29 Aralık 2024

2025’te Latin Amerika’yı neler bekliyor?

Maduro ve Trump, 2025’te tekrar karşı karşıya gelecek. Venezuela’da olaylı 28 Temmuz seçimlerinin ardından ülkedeki ve bölgedeki solcuların dahi seçim sonuçlarından şüphe duyduğu göz önünde bulundurulursa Maduro’nun ciddi bir meşruiyet krizine girdiği söylenebilir. Bu durum, Bolivarcı rejimin daha da otoriterleşmesine ve Trump’ın daha sert müdahalelerde bulunmasına zemin hazırlayabilir

2024, Latin Amerika siyaseti açısından hareketli bir yıldı. Meksika, Uruguay ve Venezuela’daki seçimler solun, El Salvador, Panama ve Dominik Cumhuriyeti’ndeki seçimler ise sağın zaferi ile sonuçlandı.

Bölgenin siyasi haritasına bakınca solun hâlâ ağırlığını koruduğunu görmek mümkün. Ancak 2025’te gerçekleşecek dört kritik seçim, sağ ile sol arasındaki dengeyi yeniden değiştirebilir. Şu an solcuların iktidarda olduğu Şili’de sağa, sağcıların iktidarındaki Ekvador’da ise sola dönüş söz konusu olabilir.

Diğer yandan Bolivya’da başkanlık seçimlerinde iki solcu lider arasındaki kapışmanın nasıl sonuçlanacağı ve Arjantin’deki parlamento seçimlerinde aşırı sağcı Başkan Javier Milei’nin nasıl bir performans sergileyeceği de önümüzdeki yılın en çok merak uyandıran meseleleri arasında. 

Kırmızı ülkelerde sol, mavi ülkelerde sağ iktidarda

2024’te bölgeyi ilgilendiren en önemli seçim ise kuşkusuz Donald Trump’ı yeniden iktidara taşıyan ABD seçimleriydi.  Birinci Trump dönemi (2017-2021) Latin Amerika için oldukça gerilimli geçtiğinden seçim süreci bölgede çok yakından izlendi. Önümüzdeki dört yıl boyunca Latin Amerika muhtemelen Trump’ın dönüşünü en yoğun hisseden bölgelerden biri olacak.

Trump’ın dönüşü ve Latin Amerika

Trump, dört yıllık iktidarında ABD’nin Meksika sınırı boyunca duvar inşa etmek istemiş, göçmenleri “sınıra ordu yığmakla” tehdit etmiş, Venezuela’ya karşı ise askeri müdahale seçeneğini dile getirmişti. 

19. yüzyıldan bu yana ABD’nin Latin Amerika’ya yaptığı müdahaleleri meşrulaştıran Monroe Doktrini, Trump’ın ilk döneminde dış politika söylemlerinde sıkça öne çıkmıştı. Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu tanımayan Trump, Monroe Doktrini’ne başvurmaktan çekinmeyeceklerini açıkça belirtmişti.

Bu yıl iki liderin de yeniden seçilmesinin ardından, Maduro ve Trump, 2025’te tekrar karşı karşıya gelecek. Venezuela’da olaylı 28 Temmuz seçimlerinin ardından ülkedeki ve bölgedeki solcuların dahi seçim sonuçlarından şüphe duyduğu göz önünde bulundurulursa Maduro’nun ciddi bir meşruiyet krizine girdiği söylenebilir. Bu durum, Bolivarcı rejimin daha da otoriterleşmesine ve Trump’ın daha sert müdahalelerde bulunmasına zemin hazırlayabilir. Venezuela için yeni yaptırım ve krizler kapıda gibi görünüyor.  

Venezuela’nın yanı sıra, bölgedeki ABD müdahaleciliği yeni alanlarda da kendini gösterebilir. Noel mesajında “Panama Kanalı’nı Çinli askerler yönetiyor” diyen Trump, kanalın “yanlış ellere geçmesini” istemediğini belirtti.

