Seçim tarihinin açıklanmasının hemen ardından Marley ölüm tehditleri almaya başlıyor
Netflix, “Remastered” başlığıyla, dünyaca ünlü müzisyenlerin hayatlarını ve kariyerlerini değiştiren olaylara odaklanan yeni bir bir belgesel serisine başladı (serinin bahara kadar yayımlanacak toplam sekiz filmden oluşacağı duyuruldu). Serinin ilk filmi ise Who Shot the Sheriff. Film, Bob Marley’in kariyerinin doruğunda olduğu bir dönemde yaşadığı suikast girişimini konu ediniyor.
“Gülümse Jamaika”
Who Shot the Sheriff, 1970’lerin ikinci yarısında, Jamaika’da soğuk savaşın gölgesinde şiddetini iyice arttıran siyasal iç savaş döneminin genel bir betimlemesiyle açılıyor. İktidardaki sosyal demokrat parti PNP (Halkın Ulusal Partisi) ile Amerikancı JLP (Jamaika Emek Partisi)’nin tarafları olduğu bu savaşta, her iki parti de sokak çetelerini kullanıyor. PNP lideri Manley’in iktidarı altında yaşanan bu savaşta, Reagan’ın “yakın arkadaşım” olarak andığı JLP lideri Seaga, birçok başka ülkede örneklerini gördüğümüz gibi, CIA tarafından silahlandırılan ve eğitilen paramiliter güçlerle iktidarı düşürmek için uğraşıyor. Savaşın en büyük cephesi olan başkent Kingston’da çatışma ve ölüm gündelik bir ritüel halini alıyor.
Kingston’un en yoksul mahallelerinden birisinde (Trenchtown) yetişen ve çete liderlerini şahsen tanıyan Bob Marley, bu kanlı düellonun sona ermesi gerektiğini düşünüyor ve hükümetten gelen barış konseri vermesi önerisini, konserin iki partiden de tamamen bağımsız olması şartıyla, kabul ediyor. Ancak, kirli siyasette işler verilen sözlerle yürümüyor. Başbakan Manley, genel seçimlerin konserin hemen ardından yapılacağını duyuruyor ve bunun üzerine Marley’in “Smile Jamaica” konseri, PNP’nin seçim kampanyası gibi algılanıyor.
Seçim tarihinin açıklanmasının hemen ardından Marley ölüm tehditleri almaya başlıyor. JLP militanlarından geldiği açık olan bu tehditlerde, Marley’in konsere çıkmaması, PNP’den uzak durması tembih ediliyor. 3 Aralık 1976 tarihinde ise bu tehditlerin boş olmadığı görülüyor. Bob Marley’in Hope Road’taki evini basan tetikçiler Marley ve yanındakilere kurşun yağdırıyor. Saldırıyı, Marley kolunu sıyıran kurşunla hafif bir şekilde, eşi Rita ve menajeri Don Taylor ise ağır yaralı olarak atlatıyor. Evi korumakla görevli PNP üyeleri o gün, her ne hikmetse, ortalıkta görünmüyor. Saldırı sırasında Rastafaryanizm’in tanrısı Jah tarafından korunduğuna inanan Marley, şehir dışında bir eve yerleşiyor. Evi Rastafaryanlar koruma altına alıyor.
Siyasetçilere olan güvenini kaybeden Marley, “Smile Jamaica” konserini iptal etmek istiyor. Saldırıyı kimin düzenlediğini bilmiyor, ama ölümünün JLP kadar, JLP’yi Marley’i öldürmekle suçlayıp elini güçlendirecek PNP için de işe yarar bir şey olduğunun farkına varıyor. Buna karşın savaştığı kötülüğe prim vermemek için konsere yine de çıkıyor. Etkinliğin iki partiyle de bir alakası olmadığının altını çiziyor. Suikast girişimine uğramasından 48 saat sonra çıktığı sahnede onu 80 bin Jamaikalı karşılıyor. Kurşunlara cevabını sahneden veriyor vermesine, ama siyasal atmosfere duyduğu güvensizlik onu uzun bir dünya turnesine çıkmaya zorluyor.
“Mesih”
Marley, iki sene boyunca dünyanın birçok ülkesini dolaşarak Reggae’nin sözünü ve ritmini yayıyor yerküreye. Kölelerin beyaz efendilere karşı asırlar boyunca verdiği mücadeleyi, Marcus Garvey’in özgürlük öğretisini, bu mücadelenin içerisinde doğan Rastafaryanizmin değerlerini tüm insanlığa anlatıyor.
O dönem hâlâ sürmekte olan Afrika ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine omuz veriyor. Bob’u ziyaret eden Rodezyalı iki gencin söylediği gibi Marley, Afrika ülkelerinin bağımsızlık mücadelesinin bir simgesi olarak görülüyor. ABD ve Avrupa’da kendi kimlikleriyle var olmaya çalışan siyah göçmenlerin yanında yer alıyor. Bu dönem Avrupa ülkelerinde sıkı reggae gruplarının ortaya çıktığı bir dönem oluyor.
Bu esnada Jamaika’da da yeni gelişmeler yaşanıyor. Kingston’u kana bulayan iki çete lideri hapishanede konuşma fırsatı buluyor ve partiler tarafından kullanıldıklarını söyleyerek bir ateşkes ilan ediyor. Akan kan bir süreliğine duruyor. Marley’den bu barış ortamını kutsayacak bir konser vermesi isteniyor. Marley, iki çete liderinden de güvence aldıktan sonra bu teklifi kabul ediyor.
