02 Ocak 2024
Bu yazı, uzunca bir yazı. Yine de bu yazıyı baştan sona kadar okumanızı diliyorum, hele ki üniversite çağına giren bir çocuğunuz varsa ve hele ki çocuğunuzu yurt dışına yollayabilecek imkânlardan yoksunsanız. Vaktiniz az ise sadece birinci, dördüncü, altıncı ve sekizinci başlığı okuyun.
Size ilk önce bölümüm olan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde son bir buçuk yılda olanları anlatmak istiyorum. Ardından olan bitenleri yer yer hem biraz detaylı hem biraz geniş bir perspektife oturtmayı arzuluyorum. Umarım başarırım. Çünkü sanırım mesele, üniversitenin ne olduğunu bilmekle bilmemek arasındaki tehlikeli uçurumla ilgili.
Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, üniversite sınavında Türkiye'nin iki buçuk milyon adayı arasında sıralama olarak ilk bin 500'e giren gençlerin kabul edildiği, akademik kadrosunun, üniversitemizin diğer bölümleri gibi, çok titiz değerlendirme süreçleriyle oluşturulduğu bir bölümdü. Bu süreçte Bilim Akademisi'nin de temel ilkelerini oluşturan ama burada biraz daha genişleterek sunmak istediğim üç özellik aranırdı:
1- liyakat sahibi olmak
2- dürüst olmak
3- özgür olmak
Liyakat sahibi olmak demek ehil olmak demektir, yani öğrencilere kaliteli ders verebilme ve kendi araştırmalarını en üst kalitede inşa edebilmek ve yürütebilmektir. Dürüst olmak ise intihal yapmamak, bilgiyi dürüstçe hilesiz hurdasız üretmektir. Özgür olmak ise en zor kavram, felsefenin en kadim kavramıdır. Akademi özelinde anlamı, kendi aklını ve vicdanını kullanarak davranabilmek, bir yerlerden talimatla hareket etmemek, gerektiğinde kendisini atayanlara karşı farklı fikirlerini ve eleştirilerini yöneltebilmektir. Çünkü ancak o zaman üniversite akademik bir vasıf taşır. Bu kriterlere göre ülkemizin 180 bini aşkın öğretim elemanını gözden geçirirsek geriye kaç kişi kalır bilmiyorum…
Üst kurulların kayıtlarında da güvence altına alınan bölümün atama öncesi seçme ve değerlendirme süreçleri son 15 yıldır şu şekilde işliyordu:
• Bölümün web sitesinden ve uluslararası site ve e-posta gruplarından, hangi alt alanlara yönelik bir akademisyen arayışının olduğu, aranan asgari özelliklerin ne olduğu duyurulurdu.
• Adaylar duyuruda bildirilen e-posta adresine (1) özgeçmişlerini, (2) pedagojik anlayışlarını, (3) mevcut ve gelecek araştırma plan ve programlarını bildiren belgeleri yollardı.
• Asgari özellikleri karşılayan adayların değerlendirme süreci şu aşamalardan oluşurdu:
(1) Adayın doktora konusuna dair İngilizce sunum yapması istenir, bu konuşma tüm üniversiteye açık olurdu.
(2) Adayın mevcut derslerden birini vermesi istenir, bu ders en az iki öğretim üyesi tarafından gözlemlenir, ardından öğrencilerden de geribildirim toplanırdı.
(3) Bölümden birkaç öğretim üyesi adayla, yapmakta olduğu ve geleceğe yönelik planladığı araştırmalara dair görüşmeler gerçekleştirirdi.
• Tüm değerlendirme aşamaları tamamlandıktan sonra bölüm üyeleri bazen bir hafta bazen 2-3 hafta boyunca bölüm toplantılarında adaya dair değerlendirmelerini sunar ancak asgari yüzde 80 oranında onay alan adaya iş teklifinde bulunulurdu.
• Bölüm aşamasından sonra ilgili aday üniversitenin üst kurullarının da değerlendirmesinden geçer ve ardından atama süreci başlatılırdı. Üniversitemizin geleneğine uygun olarak bu üst kurullar her zaman konunun esas uzmanı olan bölümlerin değerlendirmelerini dikkate alırdı.
Bu süreçle Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Türkiye'nin en iyi gençlerine uluslararası seviyede bir lisans ve lisansüstü eğitimi vermeye görev bilirdi.
