Bir varmış, bir yokmuş.
Uzak diyarların birinde, küçük bir kız yaşarmış.
Annesinden dinlediği masalları, televizyonda gördüğü süper kahramanları
etrafta arayıp dururmuş.
Gece bahçeye mutfaktan aşırdığı ve sihrine inandığı fasülyelerden eker, her sabah coşkuyla güne uyanıp da, devin gökler ülkesindeki diyarına ulaşacak kadar uzayacağını sandığı fasülye ağacını bulamayınca boynunu düşkırıklığıyla hafifçe büker, gidip kahvaltı edermiş. Bir gün ağacı bulabileceğine dair inancını yitirmeden…
Ormanda gezerken hep aynı ağacın altında, birazdan Yedi Cüceler’in geleceği beklentisiyle uyuklar, ses seda çıkmayınca da derin düşüncelerle evine dönermiş.
Yürürken, yere bakarak Hansel ile Gretel’in saçtığı ekmek kırıntılarının izini sürer, tek bir kurabiye ev bile göremeden kendini okulun önünde buluverirmiş.
Bir yerde yangın çıksa itfaiyeyi değil, Süpermen’i bekler, çok ama çok iyi bir çocuk olursa ormanda Şirinler’i göreceğine yürekten inanırmış.
* * *
Yıllar masalları geçmiş, kız büyümüş. Büyümüş ama aklına geldikçe masal kovalamaktan yorulmamış.
Gerçi kovaladığı masalları hiç bulamamış ama, yine de hayat ona, gerçeklik üstüne biraz masal pudrası serpiştirince uykuların daha huzurlu, şarapların daha aromatik, yemeklerin daha leziz, aşkların daha güçlü, düşlerin daha renkli, her şeyin daha eğlenceli ve nice sıkıntılı anların da daha katlanılır olacağını öğretmiş.
Modern zaman plazalarında bolca bulunan maskeli cadılardan, diploması cehli almış, eşekliği baki kalmış ejderhalardan korunmanın kılıçsız yollarını öğrenmiş.
Lambadan cin çıksın diye lambayı ovması değil, çıkarsa ne dileyeceğini bilecek kadar kendini ve yaşamı tanıması gerektiğini öğrenmiş.
Dileklerini daha yavaş, ama kararlı adımlarla ve salt kendi çabasıyla gerçekleştirmeye çalışmanın keyfini görmüş.
Masallara değil, asıl, içindeki küçük kızın masallara olan sarsılmaz inancına tutunmanın hazzını fark etmiş. Sorumlu, ciddi, tutarlı, akıllı bir yetişkin olunca da esrik çocuk heyecanlarına el verebilmenin sağaltan mutluluğunu yaşamış.
Bunları cebine koyunca, duyarlılığı gelişkin, farkındalığı yüksek, alamet-i farikası heyecanları olabilen bir kadına dönüşmüş. Yaşamayı, gezmeyi, insanları, bir de yazmayı sevmiş.
* * *
Günlerden bir gün, uzaktan uzağa severek takip ettiği, saygıyla okuduğu bir gazetecinin, tamamen bağımsız bir gazete kurduğunu duymuş.
Üstelik bu gazete, kurucusunun kaleminden, daha ilk tanıtımında, “Belki masal anlattığımızı düşünenler olacaktır. Evet, T24 bizim için bir masal. Başımızı sokacak bir masal!” diye betimleniyormuş.
Okumuş, yutkunmuş, gündüz düşünde usulca lambasını ovalamış. Gülümsemiş kendi kendine. Sonra, koca bir plazanın sıkıcı katındaki, pek gerçek, pek ciddi işine dönmüş yeniden.
Takvim yaprakları birbirini kovalamış. Bir gün kadın, bu masallı gazetede, çok sayıp sevdiği değerli isimlerin yanıbaşında yazma şansı olabileceğini öğrenmiş.
Sanki, hepsi birbirinden değerli usta oyuncular arasında, daha ilk performansıyla ödül adaylığı açıklanmış mahçup bir acemi yıldızmış gibi;
Sanki, uzak bir ülkede, yeni bir kente taşınma coşkusuyla yazmaya başladığı bloguna, bir yılı aşkındır sürekli her konuda yazmıyormuş da, yıllardır kalemi eline ilk kez alıyormuş gibi;
Sanki, yetişkinliğin keskin gerçekleri içinde, yüreğini her dem, tümüyle ferah tutmayı başarmış da, ormanda Şirinler’i görüvermiş gibi;
Sanki, bu seyrüseferin hazzını şimdiden duymuş gibi heyecanlanmış.
Yazmaya başlamış...
***
Bir varmış, bir yokmuş...
Hayat, gerçeklik içinde de masalının izini sürmeyi bilenlere, gökten düşen sihirli elmalardan veriyormuş.
Hadi bakalım elmamız bol, yolumuz açık olsun!