ABD, 20. yüzyılın başlarında kanalın inşasını üstlendikten sonra 1970’lerde bir anlaşma ile tüm kontrolü Panama’ya devretmişti. Ancak Trump’a göre, ABD, 110 yıl önce kanalın inşasında 38 bin insanını kaybettiği ve her yıl kanalın onarımı için milyarlarca dolar harcadığı için bunun değişmesi ve ABD’nin kanalla ilgili söz sahibi olması gerekiyor.

ABD’den sonra Panama Kanalı’nın en büyük ikinci kullanıcısı olan Çin’in ülkede önemli ekonomik yatırımları var. Panama’nın 2017’de Tayvan ile diplomatik ilişkilerini kesmesi, Çin ile ticari ilişkilerin ivme kazanmasını sağlamıştı. 

Panama’nın kanaldan geçen ABD gemilerini “kazıkladığını” iddia eden ve nakliye ücretlerinden yakınan Trump, bu “soygun” durmazsa, kanalın ABD’ye iade edilmesini talep edeceğini bile söyledi. Buna karşın ülkede protesto gösterileri düzenlendi ve Panama Devlet Başkanı José Raúl Mulino, kanalın ve çevresindeki bölgenin ülkesine ait olduğunu ve öyle kalacağını söyledi.

Trump’ın dönüşü ile birlikte yeni krizlere gebe olan bir diğer mesele de düzensiz göç ve göçmenlerle ilgili. 20 Ocak’ta göreve gelir gelmez Trump’ın yapacağı ilk iş, düzensiz göçmenleri topluca ve zorla sınır dışı etmeye çalışmak olacak. “Birinci gün, suçluları ülkeden çıkarmak için Amerikan tarihinin en büyük sınır dışı etme programını başlatacağım” diyen Trump, bunun için orduya bağlı asayiş birlikleri olan Ulusal Muhafızları harekete geçirmeyi planlıyor.

ABD’de yasal göçmenlik statüsü olmayan yaklaşık 11 milyon göçmen var. Bunların çoğu Meksikalı ve Orta Amerikalı. Trump ilk döneminde 1,5 milyon kişiyi sınır dışı etmişti. İkinci döneminde ise yılda 1 milyon kişiyi sınır dışı edeceği öne sürülüyor.

Trump, bunu ne ölçüde gerçekleştirebilir, elbette tartışmalı. Ancak bunu yapmaya çalışması bile yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı tetikleyerek büyük bir şiddet ortamı oluşturuyor.  ABD’yi ülkenin “kanını zehirlediğini” iddia ettiği insanlardan kurtarmak istediğini söyleyen Trump’ın güvenlikçi politikaları, toplumda kin ve nefret duyguları uyandırıyor. Bunu, Trump’ın destekçilerinin mitinglerinde, “Kitlesel sınır dışı, şimdi!” ve “Duvarı bitir!” gibi sloganlarda görmek mümkün.

Önümüzdeki dönemde muhtemelen korku ve tehdit aşılamak üzere tasarlanmış, televizyon için özel olarak yapılmış baskınları izleyeceğiz. Bu süreçte yerel kolluk kuvvetlerinin iş birliği yapmaya zorlanması, işyeri baskınlarının artması, insanların uzun süre gözaltı hücrelerinde ya da çadırlarda bekletilmesi, anayasal ve yasal hakların ihlal edilmesi, ülkedeki tüm göçmenlerin hedef haline gelmesi ve Biden’ın başlattığı çeşitli programların sona erdirilmesi muhtemel görünüyor.

Diğer yandan Trump’ın insanları sınır dışı etmek ve göçmen akışını durdurmak için yaptığı planlar, çok daha fazla insanın bir an önce ABD sınırından geçmeye çalışmasına ve sınırlarda şiddetin artmasına yol açıyor.

Bu yılın Ekim ayı başlarında, Trump’ın olası zaferinden önce ABD’ye girebilmek için Meksika’dan 2 bin 500 kişilik bir göçmen konvoyu yola çıkmıştı. Çoğunluğu Venezuela, Kolombiya, Honduras, El Salvador, Guatemala, Peru, Ekvador ve Haiti uyruklu olan göçmenlerin sayıları gün geçtikçe arttı. Ancak konvoy, Meksika ordusu tarafından durduruldu, göçmenlerin bir kısmı Guatemala’ya geri döndü.