2 Ocak 2021'de Melih Bulu'nun tepeden inme olarak üniversiteye rektör olarak atanmasıyla üniversitenin aşağıdan yukarı işleyen süreçleri ve dolayısıyla kurum içi iklimi ağır bir yara aldı. Birçok üniversitede böyle bir durumda akademisyenler kurumu sessiz sedasız kolayca terk edebiliyorken Boğaziçi Üniversitesi kabullenmek yerine buna karşı ses çıkarma ve hem hukuki hem demokratik haklarını kullanarak mücadele etme yolunu seçti. Ancak ne YÖK, ne ülkeyi yönetenler herhangi bir geri adım attı. Şubat 2021'de, üniversitenin kurumsal kültürü baypas edilerek atanan Melih Bulu'nun yanında rektör yardımcısı olmayı kabul eden Fizik Bölümü öğretim üyesi Naci İnci, yıl ortasında Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınan Bulu'nun yerine kısa süre sonra -yine Cumhurbaşkanı tarafından- rektör olarak atandı. Üstelik bu atama, hem İnci'ye karşı sayısı 600'ü aşan akademisyenin yüzde 94 güvensizlik oyu hiçe sayılarak hem de kurum üyelerinin güvenoyu verdiği 17 rektör adayı da hiçe sayılarak yapıldı.
Naci İnci'nin döneminde Ocak 2021'de başlayan birçok hukuksuzluk ve usulsüzlük artarak devam etti. Daha üniversitenin seçilmemiş ilk rektörü olan Mehmed Özkan'ın 2016-2020 döneminde, kurumumuza Ankara tarafından akademik kadrolara yerleştirilmek istenen yaklaşık 250 kişilik bir listenin duyumunu almıştık. Mehmed Özkan bu atamalara izin vermedi, seçilmemiş bir rektör olsa da kurumun atama ve yükselme süreçlerini titizlikle korudu. Kasım 2021'de kurumumuza ilk tepeden inme, yani kurumun tüm atama süreçleri baypas edildiği hoca ataması moleküler biyoloji ve genetik bölümüne yapıldı. Bu bir "1416" atamasıydı. Peki 1416 ataması nedir?
Mazisi 1929'ara uzanan, ilgili sayılı kanuna istinaden geçmiş adıyla "1416" diye bilinen Milli Eğitim Bakanlığı yurt dışı lisansüstü eğitimi bursu bir zamandır YÖK'ün da dahliyle YLSY (Yurtdışı Lisansüstü Seçme Yerleştirme) bursu olarak geçmektedir. Aytekin ve Tekben'in 2019 tarihli makalesine göre daha önceleri yılda 140 civarı kişi bu kamu bursuyla yurt dışındaki lisansüstü programlarına gönderilirken 2006[1] yılından itibaren "her yıl bin öğrenci" hedefiyle yeni bir politikaya geçildiğini anlıyoruz. Bu adaylar Ankara'da bir grup bürokrat tarafından seçiliyor. Eski normal sürecinde MEB/YÖK, ilgili üniversitelere kendileri adına yurt dışında doktora yapıp kurumlarına doktoralı öğretim elemanı olarak dönmesini istedikleri kişi kontenjanını sorar, kurum adına kontenjanları ona göre oluştururdu. Üniversitenin bu yönde bir talebi olmadığında ise o üniversite adına kimse yollanmazdı.
Boğaziçi Üniversitesi'nin hiçbir zaman 1416 bursiyeri talebi olmadı çünkü herhangi bir birimi akademik bir ilan verdiğinde zaten yüksek sayıda ve kalitede başvuru alabiliyordu. 1416 sistemi doğal olarak, kadro açığını başvuru azlığından ötürü gidermekte zorlanan, hele ki yeni kurulan ve büyük kadro açıkları olan üniversiteler için uygun bir sistemdi. 2014 yılında ise üniversitemiz çok tuhaf bir durumla karşı karşıya kaldı. O yıl bir birimimiz, tesadüf eseri bir internet taramasında şaşkınlıkla görüyor ki kendi birimi adına birkaç kişi Ankara'da yapılan bir sınav ve mülakat sonrası yurt dışına doktoraya yollanmış. Düşünün ki siz bir üniversitesiniz, üstelik köklü, ülkenin en başarılı öğrencilerin girmeye can attığı, rüştünü ispatlamış bir üniversitesiniz ve bir gün "ansızın" haberiniz olmadan istihdam süreçlerinize Ankara'dan sessiz sedasız büyük bir müdahale oluyor. Doğal olarak zamanın rektörleri Gülay Barbarosoğlu ve Mehmed Özkan buna karşı koyarak hem MEB'e hem YÖK'e bu sürecin kurumun atama ilkelerini tümüyle ihlal ettiğini bildirdi. 2021 yılının ortasında tepeden inme rektör atanan Naci İnci'ye ise, bu kurumda bunca yıl görev yapmış olmasına rağmen bu "arka kapıdan kuruma girme" durumu normal gelmiş olacak ki herhangi bir ilkesel itiraz dile getirmeden kendisine söyleneni yerine getirmiş.
