Bugün size Amerika Birleşik Devletleri’nin içinde bulunduğu karmaşadan ve ülkede giderek yükselen sağcı/muhafazakâr dalgadan söz etmek istiyorum. Başlamadan önce bilmeyenler için üç kavramın tanımını yapmak isterim. Zira yazıda bu üç kavrama sık sık başvuracağım.
Woke: Aslında kullanımı 1930’lara kadar uzanan bir kavram. 2014’te Afro-Amerikalı Michael Brown’ın Missouri Ferguson’da bir polis tarafından vurulmasıyla yeniden popüler hale geliyor. Çok basit özetlemek gerekirse ırka, cinsel yönelime dayalı her türlü ayrımcılığa, sosyal adaletsizliklere karşı “uyanık” olmak, yani aslında bir tür farkındalık geliştirmek ve bu farkındalığı korumak anlamına geliyor.
Eleştirel Irk Teorisi (Critical Race Theory - CRT): Bu da kökleri 1960’larda dayansa da 80’lerle birlikte akademide hatları belirlenmiş ve isminden de anlaşılacağı gibi ırka dayalı her türlü ayrımcılığın bir iktidar ilişkisinden kaynaklandığına vurgu yapan bir kavram. Yani yine basitçe anlatmak gerekirse bir insana ten rengi nedeniyle diğerlerinden farklı davranmanın tarihte belirli bir siyasi ve iktisadi amaç için üretildiğine inanmak anlamına geliyor.
Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsayıcılık Programları (Diversity, Equity, Inclusion Programs - D.E.I.): Bu da yine her türden cinsel kimliğe, her renkten insana, her türden farklılığa karşı bir farkındalık geliştirmek için ABD’deki okulların müfredatında yer alan eğitim programlarına verilen isim.
Şimdi gelelim asıl meselemize… Kitabın ortasından başlamak gerekirse ABD’de yaklaşık üç yıldır (2020’den bu yana) hız kazanan bir şekilde bu yukarıda saydığım üç kavrama karşı büyük bir savaş veriliyor.
Öyle ki, sistematik şekilde devam eden bir propaganda sonucu toplumun azımsanmayacak bir kısmı bugün artık bu üç kavramı aşırı sol, radikal ve hatta sosyalist/komünist görüşlerin bir parçası olarak görüyor.
Tüm bu kavramların ifade ettiği değerlerin altı süreç içerisinde itinayla boşaltıldı ve kavramlara pejoratif, yani aşağılayıcı anlamlar yüklenmeye çalışıldı. Bunda da başarılı olundu. Çok farklı etnik kökenden insanın bir arada yaşadığı ABD’de bugün artık eşitsizliklere karşı “uyanık/woke” olmakla itham edilmek pek çok insan için hakaret anlamına geliyor.
Meselenin bir de Britanya ayağı var ama orası ayrı bir yazı konusu olduğu için detaya girmeden sadece “woke” kelimesine dair kamuoyu algısının nasıl değiştiğine dair bir araştırmadan örnek vermek isterim: Ipsos’un Britanya’da yaptığı yakın tarihli bir araştırmaya göre “woke/uyanık” olarak itham edilmeyi bir “aşağılama” olarak görenlerin oranı son üç yılda yüzde 24’ten yüzde 42’ye yükselmiş. Muhafazakâr İngilizlerde bu oran yüzde 63!
Biz yine dönelim Amerika’ya… Cumhuriyetçi aday adaylarının neredeyse tamamı “woke” kültürüne ve değerlerine saldırıyı başkanlık kampanyalarının ana öğesine dönüştürmüş durumda. Eşitlik, sosyal adalet, farklı kimliklere saygı gibi kavramlar ağızlarından adeta bir küfür gibi çıkıyor.
Eşitlikçi değerlere saldırının en yoğun şekilde yaşandığı alanlar ise eğitim ve kültür. Eyaletler eğitim programlarından Eleştirel Irk Teorisi ve DEI Programları’nı hızla çıkarıyor. Yıl sonunda yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olmak için yarışan ve kısa süre önce yarıştan çekilen Ron DeSantis’in valisi olduğu Florida başta olmak üzere 20’den fazla eyalet eğitim müfredatlarını buna göre güncellemiş durumda ve öyle görünüyor ki başka eyaletlerde de bu uygulamanın devamı gelecek.
