18 Şubat 2024

Psikolog Ayşe Kayhan: Cinsellik bizim ekmeğimiz, suyumuz; ister yerim, ister diyet yaparım

"Menopoz kadınların cinsel hayatının bittiği değil tam gaz başladığı dönem. Kuruluk dert değil, çaresi var. Vajinal kuruluk az mastürbasyondan. Ey kadınlar, bol mastürbasyon yapın, bol çalıştırın. Premenopoz teşhisi alıp evlerde hasta yatmaya gerek yok. Tam tersi; yaşasın kaygısız dönem başladı. Yani koşun, kimin üstüne koşmak istiyorsanız"

Klinik Psikolog Ayşe Kayhan yıllar evvel "Cinsellik devrimci bir alandır" dediğinde itiraf etmeliyim ki tam olarak kavrayamamıştım. Ancak yıllar geçtikçe, dijital dünya dahil olmak üzere kadın olarak yaşadığımız baskı arttıkça algım değişti ve ezber dışı sorular sormaya başladım. Neden biz kadınlar erkekler kadar rahat cinselliğimizi yüksek sesle konuşamıyorduk? Eğitimli, eğitimsiz tüm kadınlar neden aynı baskı altında hapsedildik? Annelik kutsal mı? Gönüllü çocuksuzluk neden kabul edilmiyor?

Sürekli gizli dünyalarda, kapalı kapılar arasında cinselliğimizle sıkışıp kalıyoruz. Anne kimliğimiz kutsanırken kadın kimliğimiz alçaltılıyor. Üstelik alışmış ve duyarsızlaşmış durumdayız. Artık uyanmanın zamanı geldi de geçiyor ey kadınlar.

Bu hafta çok sevdiğim ve her zaman bilgisine başvurduğum Klinik Psikolog Ayşe Kayhan ile "Cinsellik ve Kadın"ı konuştuk. Hatta ülkemizin cinsellik haritasını çıkarmaya çalıştık. İçimizden geldiği gibi sansürsüz konuştuk. Buyurun sohbetimize.

Ayşe Kayhan ve Ebru D. Dedeoğlu
Fotoğraflar: Berna Abik

- Uzun yıllardır cinsellik, evlilik, ilişkiler meselelerine kafa yorup, hepimizi aydınlatıyorsun. Dünden bugüne ne değişti? Örneğin pedofili, taciz, tecavüz arttı mı yoksa artık bilinir ve görünür mü oldu?

Her ikisi de. Son dönemlerde bu konuda konuşurken, meslek insanı olarak kendimin de, başka meslektaşlarımın da daha hassasiyetle konuşması gerektiğine inanıyorum. Çünkü hâlâ devam eden, bize bilgisi sızmayan, yardım isteyemeyen, bunu olduğu gibi kabul etmiş, içinde bulunduğu duruma teslim olmuş, travması devam eden bir sürü insan olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden biz bu konuları çok kolay halledilirmiş gibi "travma tedavi olur" şeklinde konuşmaktan kaçınıp, aslında "yardım isteme psikolojisinin" çok zor bir psikoloji olduğunu ve o paralelde açıklamalar yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

"Ailede kol kırılır yen içinde KALAMAZ"

