Anayasa Mahkemesi Son zamanlarda çokça konuşulup tartışılır oldu. Yüksek Mahkemeden ziyade, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç üzerinden tartışma yapıldığı görülmektedir. Sayın Kılıç her ne kadar “Başkan” sıfatı ile Yüksek Mahkemeyi temsil etmekte ise de, Mahkemenin 17 üyesinden birisidir. Ancak her konuyu, özellikle de hukuk ve yargıyı siyasete vasıta kılmayı pek sevdiğimizden, kişi hak ve hürriyetlerinin bekçisi konumunda olan ve olması gereken Anayasa Mahkemesi’nin tüzel kişiliğine yönelik açıklamaların yapıldığını söylemeliyiz.
Demokratik hukuk toplumunda; yasama, yürütme ve idare ile yargı erkleri (bu üç kuvvet) arasında uyum olması, birbirinin yetkilerine müdahale etmemeleri gerektiği, bu noktada Anayasa Mahkemesi’nin de çerçevesi Anayasa ile çizilmiş görev ve yetkilerinin bulunduğu tartışmasızdır. Yüksek Mahkeme, Anayasa ve 6216 sayılı Kanunla tanımlanmış görevlerini ifa edip yetkilerini kullanırken, herkesi memnun etmek zorunluluğu ile hareket edemez. Yüksek Mahkeme, bağlı olduğu Anayasa ve kanunlar çerçevesinde yetkisini kullanmak suretiyle hukuk ve adalet adına hareket eder.
Anayasa Mahkemesi, hukukun evrensel ilke ve esaslarını dikkate almak suretiyle kanunların Anayasaya aykırı olup olmadığının denetimini yapar. Bu denetimin sınırını, “hukuk devleti” ilkesi ve Anayasa hükümleri oluşturur. Anayasa Mahkemesi, bu denetim sınırı dışına çıkmak suretiyle vesayet makamı gibi hareket edemez. Ancak bu denetim sınırında kalan Mahkemeyi de kimse vesayet makamı olmakla suçlayamaz. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yaptığı açıklamalar ve kendisine yöneltilen eleştiriler de Yüksek Mahkemenin tüzel kişiliğinden bağımsız değerlendirilmelidir. Bu sayede, Mahkeme kararlarının hukuki açıdan değerlendirilip, ne derece isabetli olduğunun tespiti objektif şekilde yapılabilir.
Yüksek Mahkeme en son, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun “Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğinin Korunması” başlıklı 51. maddesini iptal etti. Bu maddeye göre, “Kurum, elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına yönelik usul ve esasları belirlemeye yetkilidir”. İptal kararına konu edilen bu hüküm soyut olup, ayrıntıdan yoksundur.
Kişisel verileri koruyan Anayasanın 20. maddesinin 3. fıkrasına göre, “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir”. Dikkat edilecek olursa hükümde, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği ifade edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olup Anayasasının 13. maddesinde, kişi hak ve hürriyetlerinin ancak Anayasada gösterilen özel sınırlama sebeplerine bağlı olarak kanunla sınırlanabileceğini öngören tartışmasız bir hükme sahiptir.
Kişi hak ve hürriyetleri, ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamanın çerçevesini Anayasa çizer, ayrıntısını kanun gösterir ve yönetmelik yalnızca bu kanunun uygulanmasını sağlamak amacıyla ve kanuna aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir. Kanun soyut olamayacağı gibi, kişi hak ve hürriyetlerinin nasıl korunup sınırlandırılacağına dair hükümlerin düzenlenmesini de yönetmeliğe bırakamaz. Yönetmeliği; Başbakan, bakanlık, bakanlıklar ve ilgili kamu tüzel kişilikleri çıkarabilir. Esas olan ise, temsili demokraside halkın iradesini yansıtan ve parlamento niteliği taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan kanunlardır.
Anayasa Mahkemesi, 5809 sayılı Kanunun 51. maddesini haklı şekilde iptal etmiştir. Bu iptalin arkasında hukuki olmayan bir gerekçe de aranamaz. Çünkü iptal edilen Kanun hükmü, kişisel verilerin korunması konusunda soyut olup, hiçbir ayrıntı taşımadığı gibi, konu ile ilgili düzenleme yetkisini hukuka aykırı olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bırakmıştır. Görüleceği üzere, iptale konu olan hükümde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun yönetmelikle düzenleyip uygulamasını göstereceği ayrıntı bulunmamaktadır. Bu şekilde yasal düzenleme olmaz. Yasa düzenlemesi, kişi hak ve hürriyetlerinin korunup sınırlandırılması yönünden somut olmalı ve ayrıntılara yer vermelidir. Oysa 51. madde, hem Anayasanın 13 ve hem de 20. maddesinin 3. fıkrasına aykırı düzenlenmiştir. Bu nedenle, bireyin kişisel verilerinin korunması hakkını düzenleyen iptal kararının doğru olduğunu ifade etmek isteriz.