İki sene sonra ülkesinde bir mesih gibi karşılanan Marley, ülke tarihinin en büyük konserlerinden birisi olan “One Love”da sahneye çıkıyor. Afrika yerli ayinlerini andıran figürlerle dans ederken, sahnenin hemen önüne şimşek düşmesi Marley’in ulvi karakterini güçlendiriyor. Jamaikalılar kendilerinden geçerken Marley, Manley ve Seaga’yı sahneye çağırıp iki ezeli rakibe el sıkıştırıyor.
“Mesih”in huzurunda gerçekleşen bu ilahi barış töreninin aslında büyük yalanların üzerine kurulmuş olduğu ise çok geçmeden ortaya çıkıyor. Konser için ABD’den getirilen ses ekipmanlarının içine depolanan silahlar, konser sonrasında JLP üyelerine dağıtılıyor ve daha şiddetli şekilde başlayan savaşta ilk öldürülenler, ateşkes ilan eden çete liderleri oluyor. Bob, yeniden büyük bir umutsuzluğa kapılıyor.
Peki, onu kim vurdu?
Başlıktaki soruya yeniden dönecek olursak, bunun cevabını filmde bulamadığımızı söylemek gerek. Film aslında cevaptan çok soruyla dolu. Değinilen birçok konu, aktarılan birçok olay derine inilmeden bırakılıyor. Örneğin, Marley, Seaga’nın koruması Jim Brown Coke’u saldırı gecesi evinde gördüğünü söylüyor, ancak röportajlarda bu konunun üzerine gidilmiyor. Marley’in CIA tarafından “bölücü” olarak kodlandığı ve izlemeye alındığı aktarılıyor, ancak CIA’in bu işteki rolü üzerine daha ayrıntılı sorular sorulmuyor. PNP’nin ve JLP’nin önemli isimleri belgeselde konuşturuluyor, ancak sıkıştırılmıyor.
Filmin diğer bir sıkıntılı yönü, Marley’i siyaset-üstü bir pop ikonu olarak kodlaması. İki rakip parti tarafından da kullanılmak istenen, siyasetten uzak durmak isteyen birisi olarak Bob, kaderin kurbanı oluyor filme göre.
Oysa, Marley’in şarkılarının sözlerinden içerisinden çıktığı geleneğe kadar böylesi bir apolitik durumdan bahsetmek abes. Rastafaryanlar, Küba Devrimi’ne destek vermişlerdir örneğin. Devrimden sonra Küba’ya olan sempatileri daha da büyümüştür. Çünkü Küba, Afrika ülkelerinin bağımsızlık mücadelesine doğrudan destek veren bir ülkedir.
1979’da gerçekleşen Grenada Devrimi’nde, diktatör Eric Gairy’yi deviren gerillaların arasında da 400’den fazla Rastafaryan vardır. Aynı dönemlerde Guyana hükümeti, radyolarda reggae çalınmasını yasaklayan bir karar alır. Çünkü reggae baskıya, sömürüye karşı güçlü bir ses olarak yaygınlaşmaktadır. Marley de, umudunu kaybettiği, kanserle mücadele ettiği bir dönemde Zimbabve’nin bağımsızlık kutlamalarına katılır. Bütün politikacılardan, askeri liderlerden daha büyük bir ilgi görür.
Marley, tam da Jamaika’ya ve Afrika ülkelerine emperyalistler tarafından dayatılan yoksulluğa ve bunun üzerinden yükselen siyaset tarzına karşı mücadele etmiştir. Bunun kökenlerini sömürgecilikte, köleleştirilen atalarında çok iyi görmektedir. Marley’in bir arkadaşının filmin sonuna doğru dediği gibi “Bob’un şarkıları bütün direnişlerde yankılanacaktır”. Ancak bu direnişler, yönetmenin göstermeyi tercih ettiği gibi Berlin Duvarı’nın yıkılması ya da Tiananmen’den ziyade, Marley’in kardeşlerini köleleştiren güçleri korkutan direnişler olacaktır. Marley’in şahsiyetinden rahatsız olup, onu öldürmek isteyenler de tam olarak bu güçlerdir.
(İki öneri: Marley’in hayatını etraflı bir şekilde anlatan bir belgesel için: Marley, Kevin Macdonald, 2012 ve Rastafaryanizm hakkında birçok şey öğrenebileceğimiz, Snoop Dog’un Snoop Lion’laşma sürecini anlatan: Reincarnated, Andy Capper, 2012.)
CHP’nin boykot kararını iktidarın sözünü güçlendirmeme hamlesi olarak da okuyabiliriz. Geç kalınmış bir karar olsa da, bu davet boykotunun CHP’lileri aşan bir kapsama erişmesi, CNN Türk’ün medya alanındaki temel işlevini faş eden ve bunu kadükleştiren bir etki yaratacaktır
Sanırım, Şehir Üniversitesi’ne ve ardından BİSAV’a bu şekilde el konulması, AKP’nin "kültürel iktidar olamadık" yakınmasının ardında herhangi bir kültür politikasının olmadığını herkese açık şekilde göstermiştir
Bu programlarda birçok şeyin olduğunu, ancak tartışmanın olmadığını söyleyebiliriz. Ülkenin mevcut vaziyetinde bu programların işlevi, kamuoyunu ilgilendiren meselelerin gerçekten tartışılması değil, iktidarı ilgilendiren meselelerin ne kadar hayati veya doğal olduğunun kanıksatılması