Bu kaset bommmba!
Son derece abesle iştigal tartışmalara el veren, “evde çekilirse özel, otelde çekilirse değil, resmi nikahlı eşinle olursa özel, metresinle değil, komşunun köpeği görürse özel, kasabın kedisi duyduysa değil” boyutuna varmış, akıllara seza saçmalamalarla meydanlarda karşılıklı atıp tutulan seks kasetlerinden farklı.
Bu kaset buram buram kara komedi. İçinde yok yok.
Nasreddin Hoca fıkralarını andırırcasına doğuran kentler var örneğin. Yönetmen bu çılgınlığı bile düşünmüş!
Milyonlarca öğrenciye nanik yaparcasına cart diye kestirilip atılan soruşturmalar var. Ayyuka çıkmış şifre tartışmaları, şifreyi önce reddedip, sonra (sehven) kabul edip, sonra yine reddeden; bu esnada cümle alemi açıklamalarıyla tatmin eden, müstehzi gülüşlü bir Öğrenci Sehven Yerleştirme Merkezi Başkanı var ki, anlatmakla olmaz, illa izlemeniz gerek!
Bir sahnede, başkanın eleştirilmek, istifa etmek bir yana, bir de elinin öpülesi olduğuna kanaat getiren Yüksek Öpücük Kurumu Başkanı’nın açıklamalarıyla dumura uğramış bir öğrenci resmedilmiş ki, ay vallahi öldüm gülmekten. Zavallım, gülsün mü, ağlasın mı, öpsün mü, üzülsün mü, öylece kalakalmış. Geçer canım... Hem devlet büyüklerinden iyi mi bilecek kerata, şifre yok dedilerse yoktur. Öyle şaşkın, yıkık kalana kadar, daha çok çalışsaydı.
Çirkin teknoloji ürünü, her türlü ahlaksızlığa gebe Facebook Macebook gibi internet sitelerinde sürteceğine, Google’da YGS’den birkaç gün önce, tesadüfe bak ki patlama yapmış olan mod medyan aramalarından yapsaydı da, adam gibi puan alsaydı.
Sonra efendim, boşta kal, abuk sabuk konularla aklını, ipsiz sapsız yürüyüşlerle caddeleri işgal et falan filan. Neymiş, özgür, sansürsüz internet için, 15 Mayıs Pazar günü saat 14:00’de, Taksim’in orta yerinde yürüyecekmiş. Pöhhh… Hem sansürsüz internet mi olur, yürüsün bakalım. Yollar yürümekle aşınmaz nasılsa.
Bizim kara komedi kasedi bu kadarla kalır mı, kalmıyor elbet.
Senaryoda Ergenekon sürecini deşifre ettiği kitabından dolayı yargılandığı davadan beraat eden, tüm duruşuyla “Şık” bir gazetecinin, inanılır gibi değil ama hala Ergenekon sanığı olarak tutukluğunun sürmekte olduğunu izliyoruz!
Çok önemli, çok acı bir sürece gebe, kronik ve devasa bir toplumsal yara düpedüz görmezden geliniyor. Birileri şehirleri kanallarla bölmek derdini, ülkenin kanla bölünmesi olasılığından daha çok önemser gibi davranıyor.
Kasedi biraz ileri sarıyorum.
Aldattığı için, terk ettiği için, dayaktan usanıp kaçtığı için, kendine biçilmiş kadere karşı geldiği için, töre için, namus için, dilim söylemeye varmıyor, bazen manyakça bir keyif için, kısacası bahanesi kendinden menkul farklı nedenlerle hunharca öldürülen binlerce kadının; fiziksel, ruhsal, cinsel, psikolojik çeşit çeşit şiddetin her türlüsünü gören, ama en azından henüz katledilmemiş milyonlarca kadının acısını, ufacık olsun dindirmeye yeter mi bilmem ama, öldürülen bu kadınlardan birinin katil kocası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılıyor.
Verilen bu cezanın caydırıcılık etkisine dair cılız bir umutla acı acı gülümserken, bir başka önemli gelişme gündeme geliyor.
Türkiye, Avrupa Konseyi’nin “Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Sözleşmesi”ni ilk ülke olarak imzalıyor. Bu sözleşmede, kadına yönelik şiddet karışılmaması gereken bir aile meselesi veya genel geçer bir sosyal sorun değil, bir insan hakkı ihlali olarak kabul ediliyor. Üstelik, imzalayan ülkeleri, caydırıcı ve cezai yaptırımlarıyla, şiddeti önlemeye ve şiddet göreni korumaya yönelik uygulamalarıyla ilgili uluslar üstü bir kontrol mekanizmasına dahil etmiş oluyor.
Gözlerim yaşlanıyor. Güldünya gülüyorum.
Kaseti izlemeye kısa bir mola veriyor, gidip bir çay demliyorum. Geri gelip koltuğa kurulup, püskevitimi çaya bandırarak izlemeye devam ediyorum.
Bursa’da, Tokat’ta oyun oynayan, minnacık çocuklar el bombaları buluyor.
Aaaa. Bu senaryoda çalıntı var! Oya Baydar’ın harika bir kitabı vardı hani; Çöplüğün Generali. Hayali, nizami, püripak bir ülkede, girilmesi yasaklanmış, boş arazilerde, çöplerde gömülüp bırakılmış bombalar, mermiler bulunmaya başlıyordu. Bu durumu fark eden bir yazar da, geçmişin izlerini sürerek, bunlarla ilgili bir roman yazıyordu. Gerisi, roman içinde roman.
Bu kadarı fazla geliyor, kasedi durduruyorum.
Elde hayata öykünen silahlar, yanaklar al al kiraz. Oysa olacak iş mi canım, senarist uçmuş biraz...!