Anayasa Mahkemesi 06.03.2014 günlü toplantısında, M. İlker Başbuğ’un tutuklama tedbiri ile ilgili bireysel başvurusunu inceledi ve hak ihlalleri tespit etti. Anayasa Mahkemesi’nin başvuruyu kısa sürede sonuçlandırması son derece olumlu karşılanmalıdır. Umarız, diğer hak ihlali iddiasında bulunanlar ve özellikle tutukluluk tedbirinden mağdur olduklarını iddia eden tüm başvurucuların başvuruları da kısa sürede sonuca bağlanır.
Anayasa Mahkemesi’nin kısa kararında; gerekçeli kararın süresinde yazılmamasının, bu sürede başvurucunun tutukluluk durumunun ve tahliye talebinin görüşülmemesinin hak ihlali oluşturduğuna hükmettiği görülmektedir. Yüksek Mahkeme kararında, hak ihlali yönünden gereğinin yapılması ve başvurucunun tahliye talebi hakkında karar verilmesi amacıyla karar örneğinin Yerel Mahkemesine (20.03.2014 tarihi akşamına kadar görevine devam edecek olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne) gönderilmesine karar verdi.
Hak ihlalinin giderilmesi konusunda gereğinin yapılabilmesi için, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Yüksek Mahkeme gerekçeli kararına ihtiyaç olduğu ileri sürülebilir. Ancak 50. maddenin 2. fıkrasında, ilk aşamada ihlal tespitinin yeterli olduğu, kısa kararla hak ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yerel mahkemece yeniden yargılama yapılmasının mümkün kılındığı görülmektedir. En azından tutukluluk gibi acil durumlarda bu usul uygulanmalıdır.
İlker Başbuğ’un davasını gören Yerel Mahkeme; hem Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespiti kararı, hem de Ceza Muhakemesi Kanunu m.232/3 ve 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 14. maddenin 5. fıkrası uyarınca 15 gün içinde gerekçeli kararını tamamlayıp dosyasına koymak zorundadır. 05.08.2013 tarihinden bu tarafa yedi aydır beklenen gerekçeli karar artık tamamlanmalı ve dava dosyası Yargıtay’a gönderilmelidir. Yargılamanın makul sürede tamamlanamamasının ve sanıkların uzayan tutukluluklarının bir sebebinin de gerekçeli kararın dava dosyasına koyulamaması olduğu unutulmamalıdır. Gerekçeli karar yazımının gecikmesinin nedeni ne olursa olsun, bu durumdan özellikle tutuklu sanıkların olumsuz etkilendikleri tartışmasızıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı, başvurucu yönünden doğrudan tahliyenin önünü açmamaktadır. Hak ihlali kararında da belirtildiği üzere Yerel Mahkeme, geciken gerekçeli karar yazımını bir an önce tamamlamalı ve beraberinde dosyadan el çektiğinden bahisle başvurucu ile ilgili yapmadığı tutukluluk incelemesini yapmalı ve tahliye talebini değerlendirmelidir. Esasında dosyadan el çeken Yerel Mahkeme bu incelemeyi yapamamalı ve Ceza Muhakemesi Kanunu m.104/3 uyarınca, temyiz mercii olan Yargıtay tahliye talebini değerlendirmelidir. Bununla birlikte Yüksek Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu m.232/3’de yer alan 15 günlük süreye rağmen tamamlanamayan gerekçeli karar sebebiyle Yargıtay’a gönderilemeyen dava dosyasında tutuklu bulunan başvurucunun bu durumun Yerel Mahkemesince incelenmesi gerektiğine karar vermiştir.
Yerel Mahkeme yapacağı tutukluluk incelemesinde, başvurucu hakkında müebbet hapis cezası verildiğinden ve tutukluluğun şartları devam ettiğinden bahisle tahliye talebini reddedebilir. Yerel Mahkeme tahliye talebini kabul ettiğinde ise, bu kararın aynı davada tutuklu yargılanan tüm sanıkları “usulde eşitlik ve paralellik” ilkesi gereğince kapsaması gerekeceğini ifade etmek isteriz. Çünkü hak ihlali tespitinin dayanağını; yedi aydır tamamlanamayan gerekçeli karar, uzayan tutukluluklar, tutukluluk durumları ile tahliye talepleri gereği incelenmeyen ve makul sürede yargılanma hakları zedelenen sanıklar oluşturmaktadır.
Yerel Mahkeme karar vermekle davadan el çekse de dosya henüz kendisinde olduğundan, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespiti kararı ile ilgili gerekli inceleme yapılmalıdır.
