Sabahlardan bir sabah, 30’lu yaşlarında bir kadın, çalar saatin alarmıyla uyandı. Eşini uğurladıktan sonra ayaküstü kahvaltı etti, hızlıca hazırlandı. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yol ile boğuşarak işyerine gitti. Sabah kahvesini içerken gazetelere göz gezdirdi. Günün koşuşturmalı temposunda, toplantılar, telefon görüşmeleri ve e-postalar arasında, akşam programı için eşiyle ve dostlarla haberleşti. Yeni açılan bir kafede iş çıkışı buluştular. Biraz mey bolca lezzet arasında, bir dolu farklı şey konuştular. Akşam geceye karışırken eve dönüp, uykuya kavuştular.
Makinist keees! Filmi geri sar.
Gündemin saçmalıklarına şaşırmış olma yetimizi topluca yitirişimizden kelli, herkes inceden terelelli.
En “normal” günde bile, anlatacak bir dolu şeyimiz var.
Sabahlardan bir sabah, 30’lu yaşlarında bir kadın, çalar saatin alarmından hemen önce uyandı. (Kendini bildi bileli onu hiç yanıltmayan iç saatinin sesiyle uyanması gereken saatte mutlaka kendiliğinden kalkar, yine de, tatil günlerinde bile saat kurmadan uyuyamazdı).
Eşini işe uğurladıktan sonra, hızlıca duşa girdi. Saçlarını tararken, dişlerini fırçalarken içinden sayı saymayı ihmal etmedi. (Gündelik işlere ayırdığı zamanla özeni, sayılarla simetrik parçalara bölerdi).
Bir gece önceden seçtiği çantası ve ayakkabılarına uygun bir kıyafet beğendi, makyaj yapıp giyindi. (Aksesuarlarıyla olan gönül bağı için bir yandan kendisiyle inceden dalga geçer, diğer yandan da aksesuarı kıyafete değil, kıyafeti aksesuara uydurmaktan vazgeçemezdi).
Mutfak tezgahının yanında ayakta durup duvara bakarak kahvaltı etti. (Öğlene uzanmış haftasonu kahvaltıları dışında oturup yayılarak kahvaltı etmeyi sevmez, ayakta durup etrafa baka baka gelecek günü düşünürken, boğazından geçen simsiyah kahveyle afyonunun patlamasını beklerdi).
İşyerine gitti. Sabah kahvesini içerken gazetelere göz gezdirdi.
Gündemin tüm köşelerini tutan bunca saçmalık içinde, artık hiçbir şeye şaşırmaz olmaktan dertlendi. Son zamanlarda gazete okumak keyif olmaktan çıkmış, habire su katılan bol baharatlı bir yemeğin kekremsi tadını almıştı. İçi bulandı.
Toplantılar, telefon görüşmeleri ve e-postalar ile vakit geçirdi. Onca işin gücün arasında, vazgeçemediği bir alışkanlıkla, insanların özel ve kurumsal yazışmalarından, abuk bir anlatım bozukluğu ya da özensizce yapılmış bir yazım yanlışından, türlü çeşitli karakter tahlilleri yaptı. (Doğruya doğru, geçmiş sevda öyküleri içinde, telefon mesajlarında de’leri da’ları ayırmaktan aciz diye, “kitap okumuyordur bu” çıkarsaması yaptığı için terk etmiş olduğu bir tanesi de vardı!)
İş çıkışı, yeni açılan bir kafede eşiyle ve dostlarıyla buluştular. Biraz mey bolca lezzet arasında, filmlerden, tatil planlarından, gündeliğin ayrıntılarından konuştular.
Alacalı gündemin, en beklenmedik insanlarda bile yaratır göründüğü fikir ayrılıklarında boğulmamak adına, “hassas” konulardan özenle uzak durdular.
Akşam geceye karışırken eve dönüp uykuya, belleğin uykuda temize çekilmiş huzuruna kavuştular...
***
Yitik Ülke Yayınları’nın, çok ses getiren 80’lerde Çocuk Olmak ve 90’lar kitaplarının ardından, acayip alışkanlıklarımıza dair çok yazarlı yeni projesi yolda. Kitap için kendi parçamı yazarken, bu yazı araya giriverdi.
Normal’in sınırlarında, toplu cinnetin kıyılarında gezindiğimiz zamanlara bakınca, benzer saçmalamalar biraz olsun tanıdık gelmedi mi?