Evet, biz ensestte, pedofilide, cinsel suçlarda yükselen bir ivme içerisindeyiz. Çünkü yaşadığımız süreçte dilimiz değişti. Daha utangaç, daha kaçıngan bir dilden daha saldırgan bir dile geçtik. Nerelerde geçtik? Kendi sokak hayatımızda geçtik, ekranlarda geçtik, basın dilinde geçtik, kitaplarda geçtik. Buna meraklarımız da neden olmuş olabilir. Buraya hiç itirazımız yok ama farkında olarak bilinçli ve bilinçdışı birtakım zeminler hazırladığımızı, onaylar verdiğimizi düşünüyorum. Ağzımıza "çocuk gelin" gibi çok tehlikeli bir tanımlamanın yapıştığını, dolayısıyla böyle rahat kullanırken aslında bir kesime onay verildiğini düşünüyorum. Bununla birlikte "ama o babası, ama o abisi, ondan zarar gelmez" zihniyetinin beslendiği yerin de tam aynı yer olduğunu düşünüyorum. Çünkü aile kavramını öyle kutsuyoruz ki, kapalı bir kutu haline getiriyoruz. Oysa aile sosyolojik bir tanımlama ve ailenin özel alanı diye bir şey yok. Ailenin içinde kaç para kazanıldığı bizi ilgilendirmez ama içinde kadınla erkeğin birbirine davranışları, o çocuğu yetiştiriliş cümleleri hem siyasal alanın, hem sosyal alanın, hem de sosyolojik ve psikolojik olarak hepimizin ilgilendiği bir alan. Bizler bir arada yaşayan canlılarız. İnsanın diğer canlılardan en önemli farkı, ölene kadar evrim geçiren, öğrenen, değişen dönüşen canlılar olması. Hepimizin birbirine onay verme, aidiyet gibi çok kıymetli bağlantıları, temasları var. O yüzden de bir aile içinde yetişen, şiddet görmüş, öfke kontrolü zayıf bir bireyin, toplumda iş arkadaşı, komşu flört vs. olmasının bağlantısından söz ediyoruz. "Ailede kol kırılır yen içinde KALAMAZ." Özel alan gayet politik bir alandır ve bizim o noktalara dair cümlelerimiz ve gerekiyorsa da yaptırımlarımız olmalı. Geleneklerin, kutsallığın arkasına sığınıp bireylerin cinsiyet kimlikleri üstünden hüküm sürme hakkımız yoktur.

- Peki Türkiye'nin seks profilini çıkarmaya çalışsak ne kadar sağlıklıyız?

Çok acemiyiz, çok utangacız. Kaçınganız. Diğer eğitim alanlarımızda olduğu gibi cinsiyet rollerinde de, sosyal tanımlamalarda da, aile içinde ergenlik isyanımızda da ket vurularak yetiştirildiğimizden meraksızız, keşfedemiyoruz. Misal, "Ben bu müziği seviyorum, size ne" diyebilen bir çocuk, kıymetli bir çocuktur. Dolayısıyla tam da o çocuğun "Sana ne, bu benim bedenim" diyebilmesinin de önünü açmamız gerekiyor. Ama şu an öyle bir şey maalesef yok.

- Ne zaman oldu ki?

O da belirsiz, ama bunu yakalamış aile yapıları var. Sağlıklı bilgiyi beraber araştıran, ulaşamadıklarında bilimsel bilginin desteğini alan aile ilişkileri var.

- Yeni jenerasyonda da aynı durum geçerli mi?

Yeni jenerasyon da iki türlü; ya çok kapalı ya da çok risk alıyor. Sınırsız risk alma potansiyelleri var. Sınırsız risk derken, toplumsal bir tehlikeden ve ahlaki bir çürümeden bahsetmiyorum. Can güvenliği ve kötüye kullanım açısından çok tehlikeli.

- Peki en sağlıklı cinsellik toplumumuzun hangi kesiminde? Ölçülebilir mi? Bu konuda bir araştırma var mı? 

Öyle bir araştırma yok ancak cinsel yolla bulaşan hastalıklar, enfeksiyonlar gibi konu başlıklarıyla, bazı derneklerin cinsel davranış modellerine dokunduğu, sorular sorduğu araştırmalar yapılıyor. Bizde ancak çıkan sonuçlardan çıkarım yapabiliyoruz.

Hatırlar mısın Ebru; otuz sene önce, Anadolu insanın belli şansları olduğunu konuşurduk. Kırsal kesimde yaşayanlar, cinselliği çocuğuyla konuşamazdı ama o çocuk, dağda bayırda, ahırda bir şekilde o buzağın nasıl olduğunu bildiği için çok da soracak bir şeye ihtiyaç duymadığı gibi çıkarımlarımız olurdu. Oralar şehir hayatına göre daha masumdu. Tabii geçen süreçte sorunun arkasını görmeye başladıkça "eyvah eyvah" demeye başladık. Çocuk yaşta evlendirme, aile içi çocuk istismarı ve zoofili, seksten mahrum bırakma, kendini cezalandırma gibi bir sürü felaket durumu gözlemledik. Metropollere geldiğimizde ise, daha agresif, daha kaçıngan olanı yani daha erteleyeni gördük. Şöyle ki; "kariyerin için önce okumalısın, ayaklarının üstünde durmalısın, seks dediğin nedir ki, onu sonra zaten yaşayacaksın" deyip duygusal bağı kurmasını, aşkı duymasını hatta hoşlanmasını bile engelleyen cümlelerle yapılanmalar gördük. Ya da denemeye, keşiflere çok daha yatkın, kalabalıklarda kayboluruz ve namus kavramını bypas ederiz, diyen kitleler de gördük.