Tahliye talebi ve tutukluluk incelemesinin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılması gerekir. Ancak ortada nev’i şahsına münhasır bir durum olduğu görülmektedir. Çünkü bu Mahkeme, 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunla kaldırıldı. Mahkemede görevli hakimlerin 15 gün süre ile devam edecek olan gerekçeli karar yazımı ve dosya devirleri dışında kalan tüm yetkilerine de son verildi. Dolayısıyla Mahkemenin bu 15 günlük sürede, devam eden kısıtlı yetkilerinin dışında dava dosyasının Yargıtay’a gönderilmesi dahil hiçbir tasarrufta bulunamayacağı anlaşılmaktadır
6526 sayılı Kanunla yürürlüğe giren geçici 14. maddenin 5. fıkrasının 2. cümlesine göre, “Dosyaların devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, devredilen dosyalarla ilgili koruma tedbirleri hakkında karar vermeye bu mahkemelerin bulunduğu yer hakim ve mahkemeleri yetkilidir”. Bu hüküm esas alınıp Yüksek Mahkemenin hak ihlali kararının gereğinin yerel mahkemesince giderilmesi gerektiğine dair 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası gözardı edildiğinde, başvurucunun tahliye talebinin İstanbul Nöbetçi Ağır ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılacaktır.
Bununla birlikte 13. Ağır Ceza Mahkemesi, konunun hak ihlali tespiti ile ilgili olduğundan ve Yüksek Mahkeme tarafından gereğinin yapılması amacıyla kararın kendilerine gönderildiğinden bahisle tahliye konusunda bir karar da verebilir.
Bu tür ilginç kural ve uygulamalar, bir hukuk devletinin olağan döneminde muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti’nde gündeme gelebilir.
Dava dosyası hala 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, bir an önce gerekçeli karar yazımının tamamlanması gerekiyor, bu nedenle de dosyanın henüz devri mümkün gözükmüyor. Gerekçeli kararı başka mahkeme ve hakimler de yazamaz. Duruşmayı kim yaptı ve kararı kim verdi ise, gerekçeli kararı da ancak aynı mahkeme ve hakimler tamamlayabilir.
Tutuklama tedbir konusunda etkin inceleme yapılmadığı gerekçesi ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini tespit eden Anayasa Mahkemesi, “Gereğinin yapılması ve başvurucunun tahliye talebi hakkında karar verilmesi amacıyla karar örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,” oybirliği ile karar vermiştir. Başvurucunun hak ihlali tespitine dair incelemeyi 13. Ağır Ceza Mahkemesi yapamayacaksa, milyonlarca sahifeden oluştuğu söylenen dava dosyasının bu incelemeyi yapmakla yetkili mahkemeye gönderilmesi gerekir, çünkü dosya incelenmeden tutukluluk şartlarının devam edip etmediği ile ilgili bir karar verilemez.
Son söz; 6526 sayılı Kanun 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Böylece, yerel mahkemelerin karar tarihlerine kadar beş yıl tutuklu kalan sanıkların tahliyelerinin gerçekleşmesi gerekir. Dosyaları şu an Yargıtay’a gitmek üzere olan veya Yargıtay’a giden tutuklu sanıklardan, yerel mahkemelerince haklarında verilen kararlara kadar ağır cezalık işler sebebiyle beş yıl tutuklu kalanların tahliye edilmelerinin önünde bir engel gözükmemektedir.
06.03.2014 tarihi itibariyle, elkoyma ve teknik takiple ilgili kararlar ve bu kararlara yapılacak itirazlarda ağır ceza mahkemeleri yetkili kılındığı ve kararlarda oybirliği şartının aranacağı görülmektedir. Tutuklama ve mahkumiyet kararlarında oybirliği şart aranmadığı halde, elkoyma ve teknik takip kararlarında oybirliği şartının getirilmesi, özellikle yargı erkinin ciddi tepki ve eleştirisini çekmiştir. Bu konularda ağır ceza mahkemelerinin yetkili kılınması, önleme dinlemelerine dair kararların Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenecek bir Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilecek olması, 6526 sayılı Kanunun dikkati çeken hükümleridir.
Ayrıca, Ceza Muhakemesi Kanunu m.128 kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ön rapor alınması şartı getirilmiştir. Yine “suç örgütü” kavramı teknik takibini yetki alanından çıkarılmıştır.
Bu yönü ile yapılan birçok uygulama hatasına bir tepki düzenlemesi olan 6526 sayılı Kanunla öngörülen, “kararlarda oybirliği”, “elkoymada ön rapor” ve “sırf suç örgütü iddiasına dayalı teknik takip yasağı” öngören hükümlerin geçmişe etkili olup olmayacakları da tartışılacaktır. Kanaatimizce, yargılama kurallarının kişi hak ve hürriyetleri lehine değiştirilmesi halinde geçmişe etkililik kabul edilmelidir. Her ne kadar prensip, yargılama kuralları ile ilgili değişikliklerin yürürlüğe girdikleri andan itibaren uygulanması olsa da, birey aleyhine etkileri devam eden eski hüküm, karar ve uygulamaların sonuçları ortadan kaldırılmalıdır.