Ne yazık 2022'den beri Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde bölümün titiz değerlendirme süreçleri baypas edilerek tam üç tepeden inme öğretim üyesinin ataması ve bir doktor öğretim görevlisinin nasıl gerçekleştiği bilinmeyen bir yıllık görevlendirmesi yapılmış halde. Bir yıllık görevlendirmeyle gelen kişinin, 7 Aralık Kilis Üniversitesi'nin psikoloji bile değil, psikolojik danışmanlık ve rehberlik (PDR) biriminden bir öğretim görevlisi olduğunu anlıyoruz. Peki 7 Aralık Kilis Üniversitesi'nin ilgili birimlerinde büyük bir kadro fazlası mı var? Tabii ki hayır, aksine! Psikoloji bölümü sadece 3 doktor öğretim üyesi, 1 doktoralı araştırma görevlisi ve iki doktorasız araştırma görevlisinden oluşurken aynı üniversitenin PDR Bölümü'nde de hepi topu 3 doktor öğretim üyesi, 1 doktor öğretim görevlisi, 2 araştırma görevlisi mevcut. Bu kişinin nasıl ve hangi saikle Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne önümüzdeki dönem ders vermek üzere görevlendirilebildiğini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne yönelik bu açıkça kastî ve kötü niyetli hamleler olurken bölümün iki öğretim üyesine bir buçuk yıldır hak ettikleri doçentlik kadrosu verilmemiştir. Bir diğer öğretim üyesi, açılacak o kadroya tepeden inme bir atamanın tehlikesine karşı, hak ettiği doçentlik kadrosunu talep etmekten feragat etmiştir. Bölümün 2021'den beri verilen kayıplarla profesör sayısı tek kişiye inmiştir. Yönetmeliğe göre bu profesörümüz bölüm başkanlığına asaleten atanması gerekirken bölüm başkanı vekaleti dahi sonlandırılmış, yerine kadrosu İstanbul Üniversitesi'nde olan bir kimya nühendisi[2] vekaleten bölüm başkanı olabilmiştir. Belki gelen tepkiler üzerine ilgili kişi görevden ayrılmış ve yaklaşık bir aydır yine yönetmeliğe aykırı bir şekilde (yasa her durumda bölümde profesör varsa profesörün atanması gerektiğini belirtiyor) bölümün iki kadrolu doçentinden biri bölüm başkanı vekili olarak görevlendirilmiştir.
Doçentlik kadrosu bir türlü verilmeyen ve son olarak bir dönemlik ücretsiz izin hakkı dahi reddedilen hocalarımızdan biri, kadro izni 1,5 yıllık bir gecikmeden sonra atanmış kayyım rektör Naci İnci'nin imzası için masasına geldiğinde Naci İnci tarafından ofisine çağırılıp tehdit içeren 45 dakikalık bir konuşmaya maruz kaldıktan sonra istifasını sunmuştur. Bu hocamız üniversitemize katıldığı 2013 yılından bu yana birçok idari görevi üstlenmiş, araştırma projeleri ulusal ve uluslararası akademik kuruluşlar tarafından desteklenmiş, çalışmaları dolayısıyla 2017 yılında BAGEP Genç Bilim İnsanı Ödülü, 2020 yılında ise TÜBİTAK Teşvik Ödülü almış bir öğretim üyemizdi.
Benzer şekilde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden yine birçok ödülü ve yayını olan ve tam 1,5 yıldır profesörlük yükseltmesi engellenen bir öğretim üyesinin talep ettiği izin hakkı ve ücretsiz izin hakkı da onaylanmayınca istifa etmiş; Batı Dilleri Bölümü'nde yine birçok yayını ve ödülü olan iki doçentlik kadrosu engellenen meslektaşımızın da izin taleplerinin reddi ile önlerinde başka seçenek kalmayınca yine istifa etmek zorunda kalmıştır. Keza Atatürk Enstitüsü'nde ve bu gidişle başka birimlerde de bu durumları görmeye devam edeceğiz.