Trump’ın zaferinden bu yana her gün 800 ila bin 200 arasında göçmenin (bu sayı Trump’tan önce günlük 300 kişiydi) Guatemala’dan Meksika’ya geçtiği ve onları izleyen insan kaçakçılarının sayısının geçmişe kıyasla iki kat arttığı belirtiliyor. Göçmenler geçişlerini garanti altına almak için kaçakçılara en az 2 bin dolar ödemek zorunda olsalar da bu haraç bile güvenliklerini sağlamaya yetmiyor. Bu durum, Meksika’nın Guatemala ile sınır eyaleti olan Chiapas’ı sürekli ateş altında bırakıyor.

Latin Amerika’da 2025 seçimleri

2025’te Latin Amerika’yı bekleyen dört önemli seçim sürecinden de kısaca bahsetmek gerek.

Solcu lider Gabriel Boric’in iktidarda olduğu Şili’de genel seçimler 23 Kasım’da yapılacak. 1980 Anayasası’na göre Boric, üst üste ikinci bir dönem için aday olamıyor.  

Öğrenci hareketinin içinden gelen Boric, 2021’deki seçimlerde aşırı sağcı aday José Antonio Kast’ı elemiş ve dünyanın en genç başkanı olarak göreve gelmişti. Kabinesinin yarısından fazlası kadın olan Boric hükümeti, önceliğini yeni bir anayasa yapma sürecine vermişti. “En ilerici anayasa” olarak tanımlanan anayasa tasarısının yüzde 62 oyla reddedilmesi Boric için kötü bir başlangıç oldu.

Bununla birlikte emeklilik reformu, vergi reformları, lityum madenciliğinin kamulaştırılması ve LGBT haklarının genişletilmesi, hükümetin gündeminde yer alan önemli meselelerdi. Boric, çalışma saatlerinin azaltılması ve asgari ücretin arttırılması gibi tarihi başarılara imza atarken, güvenlik konusunda büyük sorunlar yaşadı ve emeklilik ve konut reformlarında beklentileri karşılayamadı.

Boric’in popülarite oranının yüzde 32 civarında olması, ülke için rota değişikliğinin söz konusu olabileceğini gösteriyor. 26-27 Ekim 2024’te gerçekleşen belediye ve bölge seçimlerinde sağ ve merkez sağ koalisyonun güç kazanmış olması da bunun işareti sayılabilir. Zira 345 belediye başkanlığından 122’sini sağ ve merkez sağ partilerin koalisyonu Chile Vamos kazandı.

Sağcıların iktidara gelebileceğinin Boric de farkında olsa gerek ki halefine şöyle bir mesaj verdi: “Sırada kim olursa olsun, bu politikaların, özellikle de enerji ve enerji dönüşümüyle bağlantılı olanların, tek bir hükümetin değil, devlet politikaları olduğunu anlayın.”

2025 seçimlerinin en büyük favorisi, sağcı parti Bağımsız Demokratik Birlik’ten (UDI) Providencia ilçesinin eski belediye başkanı olan Evelyn Matthei. İkinci sırada, “Pinochet yaşasaydı bana oy verirdi” diyen aşırı sağcı José Antonio Kast yer alıyor. Solun en büyük kartı ise eski devlet başkanı Michelle Bachelet.

2013 seçimlerinde Matthei, Bachelet’ye karşı kaybetmişti. 2025 seçimleri, iki lideri yeniden karşı karşıya getirebilir.  

Evelyn Matthei ve Michelle Bachelet

Şili’de soldan sağa dönüş ihtimali söz konusu iken Ekvador’da da iktidar sağdan sola geçebilir.   