Klinik Psikolog Ayşe Kayhan

- Şimdi ne durumdayız?

Bana aynı yerlerde dolanıyormuşuz gibi geliyor. Meslek hayatıma devlette başlayıp bir çok farklı yerde çalıştım. Şimdi ise ağırlıklı olarak beyaz yakalı dediğimiz grupla çalışıyorum. Kendi ile ilgili keşiflerini yapmış olmalarını, meraklarını, oyunculuklarını geliştirmiş olmasını beklerken, anneannemin dönemi tanımlamalarla karşılaşıyorum çiftlerde. Şaşırıyorum. Hatta seansta, samimiyetle biraz da yaşımın olgunluğuyla şöyle diyorum: "Bir dakika durun, anneannem gibi konuştunuz." Çünkü o benim gerçekten anneannemin cümlesi. 

- O zaman eğitimle ya da entelektüel zekâyla erotik zekâ arasında hiçbir bağlantı o yok! Öyle mi?

İddialı bu dediğin ama bağlantı olmadığı durumlar da olabilir. Birbirini destekleyici değil. Entelektüel birikim; erotik merak, yaşama cesareti benim hakkımdır, hazzımı bulmak istiyorum cesaretini beraberinde getirmiyor.

- Hâlâ orgazm sorunlarıyla uğraşılıyor mu?

Orgazm sorunlarıyla, cinsel isteksizlikle hâlâ uğraşılıyor. Bu isteksizliğin karşı tarafa duyduğun ilginin bitmişliğiyle ilgisi olduğunun kabulü bile çok zor. O yüzden hâlâ aldatmayı konuşuyoruz. Yani illa ki evlilik devam edecek. Bu yaklaşımın yan yolları, arayışları, gizli ikinci yaşamları getirir olduğunu görüyoruz. Oysa uçtan uca farklı bütün kimliklerin bir arada olduğu, gözlem şansının daha yüksek olduğu, sanatla öğrenmenin katkısının olduğu yaşamların, toplumsal yaklaşımların olduğunu biliyoruz. Tüm cinsiyetlerin, kendinden korkmadan, utanmadan keşfedeceği, soru sorabileceği, yargılanmayacağı yaşam hakkının korunduğu toplum yapısından bahsediyoruz.

Ben toplumsal cinsiyet rollerinde özellikle kadına yüklenen rollerde bayağı bayağı on yıllar geriye gidildiğini düşünüyorum.

- Diğer yandan da daha muhafazakârlaşıyoruz. Cinsellikte de daha muhafazakâr davranıyor olabilir miyiz?

Muhafazakâr davrandığımız bir gerçek. Merakımız, keşfimiz, bilgi edinme talebimiz kendi bedenimize yönelmiyor, yönelmesi kısıtlanıyor. Bedenimize yöneldiği, kadın meselesinin ve kadın ideolojisinin yükseldiği bir dönem vardı. O dönemlerden korkuldu ve hâlâ kadın meselesinden korku devam ediyor. Biz kadınlar daha meraklı, sorgulayan, sosyal öğrenimi, detaycılığı daha yüksek, hafıza bandı daha geniş, gelişime, öğrenmeye daha motiveyiz. Yani işlemcimiz erkekden farklı. Korkutucu gelen de bu. Kadının zapturapt altına alınması, sınırlı ve kısıtlı alanlar oluşturulması için oluşturulan yargı ve tutumlar gitgide muhafazakârlaşıyor. Hedef saptırılıyor. Kadını ya kariyerine odaklıyor; ya evlenme, çocuk yapma sorusu ile karşı karşıya bırakılıyor. Tabii bir de yetişmemiz ve acil karar vermemiz gereken, yaşın geçmeden yakalaman gereken biyolojik saatin var. "Annelik yaşın geldi, doğur" baskısıyla kendinle ilgili hedeflerini ertelemen bekleniliyor. Bebek sahibi olmak öyle bir konu ki herkes söz sahibi. Örneğin tüp bebek tedavileri. Kadınlar ciddi bir baskı yaşıyorlar. Tüp bebek tedavisi gören kadın kesinlikle psikolojik destek almalı. Hormon tedavileri, ilaç tedavileri kadını cidden dağıtıyor. Çok zor ve özel bir süreç. Eşe çok iyi anlatılmalı. Bir hedefiniz var. Takım olarak o hedefe beraber yürüyecek, güçlere tutunacak dayanakları vermeniz lazım o çiftin eline.

