28 Ekim 2023

Nezaket Erden: Sevgili Arsız Ölüm'ü Latife Tekin'e ilk defa evinde oynadım; aslında bizi "hayır" demek için çağırdığını itiraf etti

"Bize yara verenlerden biri de ailemiz olduğu için bu hikâye de aile üzerine kurulu ve o ailenin şehirle mücadelesini anlattığından, aslında her birimiz için çok tanıdık ve hiç bitmiyor bir yandan da. O yüzden 30 sene önce yazılan bir roman hâlâ bütün yeniliğiyle duruyor ve hikâye maalesef eskimiyor"

Türk tiyatrosunun genç yeteneklerinden oyuncu ve yönetmen Nezaket Erden, çocukluk hayali olan oyunculuğa Galatasaray Üniversitesi Felsefe bölümünde okurken okulun tiyatro kulübünde başladı. Kadir Has Üniversitesi'nde tiyatro yüksek lisansı yaparken bitirme projesi olarak hazırladığı Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit oyunuyla profesyonel tiyatroya adım atan Erden, 2018 yılında kurdukları Tiyatro Hemhâl'de adından söz ettiren oyunlarla sahne almaya devam ediyor. Bu sezon Uraz Kaygılaroğlu ile başrolünü paylaştığı Aşık Shakespeare oyunundaki Viola karakteriyle de tiyatroseverleri büyülüyor.

İnsanlar İkiye Ayrılır ve İki Şafak Arasında filmlerinde canlandırdığı karakterlerle 57. ve 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazanan Erden, Sevgili Arsız Ölüm oyununda canlandırdığı Dirmit karakteriyle 23. Afife Tiyatro Ödülleri'nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu adayı oldu.

Erden, 2018 yılından bu yana sahneledikleri Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit oyununu, Tiyatro Hemhâl'i, yazar Latife Tekin ile olan ilişkisini; Şimdi ve Aşık Shakespeare oyunlarını, yakında dijital bir platformda yayınlanacak olan Aşk-ı Memnu uyarlaması olan Bihter filmini T24'e anlattı.

"Sevgili Arsız Ölüm ile 22-23 yaşlarında, üniversite yıllarında tanıştım. İsmini görünce çok sevmiştim ve maalesef Latife Tekin'i o güne kadar hiç okumamıştım. Eve gittim, okudum ve karakter olarak Dirmit'i seçtim. Birebir olmasa da ben de kendimden çok benzerlikler buldum ve romanın dünyası beni birden sardı" diye konuşan Erden, "Romanı ilk okuduğumda bir sürü insana anlatmak istiyordum, özellikle romanı okuma ihtimali olmayan insanlara" diyerek hayallerine giden yolun nasıl filizlendiğini anlattı. 

"Tiyatronun ritminden vakit bulamıyorduk, pandemide kamera önü işlere yöneldik"

- Tiyatro Hemhâl'i 2018 yılında Hakan Emre Ünal ve Ayşe Draz'la birlikte kuruyorsunuz. Tiyatro Hemhâl'in kuruluşundan bugüne kadarki süreçten biraz bahseder misiniz? Nasıl bir motivasyonla yola çıktınız? Ne tür zorluklar yaşadınız, -araya pandemi de girdi- yeni bir tiyatro topluluğu olarak ayakta kalmak zor olmadı mı?

Aslında, Ayşe (Ayşe Draz), Emre (Hakan Emre Ünal) ve ben 2018 öncesine kadar başka başka ekiplerle çalışıyorduk. Tiyatro Hemhâl'i birlikte kurmaya karar verdik. Çünkü özgürce üretimler yapabileceğimiz bir alana ihtiyacımız vardı, hepimizin üretmek istedikleri vardı. Emre ile ben zaten hâlihazırda ‘Sevgili Arsız Ölüm'ü oyunlaştırmıştık. O sırada Ayşe'yle tanıştık ve Ayşe'ye bir tiyatro kurma fikrimiz olduğundan bahsettik. O da seve seve bizimle olabileceğini söyledi. Sonra işte Hemhâl ismini bulduk falan…

Tabii ki başlangıçta prosedürü hiç bilmiyorduk. Bir tiyatroyu kurmak için teknik olarak gerekli şeyler devreye giriyor. Şirket kurmak, muhasebe tutmak gibi... Tiyatrocuların az bildiği şeyler bunlar. Onlar bir anda devreye girdi. Bizi, o sisteme dahil olmak ve onları yürütmek biraz zorladı ve hâlâ zorluyor. ‘Sevgili Arsız Ölüm'ü 2017 sonunda çıkarmıştık zaten, Hemhâl'de sahnelenen ilk oyunumuz oldu. Sonra biz hemen 2018'de ‘Tırnak İçinde Hizmetçiler'i ürettik. İki oyunumuz birden Tiyatro Hemhâl'in oyunu oldu. Pandemiye kadar her şey çok güzel gidiyordu.

