29 Mayıs 2010

Uyumayan Güzel

Halklarını seven ve koruyan, yaşamın tadını birlikte çıkaran, mutlu bir Kral ve Kraliçe varmış...

Bir varmış, bir yokmuş...
Halklarını seven ve koruyan, yaşamın tadını birlikte çıkaran, mutlu bir Kral ve Kraliçe varmış. Tek dilekleri, mutluluklarını tamamlayacak bir çocukları olmasıymış. Sevmişler birbirlerini çok, sevişmişler tutkuyla, istekle; korunmamışlar doğadan, ama çocukları olmamış.
Büyücülerin, falcıların, lokman hekim formülleriyle alternatif tıbbın temelini atanların kapılarını çalmışlar; iksirler, ilaçlar, çiçek tozlarından şerbetler denemişler, tutmamış.
Ne zaman ki vazgeçmişler; birbirlerinin ailesi olmaktan mutlu olan; halklarını çocukları kılmakla yetinen bir çift olmaya karar vermişler; o zaman Kraliçe hamile kalmış.
Öyle buğuludur bazen hayat; dilediğimiz bir şeyleri kendisine ilettikten sonra, hem kabullenmiş, hem sabırlı, öylece beklememizi ister...
***
Kraliçe pek pembe, pek minik, pek yumuk bir kız çocuğu doğurunca, günler boyunca coşkulu şenlikler, kutlama yemekleri düzenlenmiş sokaklarda; adil kralla kraliçeyi pek seven halkları onlar adına çok, çok sevinmiş. Minik ülkenin dört yanında sabahlara dek susmamış neşeli ezgiler.
Sarayda düzenlenen ziyafete de, ülkenin 7 perisi birden davet edilmiş. Öyle masallarda anlatıldığı gibi, 6 altın tabağı var diye, 1 periyi çağırmayacak kadar çare üretemeyen bir kral olabileceğine çocuklar inanmazmış ki!
Çağrıya, perilerin altısı, iyilik dolu yürekleri, sevgi dolu duygularıyla gelirken, bir tanesi doğasından gelen kötücül kıskançlıkla beslenmiş, nazarı bol bakışlarıyla teşrif etmiş.
Öyle ağuludur bazen hayat; iyiliğin kötülük içinde aynalanacağını bilir, ikisini birden görelim ki, birbirlerinden ayırabilelim ister...
***
Önce davetliler, sonra periler, sırayla minik bebeğe armağanlarını vermişler. Çoğu, tulum, patik, altın gibi alışıldık armağanlarla yetinirken, perilerin armağanları farklıymış elbet...
Birinci peri, “Akıl dilerim” demiş. “Akıllı bir kadın akıllı bir hayat kurar elindekilerden...”
İkinci peri, “Güzellik dilerim” demiş. “Sadece iç güzellik önemli diyenler, her şeyin bileşkelerden örülü olduğunu kaçırmaya yazgılıdır...”
Üçüncü peri, “Mizah anlayışı dilerim” demiş. “Gerektiğinde hayatla ve kendileriyle dalga geçmeyi bilmeyenler, eksik yaşar...”
Dördüncü peri, “Mutluluk dilerim” demiş, “Özüyle barışık, mutlu olan insanlar, yaşamın kaçınılmaz zor zamanlarını daha kolay atlatırlar...”
Beşinci peri, “Sağlık dilerim” demiş, “Yitirilmeden değeri anlaşılmasa da, en değerli varlığımızdır aslında...”
Altıncı peri, “Vefa ve şükran dolu olmasını dilerim” demiş, “Geçmişlerinin parçalarına vefa, sahip olduklarına şükran duymayan insanlar, gün gelir hem başkalarını, hem kendi canlarını acıtırlar...”
Sabrı zorlanan Yedinci peri sesini yükseltmiş , “Oooffff sıkıldım bu bitmek bilmeyen pembe dileklerinizden! Farkındalık ve kaygı diliyorum prensese. Dengesi kaçtığında çok yıkıcı olabilen bir duygudur. Ama madem onu bunca özellikle donattınız, donattınız da Huzur ve Sağduyu’yu geride bıraktınız, altından kalkacaktır”.
Herkesi şöyle bir süzmüş mağrur bir üstencilikle, kraliçeyi başıyla hafifçe selamlamış ve gitmiş.
***
Yıllar yılları kovalamış; prenses, onu çok seven annesiyle babası, saray bahçelerinin gizemli oyunları arasında, tüm perilerin güzel dilekleriyle bezenmiş, mutlu, sağlıklı, komik, cin gibi akıllı bir tatlı çocuk olarak büyümüş; etkileyici bir genç kıza dönüşmüş.
