14 Ağustos 2010

Hayatın Pencereleri

Geçtan, Zamane’de, Türkiye’de yaşanan süreçlere, “zamane hallerine”, uzmanlık alanı olan psikiyatri perspektifinden bakıyor.

 

  

Geçtiğimiz Çarşamba günü bir doğumgünü yazısı yazmıştım. (“İyi ki de bi doğdun, olaydan iki yazı çıkarttın” diyen can okurları tenzih ederim, konuyu farklı bir yere bağlayacağımdır!) Kutlayan herkese, güzel dileklerinize çok teşekkür ederim. Aslında “benim doğumgünümü Oya Baydar bile kutladı kıjııımm” diye edebiyatın oyun bahçelerinde hava atacaktım, sonra söylemesi ayıp “eşşek kadar” olduğumu anımsadım, Çalıkuşu’nda Kamuran’a uzaktan tebessüm eden Feride’nin tevekkülüyle gülümsedim, yerime oturdum.

 

Bir okurun, söz konusu yazıya “ne diyorsunuz allahaşkına siz, ne yer ne içersiniz?” minvalli, pek kızgın yorumu üzerine gelen nüktedan dokundurmalı şeker kutlamalara, en çok da Oya Hanım’ın yanıtına baktım. Kendi eski yazılarıma, gündeme, hayata göz attım. Dar pencereleri, at gözlüklerini, uçuş uçuş perdeli yaz akşamlarını, esrik olabilmenin dayanılmaz hafifliğini ve esnek olabilmenin tadına doyum olmaz farkındalıklarını düşündüm.

 

Yıllık izinde olduğum bugünlerde, ailemin, Bodrum’un ve denizin tadını çıkarıyor, uzun sohbetlerde paylaşım demlendiriyor, tadına doyum olmaz öğle uykuları uyuyor, yazıyor, bolca, bol-bolca da okuyorum. Muhteşem bir ilk roman, mükemmel kurgulu bir toplu şizofreni öyküsü olarak Beş Sevim Apartmanı (Mine Söğüt); okuduğum tüm kitaplarında dil ve zeka kıvraklığına yeni baştan hayran olduğum Ayfer Tunç’dan Taş-Kağıt-Makas; yıllar önce okumuş olsam da bu ara tekrar selamlaşma ihtiyacıyla yeni baştan kavuştuğum Ölü Erkek Kuşlar (İnci Aral), son haftamı, daha geniş perspektifte de yaşamımı güzelleştiren öğeler içinde yerlerini aldılar.

 

Son okuduğum kitap ise, hem edebi, hem de edebiyat dışı kitaplarına bayıldığım, Irvin Yalom ile birlikte kişisel kitaplığımda türünün en değerlilerinden olan kitapları, psikiyatri, psikoloji ve psikoterapi konusundaki çok değerli bilgi, deneyim ve görüşleriyle, Profesör Doktor Engin Geçtan’ın, Metis Yayınları’ndan çıkan son kitabı: Zamane.

 

Geçtan, Zamane’de, Türkiye’de yaşanan süreçlere, “zamane hallerine”, uzmanlık alanı olan psikiyatri perspektifinden bakıyor. Alanında, elli küsur yıllık, imbikten geçirilmiş nitelikli birikimiyle , toplumun ve bireylerin değişimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor.

 

Bir tarafa toplumu, bir tarafa bireyi oturttuğu dev bir salonda, etkileşim içinde sadece toplumsal bir “giyinme” aşamasının doğallığına değil, kişiye, yaşama ve varoluşa dair farklı süreçlerde gündemi “soyunma”, özerk düşünme ihtiyacına da değiniyor.

 

Geçtan’ın, toplumsal bilinci “giyinmek” noktasında, deneyim ve görüşleri açık;

 

Çağdaş bir insan için politik tavır kimliğinin doğal bir boyutudur. Bu boyutun oluşumu ketlendiğinde politik inançların yerini, yarattığı regresyondan ötürü, körü körüne bir kitlesel fanatizm alabilir. Sözünü ettiğim “kimlik geçişmesi sendromu”nun, yani kimlik boşluğunun bir ideoloji ya da inanç sistemiyle giderilmeye çalışmasının içeriği, 1980 sonrasında farklı alanlara yönelerek varlığını sürdürmekte. Toplumun bir kesimi İslami inançlarını ideolojik boyuta taşırken, bir diğer kesimi aynı boşluğu milliyetçi görüşlerle dengelemeye çalıştı. Bir diğer kesim ise, cumhuriyetin başlangıcındaki ilkelere eskisinden daha katı ve kararlı bir biçimde tutundu. Dolayısıyla gelinen aşamada, demokrasi yolunda ilerleyişi ketleyici etkisi olan ve toplumun biz ve ötekiler şeklinde ayrılmasına neden olan kolektif bir kilitlenme söz konusu…”

 

Öte yandan, toplumsal gündemi “soyunabilmek” noktası ve toplumsal depresyonumuza, özellikle Türk aydınının katılığına dair de, çarpıcı anlatılar sunuyor;

 

Özerklik, benlik sınırlarına sahip çıkabilmeyi de tanımlar (…) Depresyonun değişmez belirtisi karamsarlıktır. Yalnızca bunu göz önünde bulundurduğumuzda, depresyon olgusunun toplumumuzda ne denli yaygın olduğu anlaşılabilir (…) Kimi insanlarda entelekt de karamsarlığı yayma amacıyla kullanılır ve entelekte ağırlık veren bazı kişilerde zaman zaman görülebilen narsisistik şişmelerin de katılımıyla yaşamın yalın özü küçümsenir.”

 

Kitabı bitirdim, cır cır böceği ve dalga sesi efektli düşünmelere daldım. Yaşamın yalın özünü, hayatın, kara perdelerle örtülemez denli umutlara açık, devinimli, esintili, çeşitli pencerelerini düşündüm. Gündemi, hayatı, kişisel hayatı her dem gündemle sabitleyenlerin muhtemel yalnızlığını da…

 

Her şey için ve her şeye rağmen, “aydınlık yarınlar” dileğime gölge düşürsün diye değil, perçinlesin, evrene salsın diye, bugünüme şükrettim.

Yazarın Diğer Yazıları

Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor

Kral Çıplak!

Bir varmış, bir yokmuş. Dört mevsimin birden yaşandığı cennet bir diyarda çelişki her şeyden çokmuş...

Seks Köleliği ve Grinin Ellibirinci Tonu

Türkiye medyasının en libidosuna kuvvet kalemlerinin “ay bayıldım!” çektiği...

"
"