ABD'de Anayasa Mahkemesi, Meksika sınırına Texas Valisi Gregg Abbott tarafından yasa dışı göçü önlemek için çekilen tel örgünün merkezi hükümete bağlı görevliler tarafından kesilebileceğine karar vermişti
Merkezî yönetimle en son Teksas sınırındaki tel örgülerin kaldırılması meselesinde karşı karşıya gelen bu eyaletler işi o kadar acayip bir noktaya doğru taşıyor ki, örneğin en son Florida, devlet üniversitelerinde sosyolojiyi zorunlu ders olmaktan çıkardı. Gerekçe ise sosyolojinin “solun eline geçmiş bir bilim haline gelmesi.” Şaka yapmıyorum. Basbayağı bir bilim dalını “solun kalesi” olma gerekçesiyle itham ettiler, müfredattan çıkardılar ve yerine şanlı Amerikan tarihini anlatan bir ders koydular.
Eğitimdeki savaş bunlarla sınırlı değil. Geçen hafta New York Times gazetesinde bir haber yayımlandı. DEI Programları’na karşı verilen “Haçlı Seferi’nin” anlatıldığı haberde 2022 yılı sonlarında bir grup muhafazakâr aktivist ve akademisyenden oluşan ekibin arkalarına iki ismi, Teksas Valisi Dan Patrick ve Florida Valisi Ron DeSantis’i alarak örgütlendikleri, yazıştıkları ve bu yazışmalarda da düpedüz ırkçılık sınırlarında gezindikleri belgeleniyor.
DEI Programları karşıtı harekette elbette tüm bu ırkçı fikirlerin “pişirildiği” bir de düşünce kuruluşu (think tank) var: Kaliforniya merkezli Claremont Enstitüsü. New York Times’ın yayımladığı ve Enstitü’nün yazışmalarında kullanılan ifadeler bu gemi azıya almış grubun zihin haritasını gözler önüne seriyor:
“Arada kalmış oyları kazanmak için ‘woke’ kelimesini sık kullanın, işe yarıyor.”
“Aslında karşı çıktığımız şeyin özü ‘ayrımcılık karşıtlığı’dır.”
“Üniversitelerin parasını keserek onları terbiye edebiliriz.”
“ABD sol bir devrim kalkışması tehlikesi altındadır.”
“Projemiz, ülkemizin ve medeniyetin intiharının önüne geçmek için meclis üyelerine gerekli donanımı sağlıyor.”
“Solculara hitap ediyorsunuz, bu nedenle onlarla hem ifade özgürlüğü hem de korkularını içeren gerekçelerle iletişim kurmalısınız.”
Acayip ifadeler listesi uzayıp gidiyor…
Çok fazla örnek var ama yazıyı bunlara boğmamak adına sadece çok yakın tarihten üç olayı hatırlatmak istiyorum: Yine Florida’da altı haftadan sonra kürtaj yasaklandı. Eyaletteki göçmenleri sınır dışı etmek için 12 milyon dolarlık bir fon oluşturuldu. Alabama’da bir idam cezası tarihte ilk kez azot gazı kullanarak gerçekleştirildi ve maktul ancak 22 dakika boyunca can çekiştikten sonra infaz edilebildi.
Yani muhafazakâr cephe eline geçirdiği her şeyi karşı tarafın kafasına fırlatarak ülkede kendileri gibi düşünmeyen herkesi “ıslah etmeye” çalışıyor. Tüm tuşlara aynı anda basıyor. Farklılıklara saygı ve bir arada yaşama kültürü adına hangi uygulama yürürlükteyse gayet planlı bir şekilde tüm cephelerde bu uygulamaları ayaklar altına almaya çalışıyor.
Kültür alanında ise hedefte tabii ki Hollywood var. Eğlence endüstrisini de olduğu gibi, komple “aşırı solcu” gören bu muhafazakâr koro, kendi film/dizi yayınlarını hayata geçirmek için düğmeye bastı bile. DailyWire+ markası altında kendi streaming platformlarını yayına aldılar. Yine DailyWire+ altında Bentkey adında çocuklara yönelik bir başka yayın platformunu hayata geçirdiler.
