemek isterim; tiyatrodaki olanak beni her zaman çok büyülüyor. Çok ciddi bir potansiyel hissediyorum ve bana bu potansiyelin çok azını kullanıyoruz gibi de geliyor. Yaşanan o büyülü anda “Seyirciyi harekete geçirebilmek, yaşam enerjisiyle dolup taşırabilmek mümkün mü?” gibi sorular ışığında bir şeyler yaratmak ve üretmek istiyorum. İnsanın iyileştirici yönünü öne çıkarmayı, duyguları ve bedeni harekete geçirebilme ihtimalini merak ediyorum. 
 
Hayalimizde pek çok proje var evet, şu an annemle birlikte bir proje üzerinde çalışıyoruz. 

Yazarın Diğer Yazıları

Finito. Yallah. Kış Kış. L*ve You.’nun anlattıkları: “Mağdur kadın görmekten bıktık, dibe de batsa kendi başına ayağa kalksın istedik”

Tiyatrocu Sami Berat Marçalı: Sansür illa yapacaklar ya da yapmakla korkutacaklar ve size otosansür yaptıracaklar. Siz ne istiyorsunuz? Ona karar vermek lazım. Sansüre boyun eğip geniş kitlelere mi ulaşmak ya da varlığınızı kabul edip elindeki kitlenin büyümesini mi ummak? Biz ikincisini tercih ettik, en bağımsız halimizle sahadayız. Bize bu iyi geliyor

Ermenistan’ın aklı almadı; Gomidas’a hayat veren Fehmi Karaarslan anlatıyor: Sarılıp hüngür hüngür ağladılar!

"Dizilere bağımlı olmamak ve sanatçı kalabilmek için rehberlik yapıyorum. Bu, alışkanlıkların dışına çıkmak ve yeni insanlarla tanışmak için de imkân tanıyor"

“Hocamın öğrencileri arasında Kadir Topbaş ve Recep Tayyip Erdoğan da var”; kukla sanatçısı Cengiz Özek, iplerin hayatını nasıl değiştirdiğini anlattı

"Cumhuriyet kurulunca 'bu bütün Türkiye’nin sanatı olsun' diyerek Karagöz’e Türk Gölge Tiyatrosu diyorlar ve bütün Türkiye’nin sanatı oluyor. Halkevleri Atatürk Devrimlerini Karagöz'le anlatmaya çalışıyor. Halkevlerinde yeni Karagözcüler yetiştiriliyor, didaktik oyunlar yazılıyor. Karagöz vals yapıyor, piyango çekilişleri var… Karagöz’e verilen en büyük zararlardan biri bu"

"
"