Pandemide tabii ki herkes gibi biz de kapandık. Pandemide bize nefes aldıran şey, Moda Sahnesi, ‘Sahneden Naklen'i başlatmıştı. Beş-altı tane kameranın olduğu, farklı farklı açılardan kurgu yapıldığı, insanların onu canlı bir şekilde izlediği sistem kuruldu. En azından kayıt değildi ve tiyatronun canlı izleme hâlini karşılayan bir şey olmuştu. Onlarla sanırım altı-yedi kez ‘Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit'i oynamıştık. O çok iyi gelmişti bize… Hem insanlarla karşılaşmak hem de o bağı bir şekilde canlı tutmak bize iyi gelmişti. Onun dışında pandemide Emre de ben de daha çok kamera önü işlere yöneldik. Oyuncu olarak oradaki deneyimlerimizi arttırdık. Pandemi de böyle bir şeye vesile oldu. Normalde tiyatronun ritminden buna çok vakit bulamıyorduk. İşte hayatımızda böyle bir denge oluşmuş oldu.

Pandemiden sonra da hızla sahneler açıldığında sanki hiç kapanmamışız, devam ediyormuşuz gibi oldu. Ama bazen düşünüyorum da o arada kaybolan süre çok uzun bir süre gerçekten ve öncesinde festivallere, yurt dışına mesela daha sık gidiyorduk oyunlarla. Onlar hem ekonomik sebeplerle hem de pandemiden sonra daha da seyrekleşti. Türkiye'de yapılan festivaller daha zorlaştı. Aslında pandeminin etkisi sadece tiyatro üzerinde değil, sinemada da her şeyde hâlâ biraz var. Hiç yaşanmamış gibi değil maalesef. Başta dediğim gibi ‘Sahneden Naklen' ve yaptığımız diğer işler o dönemde bizi ayakta tuttu.

"Latife Tekin'in izin vermeme ihtimalini hiç düşünmüyordum"

- N'olcak Bu Yusuf Umut'un Hâli, Tırnak İçinde Hizmetçiler ve tabii ki Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit oyunlarını sahneye koyuyorsunuz ve müthiş tepkiler alıyorsunuz. Ben biraz Dirmit kız özelinde konuşmak istiyorum. Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit oyunu nasıl ortaya çıktı? Latife Tekin'in, kendisinden de izler taşıdığını bildiğimiz bu karakterinin sahnelenmesine karşın ilk tepkisi ne oldu? Oyunu izledikten sonraki yorumu neydi? Biraz o süreci anlatabilir misiniz?

Ben romanla biraz daha geç, 22-23 yaşlarında, üniversite yıllarında tanıştım. Vahide Perçin'in yönettiği ‘Romandan Sahneye' adlı bir atölyeye katılmıştım. Orada da roman karakterinden bir tirat yazıp oynamamız bekleniyordu. Sonunda çıkacak ürünün kısa olacağı bir atölyeydi. Ben de o sırada kitapçıları dolaşıp kitap ararken Sevgili Arsız Ölüm ile karşılaştım. İsmini görünce çok sevmiştim ve Latife Tekin'i o güne kadar hiç okumamıştım, maalesef. Eve gittim, okudum ve karakter olarak Dirmit'i seçtim. Birebir olmasa da ben de kendimden çok benzerlikler buldum ve romanın dünyası beni birden sardı. Anneannem ve dedem köyde yaşadıkları için çocukluğumdan beri köyle de bir bağım var, köyü çok iyi tanıyorum. O insanları da romanı da çok rahat bir şekilde hissedebildim, yani her şeyiyle çok hoşuma gitti. O çalışma böyle kısa sürdü ama Dirmit'i çalışmak çok hoşuma gitti, bir şekilde iz bıraktı bende.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Kadir Has Üniversitesi'nde oyunculuk üzerine yüksek lisans yapmaya başladım. Orayı da bitirirken bir bitirme projesi yapmanız bekleniyordu. Sonra tekrar aklıma düştü ve yaptım. Zaten yarım kalan çok küçük bir çalışmaydı. Bitirme projesi gösterimini yaptık, hocalarımızı çok beğendi. "Bunu profesyonel bir şekilde oynayın" dediler. Sıra yazar ile iletişim kurmaya geldi. Çünkü biz o ana kadar bunu bir çalışma olarak gördüğümüz için yazardan izin almaya gereklilik duymadık ya da aklımıza gelmedi. Ben izin verir herhalde diye düşünüyordum, izin vermeme ihtimalini hiç düşünmüyordum nedense. Biraz çocukluk işte…

