Slogan düşkünü bazı yurdum medyasının yardımları da sağolsun, bir eksen kayması tartışmasının tam göbeğindeyiz. Global ekonomik krizle ilgili “teğeti ha geçtik ha geçicez” derdine düşmüşken, şimdi de “tut ucundan tut, eksen kayıyor” galeyanı ile yatıp kalkıyoruz!
Ben geçtiğimiz haftayı iş gereği Türkiye’de geçirip, 3 ayrı şehirde 16 toplantı yapınca; aylardan beri yaz ve güneş özlemiyle beyazlayan ruhum, Istanbul’da sel, Ankara’da tufan ile karşılaşıp, şansıma yanınca; gelip de dağlar gibi birikmiş işlere ve gündem maddelerine bakakalıp, dosyalar ardında feleğim şaşınca; 2010 Dünya Kupası ile birlikte topyekün lügatımıza giren, koca koca devlet başkanlarına yasaklar koyduran yaygaracı enstrüman Vuvuzela’yı, sanki birileri kulağıma kulağıma üflüyormuş da, beynim çıın çııın çınlıyormuş gibi hissettim.
Sadece ana gündem maddeleri değil, farklı haber ve tartışmalar da dikkate değer nitelikte. Öyle ki aziz okurlar, kanımca etrafta eksen meksen kalmadı; dönüyor, dolanıyor, içlendikçe bulanıyoruz! Neler var neler...
Cübbeli Ahmet Hoca, Eric Clapton ve Saz Ekibi
13 Haziran günü, Abdi İpekçi Spor Salonu’nda toplanan 15 bin kişi, Cüppeli Ahmet Hoca’nın vaazını dinlemiş. Ben haberlere bakarken denk geldim, hoca, Fethullah Gülen’i şuursuzlukla suçlar, solcuları Allah’ın affetmesini diler, 28 Şubat sonrası “ümmetçek üzerimize örtülen ölü toprağını Mavi Marmara ile attığımızı” avaz avaz savunurken, salondaki çarşaflı kadınlardan bir tanesi içi yırtılırmışçasına bir çığlıkla histeri krizine girdi ki, vallaki Lost’da kara duman milleti tarumar ederken bu kadar ürkmemiştim...
Öte yanda, 13 Haziran akşamı, kadife sesli, insana gitarıyla huzur, şarkılarıyla hüzün ve coşku veren Eric Clapton’un Kuruçeşme Arena konseri vardı ki, 7 bini aşkın kişi, keyifle izlemiş konseri.
Geçen hafta kaleme aldığım Seks ve Şehir yazısında aynen bu zıtlığı çağrıştıran, başka bir iki yönlü madalyonu anıştırmaya çalışmıştım; farklı yönde tepkiler gelmişti...
İstanbul’un iki köşesinde, aynı gün, toplanan bu kalabalıklara yeniden bakınca, slogan eksenli geçici gündemleri bir yana bırakıp, farklılıkların bir potada barışla eritilemeyecek denli aşırı uçlarda sivrilmesini görerek, derin bir kaygıyla hayıflanmamak elde mi?
Dadı Günlükleri ve Hayati Yardımı
Bazıları, benim “Amerikanyalarda” yüksek lisans yapmış halim ve 8 yıllık deneyimli uluslararası bankacı maaşımın bile üzerinde kazanan; bir yandan da, hayatı kolaylaştırmak adına, hele de çocuk bakımıyla ilgili bilgisi, zamanı ve/veya ilgisi kısıtlı aileler için vazgeçilmez olabilen çocuk bakıcılarının durumu, tartışmalı olduğu kadar, kaygan zeminler de içerir nitelikte...
“Yaşamsal” yardımcılar; dadılar, bakıcılar, aylıkçı ve gündelikçiler, adına her ne derseniz deyin, sizin için çok rahatlatıcı olabilecek hizmetleri sunmak karşılığı para alanlar; ve hatta hizmet sektöründeki herkes; taksi şoförü ya da özel şoförden, kişisel asistanlara, garsonlara, kuaförlere, bankacılara ve aklınıza gelebilecek her türlü sektöre kadar olan insanlar, sunabilecekleri yeti, bilgi ve yardımlar karşılığında sizden para alırlar.
Bu, son derece anlaşılır ve kabul gören bir ticari anlaşmadır ve iki taraflı olarak iş etiği gereği, anlaşmanın kurallarının etkinlikle yerine getirilmesi, müşteri memnuniyeti kadar çalışanın hakkını alması, bu sırada da, uzun süren ilişkiler neticesinde belli güvenlerin, alışkanlıkların ve samimi diyalogların kurulması, bunların hiçbirinin de kötüye kullanılmaması esastır.
Ancak bir de, iş etiğinden farklı olarak, insani etik boyutu mevcuttur. Bu noktada öncelikle, hizmetlerinden faydalandığınız kişiyi, her kim olursa ve ne düzeyde olursa olsun, yetileri karşılığı para ödediğiniz için “kiraladığınızı” unutmamak; onu “satın aldığınızı” düşünmemek gerekir. Oysa yaygın anlayış, ne yazık ki aksi yöndedir...
