Geçen yazıdaki önyargılar durağında çay molası verdiğimiz yerden devam edersek, ayrımcı medya dilinden söz etmemek olanaksız.
İçselleştirip söze döktüğümüz onca kalıp yargı dururken; üstelik göz alıcı, hüküm bildiren başlık ve cümleler ortalama okuru hep daha çok “vururken”, medya dilinin gitgide daha hoyrat ve yargılayıcı bir biçim alıyor olmasını neredeyse kanıksamıştık.
Kimse içi geçmiş jön abinin göbek yağlarını flaş flaş flaş duyurmazken, ortalık “doğumdan sonra bozulmuş vücuduyla hayranlarını üzen”, “selülitleriyle dikkat çeken” medyatik kadınlarla kaynıyordu.
Sadece muhabirlerle sayfa editörlerinin yaratıcılığına ve insafına kalmış, sansasyonel, magazinsel, abuk harf oyunlarıyla bezeli haber dili ve başlıklarında değil, pek afili, pek janjanlı köşe yazılarında, reklamlarda, seviyesi kendinden menkul televizyon sohbet programlarında da benzer biçeme rastlamak mümkündü.
“Çirkin devrimci bacılar” senin, “eline cımbız almamış feministler” benim, Hülya Avşar patentli “gay misin yoksa normal misin” gibi sorular berikinin; arada sinirlenip arada fark bile etmeyerek, bazısına la havle çekip bazısının aptallık düzeyine gülerek geçiyor, yuvarlanıp gidiyorduk.
Ne zaman ki eril egemen, ayrımcı söylemin medyadaki yapıtaşlarından Hıncal Uluç, televizyon yıldızı Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından zalim, üstelik ayrımcı bir “su yolunda kırılan su testisi” yazısı yazdı, adeta ağzına kadar dolu olan bardak taştı.
(Belki anımsarsınız, söz konusu yazıya atfen, 5 Şubat 2011 tarihinde bu köşede “Zalim Bir Gazetecinin Portresi” yer almıştı).
Ve ne zaman ki sosyal medyanın benzersiz, ferah ve birleştirici gücü, gerçekten anlamlı bir kampanyaya, Türkiye’nin dijital ortamda yeşeren ilk aktivist hareketine el verdi, Defne Devrimi’nin tohumları serpildi.
Gazeteci-yazar Vivet Kanetti öncülüğünde kurulan Defne Devrimi, medyanın yoz diline karşı çıkıyor. Medyadaki tüm ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı yaklaşımlar ortadan kalksın istiyor.
“Başka Bir Medya Hakkımız” diyerek yazdıkları manifestolarının altına Şubat ayından bugüne dek 9 bine yakın imza topladılar. Güzel emeklerinin ilk somut meyvelerinden birini de geçtiğimiz gün aldılar.
Defne Joy Foster’ın ailesinin, Hıncal Uluç hakkında açtığı manevi tazminat davası sonuçlandı; mahkeme, Uluç’un 20 bin liralık tazminat ödemesine karar verdi.
Sembolik tazminat miktarından çok daha değerlisi, belki de ilk kez, medyadaki ayrımcı örneklerden birinin cezalandırılmasıydı.
Umarım benzer davalarda emsal teşkil edecek bu olumlu karar biraz olsun caydırıcı, en azından sorgulatıcı olur.
Umarım bu güzel değişim manifestosuna imzasını koyan herkes, farklı ortam ve zamanlarda da sağlam duruşunu korur.
Umarım kimse, Defne Devrimi imzacıları arasında göğsünü gere gere poz veren Yonca Evcimik’in yaptığı gibi, birkaç ay sonra başka bir gencecik kadın sanatçının ölümünün ardından tıpatıp aynı “su testisi” açıklamasını yapıp da, bizi duyarsızlığı ve tutarsızlığıyla şaşkınlıklara gark etmez.
Bir çift renkli göz görünce fasulye gibi nimetten sayan Türk toplumunca bir şekilde adam sayılmış, ekranlarda saçmasapan açıklamalar yapmak dışında ne üretiyor olduğundan tümüyle bihaber olduğum, Doğuş denen kafası karışık zat gibi ya da; “aç kalsaydım ben de Bülent Ersoy’la aşk yaşardım” türevi, transfobik beyanlarda bulunmaz.
Umarım, tutuklu gazetecileriyle simsiyah bir lekeyi bizzat kendi alnına yapıştırmış olan bu ülkede, sağduyu kaybedildiği köşede kısa zamanda yeniden bulunur.
Umarım defne kokulu yenilik rüzgarı özümsenir ve kalıcı olur.