Nezaket Erden ve Latife Tekin (Fotoğraf: Ali İhsan Elmas)

Sonra Latife Hanım'la iletişim kurma zamanı geldi. Önce hocamız Zeynep Günsür Yüceil iletişim kurdu. "Öğrencilerim var, senin romanından bitirme projesi hazırladılar. İzlemeni çok isterim, çok iyi" falan diye. Bir süre Latife Hanım'dan randevu almaya çalıştık ama o bir türlü gerçekleşmedi. Tabii sonradan Latife Hanım açıkladı; bir sürü insan onun romanından çalışmalar yapıyor, hepsini izleyecek, okuyacak olsa hayatının büyük bir bölümünü buna ayırması gerekir. Biraz kırmamak için "peki, tamam" deyip oyalamış gibi oldu. Sonra ben dayanamadım, çünkü izlemesini çok istiyordum. Artık çok oynamak istiyordum ve ona bir e-posta attım. Bitirme projesi yazımı da ekledim, o da çok duygusal bir yazıydı. Biraz böyle duygusal bir baskı kıvamında bir maildi. E-postamdan etkilenmiş ve "Artık güzel seslerimizle konuşalım Nezaketcim" diyerek telefon numarasını yazmıştı. Çok mutlu olmuştum tabii, izin verdi gibi hissetmiştim. Sonra telefonda konuştuk ve izlemesi için onu Kadir Has Üniversitesi'ndeki sahneye davet etmiştik. O gelemeyeceğini söyledi, evine gelirsek görüşebileceğimizi, orada oynayabileceğimi söyledi. Biz de evine gittik, evinde oynadım. O sıra çok etkilendi, böyle bir şey beklemediğini söyledi. Aslında oraya da bize "hayır" demek için çağırdığını itiraf etti ama çok etkilendiğini söyledi. Ona biraz zaman vermemizi rica etti. Bu kararın onun için kolay olmadığını, sizin de söylediğiniz gibi kendinden çok izler taşıdığı için bu roman, Dirmit'i böyle canlı kanlı karşısında görmenin çok zor olduğunu söyledi. "Buna hazır mıyım? Emin değilim" dedi. Biraz zaman istedi.

Aradan bir hafta geçti ve üzülerek izin veremeyeceğini söyledi. Tabii ben çok üzüldüm, Emre de çok üzüldü. Ne yapacağımızı bilemedik ve bir çıkış yolu bulmaya çalıştık. Emre de şunu önerdi; en iyisi ücretsiz gösterimler yapalım, bari bu çalışmayı insanlarla paylaşalım, yoksa içimizde kalacak. Her şey daha kötü olacak. Sonra Kadir Has Üniversitesi'nde ücretsiz gösterimler yapmaya başladık. O bir şekilde kulaktan kulağa yayılan bir şey oldu. İnsanlar, seyirciler birbirlerine söylediler, tuhaf bir etkisi oldu. Biz de gösterimlerin tarihlerini yazarak Latife Hanım'a, siz de izlerseniz çok seviniriz dedik ama geleceğini beklemiyorduk, ummuyorduk. Orada yaptığımız son gösterime geldi ve insanlarla birlikte izledi. Oyundan sonra "Çocuklar ücretsiz oynamayın artık para kazanalım bu oyundan" dedi. Böyle bir hikâyesi var, böyle izin verdi. Tabii izin vermesi çok mutlu etti. Biz sonra oynamaya başladık ve işte bugüne kadar devam ediyor.