Ben, bir tüketici olarak, “paramla rezil olmaktan”, ne koşulda olursa olsun “vaat edilen” servisi alamamaktan hiç hoşlanmamakla birlikte, hiçbir zaman da, evdeki yardımcıya, kafedeki garsona, manikürcüye, mağazadaki satış görevlisine, ofisteki elemanlara teşekkürsüz, terbiyesiz, minnetsiz davranmadım. Yaşamımı kolaylaştıran herkese minnettar olmamın yanısıra ayrıca onlara karşı iltifat zenginiyimdir ki, yaşamımda bu alışkanlığın hiçbir zararını da görmedim.
Finansal hizmet sektöründe çalışan bir profesyonel olarak; bana güvenmiş ve portföyünü teslim etmiş kişilere olabildiğince etkinlikle servis vermeye çalışıyor, zamanımı ve ilgimi, ihtiyaçları ölçüsünde sonsuz vakfediyorum. Ancak sadece özel bankacılık hizmeti alabilecek ortalama üstü bir birikimi olduğu için de, kişisel yorgunluklarını benden çıkartmaya çalışan, kazancında teşekkürü bilmezken, kaybında sevimsizlikte sınır tanımayan müşterilere de çok ama çok sinirleniyorum.
İş etiği ile insani etik arasındaki ince çizgide, her zaman dengeden ve her koşulda doğru biçemin korunmasından yanayım. Yoksa olay, Sibel Arna’nın bu haftaki çok tartışılan “dadılar da yüzüp dans edermiş” şanssızlığındaki yazısına gidiyor, ve eksen meksen kalmıyor ortada!...
***
“Modern zaman köleliği” konusunda tartışmalar, Sibel Hanım’ın dadısı üzerinden sürüp giderken gözden kaçan bir başka “yok artıkkk” haber ise, bu haftasonu Istanbul’da düzenlenecek olan Efes Pilsen One Love Festival’de hizmet verecek olan “Hayati”ler.
Etkinlik maratonunu başarıyla tamamlayanların “Hayati” ile festivalin zevkini çıkaracağını söyleyen Efes Türkiye İletişim Müdürü Emre Topsakaloğlu, “Festival alanında bulunan etkinlik maratonunu başarıyla tamamlayan festivalciler için ‘Hayati’ ler alanda olacak. Maratonu başarıyla tamamlamış festivalciler ödül olarak kazandıkları biletleri sırada olan Hayati’ye verip tuvalet, yemek ve içecek sırası beklemeyecekler. Aynı bileti sahneyi izlemekte zorluk çekenler Hayati’nin omzunda konseri izleyebilmek için kullanacaklar” demiş.
Gak-guk...Eksen diyorduk?!.
Kulübün yerli Lady Gaga’sı ve Milli Damat
Boşanma davası süren, birbirlerine yapmadık suçlama bırakmayan Demet Akalın- Önder Bekensir çifti, önceki akşam biraraya gelip yaşadıkları sorunları karşılıklı konuştuktan sonra bu kararlarından vazgeçmişler.
Ben bu evliliğin arifesinde, blogumda çeşitli magazinsel haberleri kısa kısa, hatta Şenay Düdek tarzıyla yorumlamış, evliliğin hafsalam yettiğince hikayesini anlatmıştım.
Öyle ki, milli damadımız, “bir önceki eşinden ağzı yanıp yoğurdu üfleyerek yemeyi kafası bir türlü basmayan güzelleri teselli mühendisi” Önder Bekensir, Demet Akalın’dan önce ikoncan Süreyya Yalçın ile evliydi.
Süreyya Yalçın, daha önce Kerem Dürüst ile 40 gün 40 gece süren düğününün hemen ardından boşanıp, teselliyi peynir yiyerek bulmuş, Bahçıvan Peynirlieri’nin sahiplerinden Emre Bahçıvan ile nişanlanmıştı. Ancak bu nişanı da çok geçmeden, sanırım “peynir peynir nereye kadar” diyerek atmış, Önder Bekensir'de bulduğu teselliyi Ekim 2008 tarihinde nikah masasına oturarak perçinlemişti.
Tastamam o günlerde, Demet Akalın da 4 ay evli kalıp boşandığı eşi Oğuz Kayhan ile yeniden flört etmekteydi. Ben o kısmı kaçırmışım; sonraki 1 yıl içinde ne olduysa oldu, Önder Bey ile Süreyya Hanım boşandılar, Demet Hanım ile Oğuz Bey ayrıldılar, Önder Bey ile Demet Hanım tanıştılar, evlenmeye karar verdiler. Kınasını yakmak ve şahitliğini yapmak da, sosyetik hanımefendi Selin İmer’e düştü. Hani şu, Oğuz Kayhan ile boşanmalarına basında sebep gösterilen hanım...Evet evet, Demet Akalın ilk eşi Oğuz Kayhan’dan ayrılırken buna neden olarak eşine Selin İmer’den gelen mesajları göstermişti.
Şimdi, daha doğrusu şimdiden bir önce, boşanmaya karar verip karşılıklı ağır ithamlarda bulundular; ve şimdi de, boşanmaktan vazgeçmişler, yeniden deneyeceklermiş. Ne diyelim, Allah mesut etsin, bu yavrucuklara biraz hafıza, biraz da istikrar versin...
Ben kaçıyorum. Eksen meksen hak getire!
Hayaticiiiim! Huniyi, ay pardon, vuvuzelayı getirir misinn?!