DailyWire+ CEO’su Jeremy Boreing, Bentkey’in lansmanında niyetlerini açık açık şu sözlerle ortaya koydu: “Amerikalılar çocuklarına radikal ırk ve cinsiyet teorileri aşılamak isteyen ‘woke’ medya şirketlerine para vermekten bıktı.”
Sözün özü, ABD’de artık Cumhuriyetçiler tarafından temsil edilen bir merkez sağdan söz etmek ne yazık ki mümkün görünmüyor. Merkez sağa kaydığı gibi, merkez sağ artık aşırı sağın diliyle konuşuyor.
Biden-Trump
Anlayacağınız Biden yönetiminin basiretsizliğini ve dünyada yaşanan krizleri fırsat bilen Amerikan sağı artık rotasını Trump zihniyetinin belirlediği yeni sulara çevirmiş durumda.
Çok değil, bir önceki seçimde Bernie Sanders gibi “sol” bir figürün Demokratların adayı olup olamayacağı tartışılırken bugün artık Biden yönetimi bile “sosyalist” olmakla suçlanıyor. Sanders ise ana akımın çok uzağında… Lenin ve Stalin’in yanında… Yani anlayacağınız terazinin dengesi hepten şaşmış durumda.
İşin kötüsü Donald Trump durdurulamaz bir şekilde yükseliyor. Merkez sağı bir mıknatıs gibi kendine doğru çeken, onun dilini değiştiren Trump’ın karşısında elle tutulur bir rakip de yok. Yarıştan çekilenlerden sonra geriye sadece Nikki Haley kaldı. Haley geçen yılın ortasından bu yana tüm eforunu Ron DeSantis’i geride bırakmaya yöneltince Trump bu ikilinin çatışmasından güçlenerek çıktı. Haley’in bu saatten sonra Trump’ı yakalaması çok ama çok zor görünüyor.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de hakkında dört ayrı dava yürütülen Trump’a siyasi yasak getirilmesi ihtimali var. Yetmezmiş gibi diyorum zira olası bir yasağın ülkedeki gerilimi çok ama çok başka yerlere taşıyabileceğinden korkuluyor. İç savaştan tutun da, eyaletlerin federal yapıya baş kaldırmasına kadar tüm ihtimaller masada… Yani tam bir “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” vaziyeti…
Zira Trump’ın kendi de oy pusulasından çıkarılması halinde ülkede kargaşa çıkacağına dair yüksek perdeden tehditleri cömertçe savurmakta hiçbir beis görmüyor.
Tabii bir de terazinin diğer tarafı var. Sağ muhafazakârların giderek daha pervasızca hareket etmeye ve konuşmaya başladığı ABD’de alternatif grupların sinir uçlarına yapılan baskının dozu her geçen gün artıyor. Seçim günü yaklaştıkça bu baskı daha da fazlalaşacak. 2020’de polis tarafından öldürülen George Floyd vakasına benzer bir cinayetin yaşanması yahut ülkedeki farklı kimliklere yönelik açık bir tehdidin ortaya çıkması durumunda siyahların ve diğer baskı altındaki kimliklerin başrolde yer alacağı bir sosyal patlama ihtimalini de yok saymamak gerekiyor.
Kısacası elinde bulundurduğu ekonomik ve askeri güçle dünyanın geri kalanının kaderini belirlemeyi kendine hak gören ABD’de manzara hiç de iç açıcı değil. Sapla saman birbirine karışmış; tüm kavramlar yerlerinden edilmiş; akademi, bilim, kültür sanat, siyaset ortadan ikiye yarılmış durumda.
Oradaki bu karışıklık, dünyanın geri kalanında daha fazla kan, şiddet ve gözyaşı anlamına gelebilir mi? Korkarım ki, gelebilir.
Yazıyı Star Wars dünyasından bir alıntıyla ile bitirmek isterim: “Güç karanlık tarafta yükseliyor.”
Ne yazık ki… Üstelik her yerde…
Biz de böyle bir çağın ortasına denk geldik… Ne diyelim…
Kısmet…
Eray Özer kimdir?
Eray Özer ODTÜ’de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi’nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi.
Meslek hayatına Radikal Gazetesi’nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu’nda devam etti.
Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak’ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken’de yazdı.
Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ’ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu’ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.
|