Yıkımın tablosunu sunarken sadece tam zamanlı hocalara baktığımızda bile vahim bir resim çıkıyor: Temmuz 2021'de Can Candan (mahkemelerce verilmiş üç yürütmeyi durdurma kararına rağmen tekrar tekrar görevine son verilerek), Ekim 2021'de Mohan Ravichandran, Ekim 2022'de Tolga Sütlü, 2023 yılında ise Yıldız Silier'e birlikte iki yabancı hocamızın da işine son verildi. Bu süre zarfında muazzam birikimleriyle bu kurumu en tepelere taşımış emekli hocalarımızın ders vermesi engellenmiş, Özcan Vardar gibi birçok yarı zamanlı hocamızın kurum uğruna verilen mücadelede yanımızda durdukları için dersleri iptal edilmiştir.
Çalkantılı 2016-2020 döneminde bile ülkenin ve onun üniversiteye yansıyan boğucu ortamı nedeniyle üniversitemizin yaklaşık 400 öğretim elemanından yalnızca 28'i ayrılmış (Önemli bir kısmı yurt dışına gitti), bu süre zarfındaki kurumun tüm atamaları (ve yükseltmeleri) kurumun usul ve kurallarına uygun olarak yapılmaya devam edilmiş. Diğer bir deyişle, tek bir tepeden atamaya Ankara baskısına rağmen izin verilmemiş. Söylemeye gerek yok, bu dönemde hiçbir öğretim elemanının işine "muhalefet ettiği için" son verilmemiştir.
2 Ocak 2021 tarihinde Bulu ve Ağustos 2021 tarihinde İnci kayyım yönetim döneminin ilk yılında bu kabul edilemez durum ve hoyrat ortam nedeniyle ayrılan öğretim elemanı sayısı da sadece 15'ti. 2021-2022 akademik yılının bitiminde ise, yani Haziran 2022 itibariyle hâlihazırda ayrılan veya 2023-2024 akademik yılının döneminde veya bitiminde ayrılacağını belirten hoca sayısı 50'ye yükselmiş durumda. Aynı zaman diliminde tepeden inme atanan hoca sayısı ise 68'i buldu. Bu süre zarfında üniversite geneli usullerine uygun şekilde yapılan atama sayısı ise sadece 4(!). Bu sayının düşüklüğü kısmen, olası adayların Naci İnci tarafından ofisine çağırılıp "usulüne uygun biçimde" uyarılmaları sonucunda başvurularını geri çekmelerinden, kısmen ise birimlerin tepeden inme atamaların önüne geçmek için yeni kadro talebinde bulunmamalarından kaynaklanmıştır.
YÖK isimli "vasatta eşitleme kurumu" 12 Eylül cunta rejimin ülkeye bir hediyesiydi. O dönemde de Boğaziçi Üniversitesi'ne tepeden inme dışarıdan bir rektör atanmış ve bünyesinde yine tepeden inme bir Eğitim Fakültesi kurulmuştu. Ancak o karanlık dönemde bile bu tepeden inme fakültenin akademisyen atamaları kurum içinden gerçekleşen titiz değerlendirmelerle yapılmıştı. Benzeri diğer üniversiteler için de söz konusuydu (Buna dair yakın zamanda çıkan şu yazıya da dikkatinizi çekerim). Orta düzey memurluklarda belki normal karşılanabilecek tepeden atamanın üniversite denen kurumlarda olamayacağını zamanın cunta rejimi dahi bilmiş, mevcut rejim ise bu konuda bile cunta rejimini geride bırakmayı başarmıştır.
Bugün ise, 2006'dan itibaren her ilde açılan taşra üniversitelerinde yapılageldiği gibi, artık ülkemizin kamu üniversitelerinin (ve muhtemel ki birçok vakıf üniversitesinin de) akademik kadroları titiz, çoklu değerlendirme süreçlerinden geçirilmeksizin yapılmaktadır. 2024-2025 akademik yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde olması gereken seçme ve değerlendirme süreçleriyle gelmiş kaç kişi kalır bilmiyorum ama bir tahminim var, ve ne yazık ki bu tahmin hele ki bu bölümü bileğin hakkıyla kazanmış bölüm öğrencilerini sarsabilecek bir sayı. Ve yine çok umut kırıcı bir biçimde benzer kan kaybını başka bölümlerde de görebiliriz. Tabii yılın "şapkadan çıkan son tavşanı" da, kayyım yönetimin tepeden inme bir kararla fen-edebiyat fakültesini bölerek toplum ve insan bilimleri fakültesi ve fen fakültesi olarak parçalaması oldu. Böylece örneğin psikoloji bölümü kültürden biyolojiye uzanan yelpazesine rağmen biyoloji gibi bölümlerden, keza felsefe bölümü yoğun bağlar taşıdığı fizik ve matematik bölümlerinden koparılmış oldu. Bu ülkenin gençlerinin böylesi bir vasatı ve hatta vasıfsızlığı hak etmediği açıktır. Bunun önüne nasıl geçilebileceğini tüm kamuoyu olarak düşünmemiz gerek.