Bölgede 2025 yılının ilk büyük seçimleri 9 Şubat’ta Ekvador’da gerçekleşecek. Ekvador, 2000’lerin başından beri “pembe dalga” olarak anılan Latin Amerika solunun önemli bir parçasıydı. Ancak 2021 seçimlerini sürpriz bir şekilde az farkla kazanan muhafazakâr aday Guillermo Lasso’nun zaferiyle birlikte ülke siyasetinde önemli bir sapma yaşanmıştı.  

Lasso, işçilerin temel haklarını sınırlandıran neoliberal politikalar uyguladı ve kısa süre içinde çok güçlü bir toplumsal muhalefetle karşılaştı. Ekvador Petrol Şirketi’nden (FLOPEC) kaynak çalmakla suçlanan Lasso, 2023’te azil davasından kaçınmak için meclisi feshetti. Bununla birlikte, Lasso’nun uyuşturucu kaçakçılığıyla bağlantılı olduğu yönünde iddialar da vardı. 2023’te yoğun bir siyasi kriz içinde gerçekleşen seçimleri sağcı aday Daniel Noboa kazandı. Şu an 35 yaşında olan Noboa, dünyanın en genç başkanı konumunda. 

Sadece iki yıldır görevde olan Noboa, 2025’te yeniden seçilmek istiyor. Noboa’nın cinayet oranlarında yüzde 27’lik bir düşüş sağlayan güvenlik politikaları ve 100 binden fazla kişiye sağladığı eğitim bursu imkânları, karnesindeki önemli başarılar arasında gösteriliyor. Ancak yıl içinde farklı zamanlarda ülkenin büyük bölümünü karanlıkta bırakan enerji krizi, başkanın karnesini zayıflatıyor.

Anketlere göre solcu Başkan Rafael Correa’nın çizgisini sürdüren “Correísmo” adayı Luisa González önde görünüyor. Noboa’nın “temel insan haklarını ihlal etme ve hukukun üstünlüğünü yok etme yönünde baskıcı bir eğilim gösterdiğini” söyleyen González, ülkesini yeniden sola döndürmek istiyor.

Solun adayı Luisa González

2025’te seçime gidecek olan ülkelerden en kutuplaşmış olanı, kuşkusuz Bolivya. 8 Ağustos’ta yapılacak olan seçimlerin öncesinde neler olabileceğini kestirmek kolay değil.

2019’da solcu lider Evo Morales’i deviren darbenin ardından Bolivya siyasetinde sular bir türlü durulmadı. 2020’de Luis Arce, Morales’in halefi olarak seçildikten sonra başkan olmuştu. Ancak zamanla iki solcu liderin yolları ayrıldı.

2025 seçimleri yaklaştıkça ülke siyasetindeki gerilim iyice tırmandı. Morales ve Arce’yi destekleyen gruplar arasında çatışmalar çıktı. Bu yılın haziran ayında Arce, başarısız bir darbe girişimiyle karşılaşırken, 27 Ekim’de Morales’e suikast girişiminde bulunuldu.

Siyasi krizin yanı sıra ekonomik krizle de boğuşan Bolivya’da gıda fiyatlarındaki artışı protesto eden yerliler eylemlerine devam ediyor, Arce hükümeti de bu eylemlerin arkasında Morales’in olduğunu iddia ederek sert müdahalelerde bulunuyor. Bu da sokak çatışmalarını hızla tırmandırıyor.

Morales’in isteği, 2025 seçimlerinde yeniden aday olmak. Ancak üç dönem üst üste başkan olduğu için adaylığı Anayasa Mahkemesi tarafından askıya alındı. Morales’in oy pusulasında yer alıp almayacağı henüz belli değil. Anketler kendisine yer vermese de ilk sırada yer aldığını ve bu yüzden hedef alındığını söyleyen Morales, adaylığına izin verilmezse ülke genelinde kitlesini mobilize edeceğini öne sürüyor.

Arce ve Morales başkanlık için kapışırken iki solcu liderin arasından sıyrılabilecek olan sağcı bir aday da var.  Cochabamba Belediye Başkanı Manfred Reyes Villa, şu aralar kampanyasına uygun bir kadın başkan yardımcısı adayı aramakla meşgul. 

