"Televizyon evreninde toplumsal aktörler önemli, özgür, bağımsız görünseler de -hatta bazen muhteşem bir haleyle çevrildikleri düşünülse bile- aynı zamanda tanımlamamız gereken bir zorunluluğun, gün ışığına çıkarmamız gereken bir yapının kuklalarıdır."
Pierre Bourdieu
Alıştık artık. Üç büyük haber kanalının tartışma programlarında hep aynı isimler, hiçbirisinin uzmanı olmadıkları, birbirinden alakasız onlarca konuda saatlerce konuşuyor. İktidar yandaşları ve muhalifler karşı karşıya oturtuluyor, konu ne olursa olsun bilindik ezberler sıralanıyor. Bu programlarda iktidarı temsil eden isimler ya siyasi olarak sıradan bir adım çıktıklarında ya da kendilerine olan güven azaldığında listeden siliniyor. SETA'nın hazırladığı söylenen listede isimleri yer alanlar, ister gazeteci olsun, isterse rektör, telefon çalar da davet edilirler diye hazır olda bekliyor. Kendilerine kalan sınırlı zamanda ise üniversite yönetmeye çalışıyor. (Perinçek ve hempalarının da bu listeye dahil edildiğini gözden kaçırmamak gerek).
Bu kadar sık ekranda görünür olmalarının nedeni, bu insanların sözlerinin bir kıymetinin olması ya da iktidarın bu insanların fikirlerini önemsemesi değil. Görevleri sadece Saray'da üretilen argümanları tekrar etmek. Zaten "tartışma"lar izlendiğinde, emredilmiş fikirlerin bu tartışmacıların konuşmalarını ne kadar kısırlaştırdığı da fark ediliyor. Bu insanlar için üç buçuk saat o sıkıcı ortamda bulunmalarının karşılığı bir kanaat önderi olarak ün yapmak değil. Bekledikleri de bu değil. Bu görevin karşılığını her biri başka bir alanda, başka bir şekilde fersah fersah alıyor.
Çok daha önceye dayanan geçmişleri olsa da, bu programların bu kadar standartlaşması ve önem kazanması 2010'lu yıllar ile birlikte oldu. Yıllar içinde bu tartışma formatı televizyon haber kanallarını ele geçirdi. AKP etkisinden bağımsız kurulan kanallar bile hemen formatı kopyalayarak kendi tartışma programlarını yayına soktu. Bu format, zamanla, siyasi tartışmanın üslubunu da belirlemeye başladı. Karşı tarafı morartmak, lafı gediğine koymak, haddini bildirmek geçer akçe oldukça, bu programlara katılanlar fikirlerini belirtmekten çok teatral yeteneklerini geliştirmeye merak saldı. Eğlence odaklı bir mecra olarak televizyon da bunu teşvik ederken, sosyal medya çağının hakim "tartışma" kültürü de ilgisini buraya vermeye başladı.
Oysa bu programlarda birçok şeyin olduğunu, ancak tartışmanın olmadığını söyleyebiliriz. Ülkenin mevcut vaziyetinde bu programların işlevi, kamuoyunu ilgilendiren meselelerin gerçekten tartışılması değil, iktidarı ilgilendiren meselelerin ne kadar hayati veya doğal olduğunun kanıksatılması. Muhaliflerin bu programlara çıkıp iktidarın faaliyetlerini eleştirmesi de bu durumu değiştirmiyor. Bir yapı olarak tartışma programları, üzerine konuşulan konuların, maddi gücü elinde tutanın lehine işlenmesini, gündem haline getirilmesini ve meşrulaştırılmasını sağlıyor. Tartışma olarak izlediğimiz bu gösteriyi, politik olarak yakın olduğumuz katılımcılar gözünden izlesek, "bizimkilerin" karşı tarafa attığı gollerde heyecanlansak da program sonunda ortaya çıkan genel mesaj her şeyin olduğu gibi devam edeceğini müjdeliyor sadece.
Bunun yanı sıra, bu programların söylem sınırları katı bir şekilde en baştan çiziliyor. Söylenebilecek olanların kestirilebildiği, söylenemeyecek olanların zihnin arka taraflarına gönderildiği bir kurgudan bahsedebiliriz. Söylenemeyecek olanları heyecana gelip ağzından kaçıranlar ise, sayısız örneğini gördüğümüz gibi, ekranlardan aforoz ediliyor. Ya bir daha asla davet edilmiyor ya da kendisine çekidüzen vermesi için tanınan sürenin sonunda yeniden şanslı azınlığa dahil oluyor. Bu birinci çember.
İkinci çember ise genel olarak gazetecilik alanında var olabilmenin şartlarından oluşuyor. En muhalifinden en yandaşına kadar bütün tartışmacılar, belli bir alan içerisinde, bazı ortaklıklar ile nefes alabiliyor. Bourdieu'nun söylediği gibi "diğer alanlar gibi gazetecilik alanı da, konum ve fikir farklılıklarının ötesinde, ortak varsayımlar ve inanç birliğine dayanır. Belirli bir düşünce kategorisi sisteminde işleyen bu varsayımlar, konuşulan dille belirli bir ilişki içindedir ve 'televizyonda tutar' gibi bir ifadenin çağrıştırdığı şeylerde de görülebilir" (Televizyon Üzerine, çev. Alper Bakım, Sel Yay., 2019). Oyunda kalmak, ancak belirlenen (ve sürekli güncellenen) kurallara uyum sağlamakla mümkün oluyor. Oyundaki muhalif rolü de bu kurallara sıkı sıkıya bağlı tabii ki.
Medya alanının yüzde 90'ından fazlasını ele geçiren AKP için bu programlar "bakın karşıtlarımızın da kendilerini ifade edebilmelerini sağlıyoruz" mesajı verebilmesini sağlayan oldukça güvenli araçlar. İktidarın belirlediği ve tartışmacıların içerisinde gezindiği sınırlar, bir süre sonra bu insanlar tarafından, kendi sınırları olarak da benimseniyor ve gazetecilik yapmanın yol yordamını belirleyebilmek, havuza sürekli yeni bir gazete ve televizyon atmaktan daha yararlı bir hale geliyor. Bu durumda, Bourdieu'nun bize yaptığı şu uyarıyı kulağımıza küpe yapmalı, eleştirel bakışı kimseden beklemeden, kendi zihnimizde inşa etmeliyiz:
"Bugün şu ya da bu gazeteciler arasında sıklıkla meydana gelen tartışmayı anlayabilmek için, bu insanların gazetecilik uzamında temsil ettikleri basın organlarının konumunu ve onların bu organlar içindeki konumunu dikkate almak gerekir."