Ayşe Kayhan

- Ya sonra?

Sonrası ise yokuş aşağı. Cinsellikten hayli uzaklaşmış iki bireyle karşılaşıyoruz. Tam bir bomba etkisi yaratıyor. Yani ötelenmiş, vazgeçmiş... Kadının bütün beyin kimyası değişiyor. Anne olmak hırkasıyla ve hormonlarla ile ilgili ne yapacağını bilemiyor. Hemen ardından annelik duygusu ve kadın kimliğinin başkalaşmış hâli ile tam o arada müthiş bir toplumsal alkış alıyorsun. Anneliğin kutsanıyor. Şükür çocuğun oldu artık kutsalsın hâli.

Kadın, benim memelerim var, adamımı da özledim, sevişmek istiyorum dese bile sesini çıkaramıyor. Çünkü emzirmen gereken bir çocuğun ve sorumlulukların var.

"Emzirme, toplumsal baskı altında"

- Emzirmek de kadın üzerinde ağır bir baskı hatta mobbing değil mi?

Bebek anne ilişkisindeki en özel bağ emzirmek. Bir düşünün çevrenizde şahit olmuşsunuzdur. Ne çok kişi bu ana müdahil oluyor. Durmadan değişen tıbbi öneriler ile tıp sektörü, aileler, arkadaşlar, komşular, koca. Galiba mobbing demek masum kalacak. Emzirme, toplumsal baskı altında.

 - Cinsellikle ilgili dilimize yerleşmiş birçok küfür var ve hepsi cezalandırma cümlesinde geçiyor. Bu bizim cinselliğe bakışımızı da anlatıyor mu?

Kadının bedeni üzerindeki merakla birlikte oluşan, tarihin farklı dönemlerinde regl olduğunda pis olarak, kirli olarak gören zihniyet, cadı olarak tanımladığı dönemler, şeytan tanımı vs. tarih boyu dinler, siyasal ve ekonomik rejimlerin kadın cinsiyeti ile en hafif tanımı, dertleri olmuştur. Kutsamalarında aşağılama ve mahkûmiyet içerdiğini de unutmayalım. Tam da burayı anlatıyor. "Korunup kollanması gereken kadın, bedensel ve ruhsal korkularla hareketsiz, sessiz kılınmaya çalışılmış." Cinsellik en hassas konu olarak yaşandığı an itibariyle eğer toplumun onay verdiği yaş diliminde, toplumun onay verdiği biçimde, yani bir medeni kanun evlilik çatısı altında yaşanmıyorsa, ahlaksız ve bayağı çirkin bir şey olarak toplumsal zihniyette yer etmiştir. Bu yargı, tutum ve bilincin devamlılığınıda küfürler sağlamakta öncelikle bence. Yani annenle başlayan küfürler kendi bedenini, karşı cinsin bedenini aşağılama cümleleri ya da hepsinin daha kötüsü de olabilir. Kadın bedeni üstünden, kadının can güvenliği de dahil olmak üzere yok eden, öldüren, aşağılayan kavramlar.

- Çok doğru. İşin kötüsü biz kadınlar da bu küfürleri ediyoruz!

Ne yazık ki. Ben de kullanıyorum; bunu savunuşumuz da geleneksel. Küfür diyemeyeceğiz çünkü küfür bir yaşam şeklinin devamlılığı gibi. Kendimde değiştirmek için uğraşıyorum. Değişik küfürler, kubur, tuvalet terliği gibi şeyler buldum şimdilik. Kubur, ... kafalı falan gibi böyle manasız şeyler buldum. 

