Günlerdir kül bulutuyla yatıp kalkıyoruz.
Amsterdam’a haftasonu için gelen arkadaşlarımız doğallıkla dönemediler, bizde kalıyorlar. Arkadaşım ünlü bir isim, onbinlerce twitter takipçisi var. Kızcağız “Amsterdam’da mahsur kaldık” diye tweet’leyince yağan yanıtların içinde, “Vah vaah. Sanırsın ki Karaçi’de mahsur kalmış” diyen hasetliklerden tut, gurbetçi kardeşlerden gelen, “Bize misafir olsana” teklifsizliğine kadar bir skalada öyle garabet tepkiler vardı ki, anlatılır gibi değil.
Bu arada keyfimiz gayet yerinde, Hollanda kazan biz kepçe, güzel güzel geziyoruz ama, THY çağrı merkeziyle de sürekli halvet halindeyiz. Volkanik küllerden kaynaklanan uçuş iptallerinin, şirketleri 11 Eylül'den bile daha olumsuz etkileyebileceği yönünde uyarılar yapılıyor.
Havaalanı geliş gidişlerinde yardımına başvurduğumuz bir şoför arkadaş, bırakmış işi gücü, 7 kişilik minibüsünü acil dönüş ihtiyacı olanların hizmetine sokarak, 2000 Euro karşılığında, 24 saatte Türkiye’ye taşımak üzere yola çıkıyor.
Arkadaşlarımız Türkiye’ye ne zaman uçabilecekler bilmiyoruz. Yine de Amsterdam’ın çeşitli otellerinin önünde gördüğüm, oda yokluğundan, elinde bavullar ile mutsuz çehreli insanlara, ya da, merkez tren garındaki, daha önce tanık olmadığım yoğunluğa bakınca, durumları harika; başımızın üzerinde yerleri var.
Bu süreçte Erciyes, Hasan, Ağrı, Süphan, Nemrut gibi güzide yanardağlarımıza, “hem akmıyor kokmuyor, hem de ufacık tefecik, içi dolu turşucuk ismiyle ne de rahat söyleniyor” diye güzelleme yapılabilir.
Zira Avrupa’yı Avrupa’lıktan bezdiren, günlerdir global hava trafiğine yaptığı eziyetle kalmayıp, havayolu şirketlerine de milyonlarca dolarlık fatura çıkaran yanardağ patlaması, İzlanda’nın Eyjafjallajökull Dağı’nda gerçekleşti.
Seyreyleyin haberlerdeki şenliği! Yepyeni bir “çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız” nesli doğuverdi.
Dağ dağ olalı böyle bir şöhret görmemiş, en son faaliyet gösterdiği 1821-1823 yıllarından bu yana sükunetle gününü beklemiş ve bommm! Sonra? Sonrası sağlık. Herkes dağdan bahsediyor ama ismini söylemeye cesaret edebilen yok. Ancak “kül bulutu” işte...
Oysa doğal afetlerden söz ederken nedense bir kankalık, bir saçma isim koyma ve öyle başlık atma hali hasıl olur gazetelerde, bilirsiniz. “Katrina California’yla Flört Ediyor”, “Gustav Son Hızla Yolda!” türevi, insana “elin kasırgasıyla bu ne samimiyet kardeşim?” dedirten başlıklar atılır. Bu seferkinde böylesine bir samimiyet oldukça zor.
İster misiniz, Türkiye’ye doğru son hızla yolda olan kül bulutuna da bizimkiler taksın bir isim?! Gözümü kapatınca gazeteleri görebiliyorum. Resimde Istanbul Boğazı, tepesinde kara bulutlar, yukarıda başlık: “Volkan Fatih, Istanbul’u Fethetti”...Allahım, aklımızı koru!
Drama sever bünyelerimize, medyanın bol sloganlı başlıkları nasıl da iyi geliyor. “Volkanik Esaret”, “Gri Tehlike” türevi, aman yarabbim ne kadar edebisin Necmiii başlıklar, anlaşılmaz bir psikolojiyle, edebiyat yoksunu bünyelerde aspirin etkisi yapıyor.
Bir konu gündemde birazcık tutulmaya görsün, aklınıza gelebilecek her türlü haber, üretilebilecek her türlü başlık ile ilişkilendiriliyor. Bu sloganlar tarlasında, kişiselleştirme deliliğimizin, içselleştirme özrümüzle nasıl da çakışık olduğunun hiç ayrımına varamıyoruz.
Derinlemesine incelemek, bilimsel bilgilerle desteklemek, akılcı tartışmayla çok yönlü biçimde aktarmak yerine, şablonlaştırılmış; basite indirgenmiş; vaka-i adiye biçimde sloganlaştırılmış olgular, her şey gibi, yeterince yer edinemiyor balık hafızalarımızda. Çabucak unutup, gidiyoruz dolu dizgin.
Dönüp de geriye bakmıyoruz bile, birkaç zaman öncenin gündemlerine. Arşiv denen kavramdan bihaber, ancak günü kurtarmaya yeten bellekler yarattılar sonunda, sonumuz hayrolsun.
Sözlüye kaldırsan şimdi birini, birimizi...
Domuz Gribi ile yatıp kalkıyorduk, aşılar vardı ama önerilmiyordu, noldu, bitti mi?
Bilmem. Onu yazmadılar. Unuttum.
Kuş Gribi müthiş bir tatavayla yazıldı, millet kümesindeki mahlukatı boğazladı, ilacı mı bulundu, o cenahta ne var?
Bilmem, ne zamandır bir şey duymadım.
Açılım açılım diye sayıklıyorduk hani. Kürt, Ermeni açılımına; Filistin-İsrail arabuluculuğuna ne oldu birden?
Bilmem, başbakan sanatçılarla hoşbeş börek yiyordu en son, sonrasını hatırlamıyorum.
Aferin. Otur, sıfır!
Galiba demokratik açılımı aştık, meme bacak açılımı gibi müptezel başlıklara savrulduk yeniden. Böyle böyle, kişisel belleksizliklerimizden, toplumsal belleksizliklerimize giden yolda, mışıl mışıl uyuyoruz. Sınırlı bellek kapasitemiz giderek daha da daralıyor. Toplumsal unutmalar, uyumak/uyanmak doğallığına koşut, uyurgezer yaşamak hattındaki duvarları nasıl da inceden kiremitlerle örüyor...
Belleğimizin girift dehlizlerinde kaybolup gidiveren onlarca gündem maddesi gibi, bugünlerde zihnimizi kurcalayan kül bulutları da yavaşça eriyip gidecekler.
Gitmesine gidecekler de, siz de mi bu vurdumduymaz uyurgezerlikten kaygılısınız benim gibi?
O zaman bir süre için de olsa içimizi serinletip, duygularımızı ısıtacak yeni bir masal yaratalım. Gelecek sefere...