Luis Arce ve Evo Morales

Son olarak, Arjantin’de iktidarda bir yılını dolduran Javier Milei, 2025’te parlamento seçimleri ile ilk sınavını vermeye hazırlanıyor. 26 Ekim’de yapılacak ve kongredeki 157 sandalyenin 127’sini yenileyecek olan parlamento seçimleri, Milei hükümetinin kaderini belirlemek açısından kritik öneme sahip.

Arjantin’de parlamento seçimlerinde kongrenin üst kanadı olan Senato üyelerinin üçte biri ile Temsilciler Meclisi üyelerinin yarısı seçiliyor. Kongrenin geri kalan üyeleri ise dört yılda bir genel seçimlerle belirleniyor. Böylece her iki yılda bir kongre üyeleri değişmiş oluyor.

Uluslararası basında yer alan Milei ile ilgili değerlendirmeler son derece pozitif yönde. Milei’nin enflasyonu düşürdüğüne, mali dengeyi sağladığına ve kuru istikrara kavuşturduğuna vurgu yapılıyor. 

Milei iktidara geldiğinde aylık enflasyon yüzde 25,5 oranında artmıştı. Bugün ise Arjantin’de aylık enflasyon yüzde 2,7 ile son üç yılın en düşük seviyesine gerilemiş durumda. Ancak Ekim ayında yüzde 193 olan yıllık enflasyon, Kasım ayında yüzde 166’ya düşmüş olsa da dünyanın en yüksekleri arasında yer almaya devam ediyor.

Milei’nin uyguladığı sıkı mali disipline dayalı neoliberal politikalar, makroekonomik göstergelerde bir iyileşmeye yol açmış olsa da bu iyileşme yoksulluğun ve gelir dağılımı eşitsizliğinin artması pahasına sağlandı. Arjantin’de bugün 47 milyon nüfusun yüzde 52,9’u yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayanlar, yani “mahrumiyet” içinde olanlar ise nüfusun beşte birini oluşturuyor. Bu veriler, son yirmi yılın en yüksek oranları olarak kayıtlara geçti.

Milei’nin makroekonomik göstergeleri istikrara kavuşturabilmesi ve dış yatırımları çekebilmesi için kemer sıkma politikalarına devam etmesi gerekiyor. Bunun için de kongre üyelerinin onayına ihtiyacı var. Parlamento seçimleri bu yüzden önemli.

Anketlerde Milei’nin partisi La Libertad Avanza şimdilik önde görünüyor. Kimilerine göre Milei, sandıkları silip süpürecek ve ikinci dönemini de garanti altına alacak. Yine de bu kadar emin olmadan önce ekonomik kırılganlık ve dışa bağımlılığın devam ettiğini göz önünde bulundurmakta yarar var. Yoksullukla mücadele eden Arjantinlileri zor ve sancılı bir süreç bekliyor.

Javier Milei

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazarın sağa dönüşü: Vargas Llosa ve “Zor Zamanlar”

“İktidar yapılarını ve bunlara karşı direnişi” bu kadar ustalıkla anlatan bir yazar nasıl bu kadar radikal bir sağ kutba savrulabilir? Bir sanat eserini, onu yaratan sanatçıdan bağımsız olarak düşünebilir miyiz?

25 Kasım: Yaşamak için direnmek

Dedé, hayatını kız kardeşlerinin hikâyelerini anlatmaya adadı. Çünkü kadın katillerinden hesap sormak kadar öldürülen kadınların anılarını yaşatmak ve onların sadece birer rakamdan ibaret olmasına izin vermemek de mücadelenin bir parçasıydı

Pedro Páramo: Toprak ağaları ve hayaletler

Pedro Paramo, bir çürüme hikâyesi. Yaşayanların da tıpkı ölüler gibi çürüdüğü, ölülerden pek de farklarının kalmadığı bir toplumun hikâyesi bu. Toprak ağaları ve hayaletler birbirinden çok da uzak değiller

"
"