15 Nisan 2014

Balyoz davası ne oldu?

Eyleme bağlı icra hareketi olmadığı ve “icra hareketi” sayılan hareketler suçun kanuni tanımında yer almadığı takdirde, cezalandırılacak bir suçun varlığından bahsedilemez.

Cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni devirmeye teşebbüs ettikleri iddiası ile birçok asker mahkum oldu. İddiaya konu eylemin tarihi 2003, ortaya çıkarılışı 2010 ve yargılamasının bitişi 2013 yılları olan bu davayı kamuoyu “Balyoz” adı ile bilmektedir. Bu davada yargılanan birçok sanık yönünden iç hukuk yolları, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na itiraz yolunu işletmesi ve Yerel Mahkemeye de yeniden yargılama amacıyla yapılabilecek olağanüstü kanun yolu başvuruları hariç tükenmiş gözükmektir.

“Siyasi suç” niteliği taşıyan bu davada kesinleşen kararlarla “hükümlü” sıfatı kazanan kişilerin cezalarının infazı başlamıştır. Ortada “terör örgütü” iddiası ve mahkumiyeti olmadığından, koşullu salıverilme açısından beşte iki kuralının esas alınması gerektiğini söylesek de, mahkumiyetin konusu darbe suçu olduğundan bahisle ceza infazlarında dörtte üç kuralının uygulanması gündeme gelebilir.

Davanın temyizde bozulan kısmı, kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayan uygulamaları gerekçe gösterilerek kaldırılan özel yetkili ağır ceza mahkemesi yerine, özel yetkisi olmayan ağır ceza mahkemesinde görülecektir. Davası bitip kesinleşen ve “hükümlü” duruma gelen insanlar ise, özel yetkili ağır ceza mahkemelerini kaldıran 6526 sayılı Kanun 6 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe girdiği için, şimdilik olağan ağır ceza mahkemesinde yargılanma hakları olamayacaktır. Mahkumiyet kararının hukuka aykırılığı yukarıda bahsettiğimiz yollardan birisi ile tespit edildiği takdirde, hükümlü hale gelen insanların özel yetkisi olmayan ağır ceza mahkemesinde yargılanma hakları doğabilecektir.

Türk Hukuku, gerek hukuk kuralları ve gerekse bu kuralların uygulanmasında istikrar kazanamamaktadır. İnsanların kafası karışmakta, hukuk ve adalet duyguları zedelenmektedir. Hukuk tarihimize bakıldığında; toplum vicdanını rahatsız eden ve hukuk kuralarında karşılığını bulamayan iddialarla ilgili uygulanan ağır cezalar karşısında, gerçekten toplum vicdanını yaralayan ve hukuk kurallarının ağır cezalar öngördüğü fiillerin faillerine hak ettikleri cezaların uygulanmadığı veya faillerinin yargılamalarında gecikildiği ya da affedildikleri görülmektedir. Adalet ve düzen bu şekilde sağlanamaz. Hukuk, kuralları ve vicdanları rahatsız eden cezalara ve cezasızlık hallerine sessiz kalamaz. Adalet, şeklen yerine getirilebilecek bir kavram değildir. Dürüst yargılanma hakkı ve adalet, ekmek, su ve temiz hava gibi her insanın yaşam kaynağıdır. Dürüst yargılanma ve gerçek adalet olmadan, bireyin hukuk güvenliği hakkı ve toplum düzeni korunamaz.

“Suç ve ceza” çok ilginç kavramlardır. Aslında suçun konusunda bir insan davranışıdır, fakat toplum bazı fiilleri hoş görmez. Toplumun tasvip etmediği fiillerin emir ve yasaklara konu edildiklerini, bu kuralları ihlal edenlere de yaptırım uygulanmasının kararlaştırıldığını görürüz. Suç ve ceza tanımı, keyfiliği önlemek ve insanların neyin yasak olduğunu önceden bilmelerini sağlamak için ancak kanunla yapılabilir. Temsili demokraside kanunu, halk adına “kanun koyucu” sıfatına sahip olan parlamento çıkarır.

Ceza Hukuku, “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi ve “tipiklik” unsurunu kabul etmiştir. Bir fiilin suç sayılıp cezalandırılabilmesi için, önce bu fiili suç olarak tanımlayıp karşılığında ceza öngören bir kanuna ihtiyaç bulunmaktadır. Bu kanunun varlığından sonra ise, suç olduğu iddia edilen somut bir fiilin o kanuni tanımda gösterilen suçun unsurlarını taşıması gerekir. Ceza Hukukunda, kıyas veya genişletici yorum yoluyla suç üretilemez.

Balyoz adlı davada ileri sürülen savunmalar, delillerin hukuka uygunluğu hakkında yapılan tartışmalar ve vicdani kanaatler bir yana, "suçta ve cezada kanunilik" prensibini güvence altına alan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 7, 1982 Anayasası’nın 38 ve Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddelerinin ihlal edilip edilmediği, “tipiklik” unsuru bakımından “darbe suçu” iddiasına uygun düşen bir eylemin olup olmadığı yönü ile bu davaya bakılması gerekir.

Eyleme bağlı icra hareketi olmadığı ve “icra hareketi” sayılan hareketler suçun kanuni tanımında yer almadığı takdirde, cezalandırılacak bir suçun varlığından bahsedilemez. Darbe suçunun yasal tanımında “manevi cebir”, yani “tehdit” kavramının unsur olarak gösterilmediği, bu suçun ancak cebir ve şiddetle işlenebileceği de açıktır.

Son söz; Türkiye Cumhuriyeti, Çin Devleti’nin zulmünden kaçıp Ülkemize sığınmak isteyen 35 Doğu Türkistan Uygur Türküne kapılarını gecikmeli de olsa açtı. Bu karar, Milletimizi mutlu etmiştir. Ancak esas olan, Doğu Türkistan’da devam eden zulme “dur” diyebilmek, Ülke ve Millet olarak orada yaşamaya çalışan Türk insanına yardım elimizi uzatabilmek, onları sahipsiz bırakmamaktır. Benzer desteğimiz, Ermenistan’a karşı Azerbaycan ve Rumlara karşı Kıbrıs Türkleri için de sürmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları

Suçtan caydırma yöntemi: Ölüm cezası

Bu yazıyı kısa ve net bir şekilde kaleme almaya çalışacağım. Meselenin duygu içeren ve insani tarafları olsa bile, elbette “hukukçu” kimliğimi de elden bırakmayacağım.

Park halindeki araçlarda önleme araması

Önleme araması; henüz suç işlenmeden yapılan, suçun işlenmesini önlemek, güvenliğin, kamu düzeni ve barışının bozulmamasını sağlamak, kişi hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla somut gerekliliğin ortaya çıktığı durumlarda Anayasa m.20/2’ye göre başvurulan bir tedbirdir.

Basın kanunu 'internet haber siteleri' için değişiyor

Kanun koyucu; internet yayıncılığında gerçekleşen gelişmeler, Anayasa m.26 gereğince internetin düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yolu sayılması ve Anayasa m.28 ile güvence altına alınan basın hürriyetinin kapsamına girmesi, internet yayıncılığının hukuk kurallarına ihtiyaç duyması, interneti kullananlar ve internet kullanımından etkilenenlerin hak ve hürriyetleri ile sınırlamaların neler olduğunun tayin edilip netleştirilmesi amacıyla yasal düzenlemeye gidilmesini öngörmektedir.