Yeri gelmişken Yüksek Mahkemece, 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda Adalet Bakanı’nın yetkilerini genişleten hükümlerin iptali kararına da kısaca değinmek isteriz. Bu konuyu daha önce açıklamıştık. Hakimler ve savcıların atama, tayin, terfi, disiplin ve diğer özlük işlerinde yetkili kılınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri çerçevesinde teşkilatlandırılması, bu alana özellikle yürütme organının müdahalesine izin verilmemesi gerektiği ortak bir doğrudur. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nde, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili tartışma sürüp gitmektedir. Yargının güvenilirliği zedelendiği veya en azından bu yönde toplumsal algı oluştuğu için, bu etkin gücün kontrol altında tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa bu hareket tarzı doğru değildir. Çünkü hukukilik denetimi yapan yargı, hukuk, adalet ve maddi hakikat adına hareket eder. Bu hareket tarzı, bağımlı ve taraflı yargı anlayışı ile bağdaştırılamaz.
Yürütme organının mensubu olan Adalet Bakanı ne kadar tarafsız hareket ederse etsin, “kuvvetler ayrılığı”, “hukuk devleti”, “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ilkeleri açısından tek elde toplayacak şekilde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve dolayısıyla hakimler ve savcılar üzerinde “etkin güç” konumuna getirilemez. Bu sebeple, Anayasa m.2 ve m.159’a aykırı olarak Kurulun dışında ve üstünde Adalet Bakanı’nı hakimler ve savcıların özlük işleri hakkında temel karar mercii haline getiren doğrudan ve dolaylı düzenlemelerin, Anayasa ile hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı olacağı şüphesizdir.
Twitter kararı ile başlayıp, kişisel verilerin korunması ve HSYK Kanunu ile devam eden süreçte, Anayasa Mahkemesi’nin kararları üzerinden siyaset yapılmaması, Hükümet ve Millet Meclisi ile Yüksek Mahkemenin karşı karşıya getirilmemesi gerekir. Yüksek Mahkemece verilen kararları hukuk zemininde tartışmayıp, tahrik edici bir anlayışla Hükümete ve Millet Meclisine vurulan darbe ve had bildirme olarak değerlendirmek yersizdir. Türkiye Cumhuriyeti hukuk, kanun ve adalet yorgunu bir ülkedir. Her gün hukuk tartışılması, yargının siyasete malzeme yapılması, henüz adalet çağını tamamlamadığımızı, bu konuda zamana ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi, Twitter kararında içerik açısından doğru hareket etse bile, usul açısından hata yapmıştır. Ancak bu hatanın, Yüksek Mahkemenin görev ve yetkilerini, varlığını ve geleceğini sorgulama aşamasına getirmek yanlıştır. Bu durumda, hata yapan her kamu kurum ve kuruluşunu sorgulamak ve dolayısıyla yıpratmak mümkün hale gelebilir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi, gerekçesini açıklamak suretiyle twitter.com’un erişime açılması ile ilgili doğrudan yapılan başvuruyu kabul edilebilir görmüştür. Kararın bu kısmına katılmamakla birlikte, bir karardan hareketle Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkileri ile varlık gerekçesi tartışmaya açılmamalı ve bu tür tartışmalar üzerinden de Mahkemeye baskı yapılmamalıdır.
Hukuk düzeninde bir sistem benimsenmiş olup, etki-tepki anlayışına dayalı ani düzenlemelerle bu sistemin yıpratılmaması gerekir. Etki-tepkiye dayalı her düzenleme, demokratik hukuk devleti için beraberinde yeni sorunlara yol açar.
Son söz; herkes, hukukun evrensel ilke ve esasları çerçevesinde yetkilerini kullanmalı, Anayasa ve kanunlarla tanımlanmış yetkilerin dışına çıkmamalıdır. Anayasa ve kanunlar, herkes için geçerli ve bağlayıcıdır.