O sırada reddetmesini, kararsızlığını ilk anlayamamıştım ama şu an çok iyi anlıyorum. Hiç kolay bir şey değil. Gerçekten bir yazarın hiç tanımadığı iki tane genç insana sonucu ne olacağı belirsiz bir eserini emanet etmesi hiç kolay değil. Ki şunu da söylemişti, çok mantıklıydı; "Ben bunu roman olarak yazdım, böyle hiç hayal etmedim. Roman olarak kalmasını istiyorum..." Çok anlaşılır istekler aslında ama Latife Hanım'ı o sırada ben o arzu ile anlamakta zorlanmıştım. Şu an çok güzel bir ilişkimiz var, sık sık görüşüyoruz. Gümüşlük Akademisi'ne gidiyoruz, oyunlar oynuyoruz, birlikte üretimler yapıyoruz, Emre de ben de onun filmlerinde oynuyoruz. Onunla da çok yakın arkadaşız, böyle böyle ailemizden biri gibi oldu.

VİDEO HABER | Bir kadının gözünden birçok kadının hikâyesi: ‘Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit'

"Bize yara verenlerden biri de ailemiz olduğu için bu hikâye her birimize çok tanıdık"

- İlk bakışta bir kadın hikâyesi olarak görünen Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit'in bu denli sevileceği ve sosyoekonomik durumu ne olursa olsun kadın-erkek herkese hitap edeceğini ve içine çekeceğini düşünmüş müydünüz?

Bu romanı ilk okuduğumda bir sürü insana anlatmak istiyordum, özellikle romanı okuma ihtimali olmayan insanlara. Bitirme projesini yaparken şimdi öyle bir oyun yapacağız ki işte bir sürü insana hitap edecek gibi düşünmedim. Bu hikâyenin gücüyle ilgili ve ben de bıraktığı etkiyi herkeste bırakacağı ile ilgili bir sezgim vardı. Çünkü çok duygudaşlık kurduğum bir hikâyeydi ve biz deneme gösterimleri yaptığımızda hızlıca potansiyelini de gördüm. Ben önce şöyle bir yanılgıya sahiptim; bu hikâyenin belli bir sosyoekonomik kesime ait insanlara daha çok dokunacağını zannediyordum. Ama bazı deneme gösterimleri yaptığımızda bu fikrimden vazgeçtim. İnsanlarla konuştuğumuzda gelen tepkilerle oyun herkese bir şekilde etki ediyordu. Çünkü bu ülkede büyüyen herkes kadın erkek fark etmeksizin baskıyı aynı şiddette olmasa da çok farklı çeşitlerini, çok farklı şiddetlerde belki daha az, belki daha fazla hissediyor. O yüzden oyundan sonra sadece bana sarılıp ağlayıp gidenler oluyor, uzun uzun e-postalar, mesajlar atanlar oluyor. Bize yara verenlerden biri de ailemiz olduğu için bu hikâye de aile üzerine kurulu ve o ailenin şehirle mücadelesini anlattığı için aslında her birimiz için çok tanıdık ve hiç bitmiyor bir yandan da. O yüzden 30 sene önce yazılan bir roman hâlâ bütün yeniliğiyle duruyor ve hikâye maalesef eskimiyor. O yüzden seziyordum aslında, ama eğer sorduğunuz şuysa, şimdi bu öyle bir oyun olacak ki çok iyi olacak. Öyle bir duygum yoktu. Tek arzum anlatmaktı, bugün geldiği noktayı mutlulukla karşılıyorum, çok hoşuma gidiyor. Ama böyle bunu hayal ederek bunu yaşamak için yapmadık. Tek arzum anlatmaktı.

- Ben oyunu duygu geçişleri çok yoğun 90 dakikalık bir tirat olarak yorumladım. Bu duygu geçişleri nasıl ortaya çıktı? Anladığım kadarıyla elinizde matematiği iyi yapılmış ve üzerine çok çalışılmış bir metin var. Ya da süreç içerisinde üstüne koyarak mı ilerlediniz?

Aslında, bu son hâline gelmesi çok uzun zaman aldı. Emre ile şöyle çalıştık; başlangıçta bölüm, bölüm sadece ben anlatıyordum. Romanın iki bölümü var; köy kısmı ve şehir kısmı. Önce köy kısmını, son olarak şehir kısmını uzun uzun anlattım. Sonra bu hikâyeyi Dirmit'in gözünden anlatacağımıza karar verdik. Böylelikle Dirmit'in şahit olmadığı şeyleri elemiş olduk ve bu bir rahatlama sağladı. Çünkü bütün romanı anlatmak çok çok zor. Bazı tercihler zaman içinde belirdi, masaya oturup karar vermedik aslında. Önce pratik çalışma, anlatma oldu. Sonra köy kısmından vazgeçtik. Dirmit'in şehirle mücadelesini, köye olan özlemini ve bir gece köye gidip şehirdeki bütün her şeyi anlatmasının daha doğru olacağına karar verdik ama bu kararı almak bile çok uzun zaman aldı. Benim için köy kısmına çalışmak da çok faydalı oldu. Benim köyle kurduğum bağ üzerinden Dirmit'in köy ile kurduğu bağı çalışmış olduk. O asla çöpe giden bir çalışma olmadı.