Ancak, küçükken de, büyürken de, herkesi ve her şeyi merak etmekten; kendisi, ailesi ve başkaları için durmaksızın kaygılanmaktan, kendini bir türlü alamazmış. Düşüncelere dala dala yatakta döner, bir türlü rahat uykulara dalamazmış.
Prenses zeki, iyi yürekli ve yardımsevermiş ama, hiç uyku uyuyamadığından olacak, biraz da huysuzmuş! Annesi kızının güzel gözlerinin altındaki mor lekelere bakıp dertlenirmiş..."Ah gülbeşeker kızım, biz yanındayız, saray bahçelerinin hepsi oyun parkın, dilediğin tüm arkadaşların gelip gidiyor, güzelsin, akıllısın, mutlusun. Neden huysuzlanır, neden bir türlü uyuyamazsın?" diye, derin derin iç çekermiş...
Yedinci periyi nefretle suçlayacak olur, kızına kin duygusunu öğretmemek adına, lal olup susarmış.
Bilirmiş ki, iyilik kadar, kötülük de kolayca öğrenilir.
Bilirmiş ki, korku, nefret ve kini öğrenen çocuklar hem dünyaya, hem kendilerine zarar verir.
Bilirmiş ki, hele de çocukların yanında, boğaz dokuz boğumdur; dokuz düşünüp bir söylemeli...
Kız uykusuz sabahlara kalkar, tek başına, kaçarcasına saraydan çıkıp uçsuz bucaksız bahçelerde gizlenirmiş...
Orada tek başına oturur, dünyayı, Kaf Dağı'nın ardını, kış mevsiminde kuşların nereye uçtuğunu, yıldızların güneş doğunca nereye gittiğini, çiçeklerin birbirleriyle nasıl anlaştığını, annesiyle babasına bir şey olursa yokluklarıyla nasıl başa çıkacağını düşünürmüş...
Aşkın nasıl bir şey olduğunu, can acıtıp acıtmadığını sorgularmış. Dostluğun koşulsuz olup olmadığını, dostlarının hep yanında olup olmayacağını merak edermiş.
Düşündükçe cevaplayamadığı sorularla aklı iyice karışır, uykuları iyice kaçarmış...Gece bu düşünceler arasında en çok birkaç saat uyuyakalır, ama huzursuz uykusunda düşler olmadığı için, hiç dinlenemeden yeni güne uyanırmış...
Kraliçe ile kral, dostlarına, perilere, büyücülere danışır; ilaçlar, iksirler, şerbetlerle, masallarla kızlarını en çok birkaç saat uyutmayı başarır, ama huzurlu uykuları bir türlü sağlayamazlarmış.
***
Günlerden bir gün, saraya uzak ülkelerden bir adam gelmiş. Prensesi bahçedeki ırmağın hemen yanında, ayaklarını suya sokmuş, dalgın ve düşünceli, nilüferlere bakar; güzeller güzeli mor gözlerinden uyku akar halde görünce, içi erimiş. Konuşmaya başlamışlar.
Konuştukça, birbirlerinin sohbetinden ne kadar keyif aldıklarını, birlikte gülebildikleri ne çok şey olduğunu görmüşler.
Herkesin gördüğü, adamın yakışıklı, güler yüzlü ve sıcakkanlı olduğuymuş. Herkesin anlayamadığıysa, akıllı, bilge ve aşka susuz olduğu...
Prenses, gördüğünü beğenmiş, anladığına aşık olmuş.
Prenses, uzun uzun anlatmış öyküsünü, adam uzun uzun anlamış.
Kız bir bir sormuş aklındakileri, adam bildiğince anlatmış. Duyarlı farkındalıkların yıpratıcı yüzüne en güzel merhemin paylaşım olduğunu söylemiş sonra adam; kızın elini eline almış.
Gerçekte hiçbir değişim, için için sindirip içselleştirmeden tamam olmaz ya, bu masalda da olmamış.
Doğal akışında zamanın, yavaş yavaş ve yürekten paylaşarak, kız huzuru tanımış, adamsa tanımadığı yeni farkındalıkları...
***
Gökten peri tozları düşmüş; biraz anlatana, biraz okuyana...
Pırıltılı Cumartesiler dilerim!

Yazarın Diğer Yazıları

Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor

Kral Çıplak!

Bir varmış, bir yokmuş. Dört mevsimin birden yaşandığı cennet bir diyarda çelişki her şeyden çokmuş...

Seks Köleliği ve Grinin Ellibirinci Tonu

Türkiye medyasının en libidosuna kuvvet kalemlerinin “ay bayıldım!” çektiği...

"
"