Bu yazı boyunca kerelerce kayyım rektör isimleri zikredilse de esas aktörlerin kendileri olmadığını iyi biliyoruz. Esas aktörler görebildiğimiz kadarıyla AKP siyasetinin önde gelen isimleri ve BURA isimli, yanıltıcı bir şekilde kendini "Boğaziçi Üniversiteliler Derneği" olarak tanıtan, yönetiminde ise AKP siyasetinin Boğaziçi Üniversitesi'yle hiçbir ilişkisi olmamışların da bulunduğu oluşum. Ülkenin tüm üniversitelerine ve her köşesine iktidarın ideolojisi girmiş, liyakat, dürüstlük, özgürlük, öngörülebilirlik yerle yeksan edilmiştir. Kendilerine böylesi boğucu bir ortamda yer göremeyen gençlerin büyük çoğunluğunun dönmemek üzere bu ülkeyi terk etmek istemelerine şaşırmamak lazım.
Geçenlerde öğrencilerimizle buluştuğumuzda birkaç öğrencimiz lisede okurken okullarının proje okuluna çevrildiğini, onlarca öğretmenlerinin işine son verildiğini, sonra tüm gayretleriyle sınava hazırlanıp Boğaziçi'ni kazandıklarını, ardından pandemi ve hemen sonrasında bu sefer de Boğaziçi'nin kayyımlanmasının şokunu yaşadıklarını anlattı. Bir öğrenci bu koşullarda güvenli alan olarak kulüp odasında huzur bulmaya çalıştığını, ardından o odalarının da boşaltıldığını, kulüp odalarının ruhsuz ve kampüsten ırak bir yerlere aktarıldığını, tüm bunlar yetmiyormuş gibi en sonunda ellerinde kalan tek şey olan yurtlarından da çıkarıldıklarını ve artık buna dayanamadığını söyledi, gözleri dolarak. Evet, hakkımızı helal etmiyoruz. Kurmak zor, yıkmak an meselesi, yazıklar olsun.
[1] 2006 yılı Tuğba Tekerek'in yıllara yayılmış titiz bir emekle ortaya çıkardığı "Taşra Üniversiteleri: AK Parti'nin Arka Kampüsü" (İletişim Yayınları, 2023) kitabında da dikkat çeken bir tarih çünkü o tarih itibariyle iktidar partisinin "her ile bir üniversite" siyasetine yöneldiğini görüyoruz. Tekerek'in kitabı ilk bakışta belki masum ve iyi niyetli bir girişim gibi görünen bu hamlenin aslında iktidar partisinin üniversiteleri siyasallaştırma gayretinin bir parçası olduğuna işaret etmektedir.
[2] Bu kişi, Fen-Edebiyat Fakültesi'nin usulsüzce görevinden alınan seçilmiş dekanının yerine yerleşmekte beis görmeyerek kimya mühendisi kimliğiyle bu fakültenin kayyım dekanı olarak görev yaptıktan sonra yakın zamanda yeni kurulan bir üniversiteye rektör olarak atandı.
Yolların Başlangıcı'nda bir hayalperest veya bir misyoner, bir Bektaşi ve bir caminin arka sokağı…
Üniversitenin olmazsa olmazı özgür, eleştirel düşüncedir, o kadar ki bu olmadan gerçek anlamda çığır açan bir bilgi üretimi imkânsızdır. Bu ne yazık ki çokça ıskalanan veya hafifsenen bir şey
Karşı koyuşumuz çok inatçı ama keza çok da soğukkanlı, sûkunetli ve uzun soluklu olacaktır. Çünkü söz konusu olan bu ülkenin geleceğidir, şakaya gelmez
© Tüm hakları saklıdır.