Hakan Emre Ünal ve Nezaket Erden (Fotoğraf: Ali İhsan Elmas)

Sonra tulumbayı anlatmak, bir gecede geçmesi, aslında hayali bir yolculuk olması, annesinin ölümünden sonrasını anlatıyor olması, o zamansallığın daha büyülü olması daha muğlak olması, romanda hangi bölümleri seçeceğimizin kararını vermek de zamanla oldu. Çünkü sadece Dirmit'in gözünden anlatmaya kalktığımızda bile o kadar çok malzeme vardır ki. Romanda bir cümleyle geçen bazı şeylerin de içini açtık. Mesela dans sahneleri aslında romanda yok, yani dansa dair bir şey de yok. Aysun diye bir arkadaşı var, onunla ara ara, gizli gizli görüşüyorlar. Böyle bir arkadaşlık var ama biz o arkadaşlığın içini genişlettik ve ona böyle bir dans ekledik. Çünkü benim de çocukluğumda dans etmek gibi bir tutkum vardı. Biraz iç içe geçen bir şey oldu. Ben de o çalışma içinde Emre'ye, çocukluğumda bazı şeyleri anlattım. Benim de çocukluğumdan olan bazı hikayeleri çarpıtıp Dirmit'in hikâyesinin içine ekledik ve bu sanki romanda da varmış gibi hissediliyor. Bunu başarmak zordu biraz, çünkü şey ayrı durabilirdi. Bu romanda yoktu ki diyebilirdi insanlar ama neredeyse zaten romanda böyle bir dans varmış gibi hissediliyor ve bu çok güzel bir şey. Çalışma süreci böyle oldu. İnce ince, yavaş yavaş çalışarak, çok konuşarak, pratik yaparak metin son halini aldı. En son iş oturup metni yazmak, kâğıda dökmek, kaç sayfa sürüyor ve bütününe bakmak oldu. Parça parça böyle süreçlerden geçti. Atılan bir sürü bölüm oldu, eklenen şeyler oldu. Böyle bir çalışmaydı.

"Gittiğimiz köylerde özellikle genç kızlarla çok tatlı bir bağ kurmuştum"

- Daha önce T24 için Ayşen Güven'e verdiğiniz video söyleşide oyunu bazı köylerde de sahnelediğinizden bahsediyorsunuz. Hayatında belki de ilk defa tiyatro izleyen bir kesime oynamak zor oldu mu? Aslında sormak istediğim; Dirmit karakteriyle, onlardan bazılarını yüzlerine karşı eleştiriyor, sahip oldukları gelenek ve göreneklerin birçoğunun ne denli problemli olduğunu anlatıyorsunuz? Nasıl tepkiler aldınız ve bu projeye devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Aksine almadım ya… Belki böyle hissedip ifade etmeyenler olmuş olabilir, bilemiyorum ama konuştuğum insanların hepsi böyle bir şey izlemekten çok mutlulardı. "Aynı ben, aynı şu, aynı bu" falan gibi şeyler söylediler, bir bağ kurabildiler. Sinirlenen ya da öfkelenen birini hatırlamıyorum. Belki de dediğim gibi benimle paylaşmamış olabilir. Ben fark edememişimdir belki, ama öyle bir şey yaşamadım. Gittiğimiz köylerde özellikle genç kızlarla falan çok tatlı bir bağ kurmuştum. Ama pandemiden sonra çok gidemedik. Pandemi öncesi üç-dört köye gidebilmiştik. Sonrasında Türkiye'de deprem gibi çok fazla şey oldu, sürekli bir şey oluyor. O hareket etme şeyi biraz azaldı açıkçası bende de. Kişisel olarak da bir yoğunluğum var. Bir yandan da dediğim gibi Türkiye'deki durumlar açısından hareket etmenin kolay olduğu bir dönem değildi. Bunlar daha rahatladığında devam etmeyi çok isterim.

