Bir varmış, bir yokmuş.
Develer tellal iken, pireler berber iken, yüzünü doğuya mı batıya mı döneceğine asırlardır bir türlü karar verememiş bir cennet diyarda, milyonlarca çocuk yaşarmış.
Doğal dengeleriyle oynanan bol hormonlu gıdalarla büyümekten mi; diğer diyarlarda sağlığa zararlı gerekçesiyle yasaklanan yığınla katkı maddesinin üretim kotalarını, nedendir bilinmez, daha da yükselten ülkelerinde, zararlı katkılar içeren o besinleri bolca tüketmekten mi; etkisiz eğitim sistemlerinden mi; itaatı bir değer sayıp, sorgulamamayı ve susup oturmayı emreden otoriter büyüklerinden mi; abuk sabuk programlarının bolluğuyla, izleyenleri aptallaştıran televizyondan mı; yoksa yokluktan mı bilinmez; gitgide açılıp serpilen dünyaya inat, gün günden içlerine kapanır, yoksunlaşırlarmış.
Özellikle de gururlandıkları, övgüler düzdükleri, pek üzerine düştükleri bir “kutsal aile yapıları” varmış.
Halk, aile yapısına büyük değer atfeder, ama o kutsal aileler gökten zembille hooop diye inmişçesine, çekirdek aileyi kuran genç insanlardan ne anladıklarına dair, ser verip sır vermezmiş.
Birbirini tanımak ve anlamak için dünyanın en genel geçer kavramı olan flört, o diyarda günahmış, tuzakmış, ayıpmış.
Sağlıklı bir hayatın en önemli gereklerinden olan cinsellik, evlilik öncesinde, zinhar düşünülemez bir şeymiş. Daha doğrusu düşünülürmüş de, uygulanamazmış. Daha daha doğrusu, kadınlar uygulayamaz, erkekler kapalı kapılar ardında, nice uygunsuzlukla uygular ama açıkça dillendiremezmiş.
Muhafazakarlaşmakla modernleşmek arasında gidip gidip gelen, dönüp dönüp duran bu toplumun araf-çocukları, kendilerinden, başkalarından ve hayattan ne beklediklerini bile anlamadan, hızla, baş döndürücü bir hızla, büyüyemeden yaşlanıverirmiş.
Bu çocuklar, kendileri yetişkin olduklarında “çocuklarının, hem aile büyüklerine saygılı, sorumluluklarını yerine getiren, itaatkar olmalarını bekler; hem de özgüvenli, kendi hakkını savunabilen, bağımsız düşünüp karar verebilen, yüksek öğretim gören gençler olarak yetişmelerini ister” *, diğer yandan geleneksel kadın rollerine yatkın, flörte ve tabii ki tabular tabusu cinselliğe bütünüyle karşı dururlarmış. (* Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması sonuçları)
Arada bir koca dayağı yiyen kadının bunu sineye çekmesi ve mümkünse dışarıda çalışmak yerine, (neden üniversite eğitimi aldığını düşüne düşüne zahir?) evinde çocuk bakması gerektiğini düşünürlermiş.
Bu çocukların büyük çoğunluğu evleneceği kişiyi kendisi seçmesi gerektiğini düşünürken, aynı zamanda kız-erkek arkadaşlığına karşı olduklarını da dile getirirmiş. Kafaları biraz karışıkmış kısacası!
Yavrular büyür, sevmeden ve sevişmeden evlenir, sonra da mutsuz olurlarmış.
Tavşanlar gibi doğurur, ama çocuklarını yokluktan okutamazlarmış.
Büyüyüp devlet adamı olur, ama bekar kalırlarsa başbakanlarından azar yerlermiş.
Gelişip sanatçı olur, ama ucube eserlerini koruyamazlarmış.
Çastara çastara, tencere dibin kara, seninki hepten kara programlarla, canlı canlı televizyonlarda tanışır, talipleriyle bir çay içip evlenir, sonra öldürülesiye dayak yermiş de kadınlar, kırılan kolları yenlerinin, örselenen bedenleri ise giysilerinin içinde kalır, lal olup, tek ses edemezlermiş.
Şok şok şok, Hatice frikik verdi, Mefkure memelerini gösterdi karmaşasında, televizyondan gördüklerince el yordamıyla öğrenirmiş de cinselliği erkekler, kadınları en çok, arzu nesneleri olarak bellerlermiş.
Kutsal yuvalar özendire özenile kurulurken her yıl, bir yandan da evliliklerin %15’i kadar boşanma olurmuş.
Bir güneşli diyarmış o ülke, kutsal ailesi bir acaip türkü...
Suya, havaya, toprağa cemreler düşer, ama bahar gelemezmiş bir türlü!