SÖYLEŞİ | ‘Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit' oyunu sahnede: "Latife Tekin romanında öyle bir dil kuruyor ki o insanlara acımıyoruz"

- Levent Kazak, Erdem Şenocak, Melikşah Altuntaş'la birlikte Öner Erkan'ın yönettiği Şimdi diye bir oyununuz da var, kısaca ondan da bahsedebilir miyiz? Bildiğim kadarıyla o da çok iyi gidiyor.

Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit', ‘Tırnak İçinde Hizmetçiler' oyunları, Ayşe (Ayşe Draz) ile birlikte ‘N'olcak Bu Yusuf Umut'un Hali'nde yönetmenlik yaptım. Biz hep Hemhâl ile ürettik. Biraz farklı ekiplerle çalışmak ve o onu da sürdürmek istiyordum. Evet, birlikte üretiyoruz ama ara ara başka insanlarla da üretmek faydalı olur diye düşünüyoruz. Hepimiz başka başka ekiplerle çalışıyoruz. Mesela Emre (Hakan Emre Ünal) de şu an işte ‘Canavar' diye bir oyunda çalışıyor. Ayşe başka ekipler için oyunlar yönetiyor. Bunun hepimize nefes aldıran bir şey olduğunu düşünüyoruz.

Tam böyle bir karar verdiğimde Öner'in (Öner Erkan) teklif ettiği bir roldü ‘Şimdi'deki rolüm ve çok mutlu oldum. Ekibin ismini duyunca da çok heyecanlanmıştım. Şu anda da çok iyi bir ekip olduk. O üretim süreci de neredeyse bizimkine yakın bir üretim süreciydi. O yüzden çok mutlu ve rahat hissettim kendimi. Metin ve işte sahneleme biçimi de biraz daha farklı. O da bana çok büyük bir deneyim alanı sundu oyuncu olarak. İnsanlarla böyle iç içe oynuyoruz, her anında böyle yan yanayız. Oyunun klasik bir oyun alanı yok. O yüzden benim için her oyun çok farklı ve yeni bir deneyim. Oyunculuğumda da başka bir şeyin geliştiğini hissediyorum. Melikşah (Melikşah Altuntaş), Erdem (Erdem Şenocak), Levent (Levent Kazak) hepsiyle hem vakit geçirmek çok güzel hem de oyun oynamak çok güzel. O süreç bana çok güzel, çok iyi geldi. Öner'in bize açtığı alan, kendisi de oyuncu olduğu için yönetirken hepimize böyle büyük bir hassasiyetle yaklaşması çok güzeldi. Şu anda da böyle devam ediyor, dolu dolu geçiyor oyunlar ve ondan da çok mutluyum. Önümüzdeki günlerde yine var. İyi ki başka bir ekiple üretme cesareti göstermişim. Çünkü bir yandan da kendi alıştığın alanın dışına çıkmak zor ve korkutucu da bir şey, o yüzden bunu yapabildiğim için çok mutluyum.

"Beni korkutan o büyük prodüksiyon, benim için çok keyifli bir oyun alanına dönüştü"

- 4 Ekim'de prömiyerini yaptığınız Aşık Shakespeare oyunundan da biraz bahsedebilir misiniz?

Başlangıçta Serdar Hoca'yla (Serdar Biliş) ilk konuştuğumuzda da "Viola karakterini düşünüyoruz, ne dersin" dediklerinde hem çok heyecanlanmış hem de çok korkmuştum. Çünkü Türkiye'de böyle büyük prodüksiyonlar az yapılıyor ve bunu çok az oyuncu deneyimleyebiliyor. Ya Şehir Tiyatroları'nda, ya Devlet Tiyatroları'nda veya Zorlu PSM gibi büyük salonlarda yapılıyor. Serdar Hoca'yla hep çalışmak istiyordum, onun oyuncularla nasıl çalıştığını çok merak ediyordum. Onun ismini ve Viola karakterini duyunca çok heyecanlandım. Çünkü kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu bir dönemde erkek kılığına girip seçmelere katılıyor ve tiyatro sahnesine çıkıyor. Bu rol de çok hoşuma gitti ama dediğim gibi biraz cesaret edemedim. Hem çok büyük bir prodüksiyon olması hem de büyük prodüksiyonda vadedilen bir şey var ve ben o vadedilen şeyi karşılayabilecek miyim? Bir sürü şey döndü kafamda, en sonunda denemek istedim. Başka nerede deneyimleyeceğim ki ve ülkedeki en iyi yönetmenle çalışacağım?

Sonra provaların ilk gününde çok güzel bir enerjiyle karşılaştım. Çok güzel bir ekip, bir araya gelmiş. Bizim oyunda 19 oyuncu, 15 dansçı ve 5 müzisyen var. Yani sahne üstünde yaklaşık 40 kişi var. Provaların ilk günden itibaren çok büyük bir enerji vardı. Çok yetenekli arkadaşlarım var işte Uraz (Uraz Kaygılaroğlu) çok yetenekli ve onunla birlikte çalışmak çok keyifli. İlk günden bir sürü araştırma yaptık, Serdar Hoca hepimize çok büyük bir alan açtı, çok yaratıcı ve hepimizin kendini ortaya koyabildiği bir süreçti. Beni korkutan o büyük prodüksiyon, benim için çok keyifli bir oyun alanına dönüştü. Bu süreçte o işleyişi hiç bilmediğim için bazen kaygılandığım zamanlar oldu. Bambaşka bir işleyiş var. Çünkü çok fazla teknik şey detay var ve o teknik detaylar bile beni kaygılandırıyordu. Aslında orada onu çözebilecek bir sürü profesyonel insan var ama ben kendim kaygılanıyordum ya olmazsa ya bir şey olursa falan diye. Prömiyerde çok rahatladım her şey çok güzel geçti. O teknik şeyleri falan düşünmeden o oyun alanında kendimi daha fazla bırakırsam daha da keyif alabileceğin bir süreç beni bekliyor diye hissettim. Çok mutlu oldum.

Aşık Shakespeare oyunu

Türkiye'de tiyatro yapıyorum, tek kişilik oyunlarda, iki kişilik oyunlarda oynuyorum. Daha küçük bir ekibimiz var ve oyunlarımız genelde dekorsuz, hiç dekor yok. Şimdi böyle bir şeyi deneyimliyorum. Bunun yanında böyle büyük bir şeyin parçası olmak da bunu deneyimlemek de çok iyi hissettirdi bana. Yani şunu gördüm aslında; böyle bir şey izlediğimde arkada nasıl bir emek olduğunu göremeyip belki başka şeylere takılıp eleştiriyor olabilirdim. Ön yargılı olabilirdim böyle oyunlarla ilgili. Orada nasıl bir emek olduğunu, bir oyunun gerçekleşmesi için kaç insanın çalıştığını, o sahne emekçilerinin nasıl bir emek verdiğini, oyuncuların günlerce o danslara nasıl çalıştığını artık biliyorum. Bu işi gerçekleştirmek için verilen emeği gördükten sonra bakışım değişti. Açıkçası büyük prodüksiyon, küçük prodüksiyon hangisine daha çok emek veriliyor, hangisi daha zor… Ön yargılı olmamak için biraz daha böyle içinden bakmak gerektiğini fark ettim. Başlı başına bunu deneyimlemek bile çok güzel. Bunu fark etmek ve Türkiye'de de böyle işlerin yapılabilmesi, bunu yapan profesyonel insanların olması, böyle işlerin belli ki devam edecek olması beni mutlu etti. Böyle şeyleri hem izlemek hem de oynamak çok güzel.

- Son olarak şunu sormak istiyorum; Yakın zamanda bir dijital platformda sizin de rol aldığınız Aşk-ı Memnu uyarlaması olan Bihter filmini izleyeceğiz. Günümüzde fenomen hâline gelmiş kült bir diziyi beyaz perdeye taşımak iddialı bir iş, sizin sürece katılımınız nasıl oldu? Peyker rolünü kabul etmek konusunda tereddüt yaşadınız mı?

Açıkçası Aşk-ı Memnu'yu çok izlememiştim ve çok bilmiyordum. Bu dizinin bu kadar çok takipçisi ve çok seveni olduğunu defalarca izleyenlerin olduğunu bilmiyordum. Biraz biliyordum ama hâlâ bu kadar etkisi olduğunu bilmiyordum. Bu rol bana teklif edildiğinde de bir sürü tiyatro oyunum vardı ve arada farklı bir şey olabilir diye düşündüm. Beni diğeriyle kıyaslarlar mı diye hiç düşünmedim. Sonuçta biri dizi ve biri film. Filmde o karaktere ayrılan zaman, dizide ayrılan o geniş zaman gibi değil ve o anlamda kıyaslamak da doğru değil diye düşünüp kabul ettim. Dönem filmi olması bana çok tatlı geldi. Pera Palas'ta da oynuyorum, o da bir dönem dizisi. Art arda denk geldi ve biri 20'ler, biri 40'lar onu deneyimlemek de çok hoşuma gitti. Kostümleri, dünyası çok renkli ve hoş bir deneyimdi. Henüz filmi izleme fırsatım olmadı, nasıl oldu bilmiyorum ama güzel bir iş olacağını düşünüyorum çünkü çok kıyaslamanın anlamı olduğunu düşünmüyorum ama insanları da anlıyorum. Hem farklı dönemlerde geçiyor hem de biri bir film, biri dizi.

Bundan aylar önce ilk cast açıklandığında insanların fotoğrafları yan yana getirip işte yeni Peyker, eski Peyker haberlerinin çıktığını hatırlıyorum. Bunun üzerine tartışmaları gördüğüm zaman şoke olmuştum. Nasıl yani, hani bu bu kadar fenomen bir şey mi diye şaşırmıştım açıkçası. Şimdi heyecanla bekliyorum. Biraz farklı bir iş olması da hoşuma gidiyor. Mesela finaliyle ilgili tercihi de farklı. Başka bir tercih var, o sürpriz olsun. Farklı tercihleri de benim hoşuma giden bir iş olduğu için içinde olmak istemiştim.


SÖYLEŞİ | Yönetmen Nacar: İki dramatik noktanın arasındaki süreci anlatmak istedik; o yüzden İki Şafak Arasında

SÖYLEŞİ | 'İnsanlar İkiye Ayrılır' ekibi T24'te: Ülkede herkesin doğduktan itibaren borçlandığını hissediyorum

Yazarın Diğer Yazıları

Nobel Ödüllü yazar Annie Ernaux’yu beklerken, perküsyoncu ile tanıştı; yazdığı oyunla Afife ödülünü kazandı!

“Tiyatro yapmaya devam etmek için tiyatroya duyduğun aşk, yaşayacağın zorluklar ve sıkıntılarla dengelenecek kadar büyük olması lazım. Sanatçı dediğimiz şey hassas bir varlık. Böyle bir mücadele içerisindeyken çok kırılabilir, dökülebilir bu hassas ruh. Bu yüzden bunun altından her zaman belki en iyiler, en yetenekliler değil de daha dayanıklı olanlar ya da buna hazırlıklı olanlar kalkıyor da olabilir. Bu yüzden yetenekli insanların, özel insanların, tiyatro aşkıyla üretmek isteyenlerin ancak birbirimize destek olursak belki hâlâ tiyatro yapmaya devam edebileceklerini umut ediyorum. Böyle bir güven ve birlik ancak bu zorlukları dengeleyebilir herhalde”

Prof. Dr. Merih Tangün: Tiyatro bence de altın çağını yaşıyor ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var

"Her şey çok iyi, müthiş oyunculuklar, müthiş oyunlar olmasa da olur. Biz neyi biraz daha dikkatli izleyeceğimizi bilelim. Onun için bence de tiyatro altın çağını yaşıyor. Ama herkes çok sıkıntıda, hâlâ çok ciddi desteğe ihtiyaç var. Tiyatrodan eminim hâlâ para kazanılmıyor. İnsanlar diziler yapmasa, başka şeylere koşturmasa, bu sanata bu kadar destek veremeyecekler"

Kaybolan cansız manken ‘Sabit Efendi’yi arayan bir memurun hikâyesi

"Aslında birden fazla Sabit Efendi var. Sosyal yaşamımız -geçmişimiz- onlarla dolu. Hepsi bir dükkânda bir köşe başında, bir pencere arkasında konumlanmış. Akış içinde bize yol gösteriyor, selam veriyorlar. Kiminin her gün önünden geçiyoruz kimini de uzun süre görmüyor bir vakit sonra karşılaştığımızda ‘evet bu da vardı, ne güzel!’ diyoruz. Onlar bizim için bir kılavuz ve gerçekçiliğimizin sabit kanıtları. Şüphe ve kuşkularımızı örtbas ediyorlar. Bu doğrultuda varlıkları bizi şekillendiren kalıpların, mutlak düşüncelerimizin sonucu. Tabi bazen o köşeleri ve dükkânları kaybediyoruz. Yolumuzu şaşırıyoruz. Sanırım bu Sabit Efendilerin içinde bir tanesi hakikati en çok temsil eden hangisiyse onun yokluğu bizi yıkıma götürüyor"