- Türk kadını orgazm oluyor mu sorusu, çok sorulur olması nedeniyle klişe bir hale geldi. Sonuçtan çok nedene odaklanırsak, biz Türk kadınları cinsel organımızı tanıyor muyuz?

Üstten anlaşılmayacaksam diye başlamak istiyorum bu soruna. Hayır, tanımıyoruz, çünkü bakmadık, dokunmadık. Biz kadınlar çocukluğumuzdan beri "orana dokunma, dikkat et, oynama, oranı kapa" laflarıyla hep bloklandık.

Bir kız çocuğunun mastürbasyonu asla konuşulmaz. Hep erkek mastürbasyonu konuşulur. Hatta üstü kapalı bu bir övünç cümlesidir.

Dolayısıyla kadın, "Orada bir şey var. Benim çok dokunmam, oynamam, bakmam falan gerekmiyor" diye düşünerek büyüyor. En çok öğrenebildiği nokta da, işte çocuk oradan doğuyor, oradan çiftleşiliyor... Biraz merakları varsa, seyir içinde flört etmeye başladığında erkek arkadaşı dokunduğunda bir haz, uyanış duygusu, sonra sürtünme, eğer legalize olmaya yakın bir ilişkiyse (ciddi kavramı var ya bizim ilişkilerimizde) belki bir cinsel birleşme deneyimi ya da evlilikte bir cinsel birleşme deneyimini yaşar. Biz cinsel terapistlere gelişte ise iki cümle var: "Hiç orgazm olmadım." "Mastürbasyon yapmıyorum."

Ayşe Kayhan ve Ebru D. Dedeoğlu

"Genital organı inceleme, bakma, merak etme, dokunma, sürtünme yoluyla orgazm tatmış kadın sayısı vajinal birleşmeyle orgazmı tatmış kadından daha fazla"

- Mastürbasyon yapmadan vücudunu tanıyamazsın sonuçta, neden haz aldığını bilemezsin değil mi?

Kendi danışan deneyimlerime göre cevaplandırayım, evet tanımıyorlar. İlk görüşmemizde soruyorum. "Hiç aynaya kendi bedeninize duştan sonra bakar mısınız?" Cevap ise "Evet ama sadece kilo alıp almadığıma bakarım." Peki. Bu arada hiç bakmadığını söyleyen de az değil. Sayısal olarak dramatik farklar yok. Aralarında hiç bakmayanlar da var. Bakanlar da var. Yani bir yara, sivilce çıkarsa bakıp sonra hiç bakmayanlar da var.

Genital organı inceleme, bakma, merak etme, dokunma, sürtünme yoluyla orgazm tatmış kadın sayısı vajinal birleşmeyle orgazmı tatmış kadından daha fazla. Kritoral orgazm ya da vajinal orgazm diye yanlış bir şey öğrenilmiş durumda. Dolayısıyla buradan besleniyorlar.

"Klitoral ve vajinal orgazm diye ayrım yok"

- "Klitoral ve genital orgazm birbirinden farklı!" Şehir efsanesi mi? Hadi atlat bize.

Evet iki ayrı orgazm türü varmış gibi biliniyor. Sanki klitoris burnumuz, vajinamız da alakasız aşağıda bir yermiş gibi. Hayır. Hepsi aynı yerde.

Orgazm, keşif, merak, oyunculuk gerektiren, kişinin kendi bedeninde yakalamak isterse karşı bedeni ona göre kullanması gerektiğini bildiğin bir oyun alanıdır. Her türlü orgazm olmak mümkün. Hepsi aynı yere çıkıyor.

Klitoral ve vajinal orgazm diye ayrım yok ama bunların her biri keşif gerektiriyor. Okuyarak öğrenemezsin, yaşaman gerekiyor. Evet, okullarda genital sağlık dersi verilebilir. Cinsellik dersi verilebilir. Hazzın kıymeti, hazzı kendimize göre her iki bireyin de yönetmesi gerektiği öğretilebilir. Hiçbir sakıncası ve hiçbir özendiriciliği yoktur. Yani siz bir ergene kendi bedeniyle ilgili hazla ilgili bilgi verdiğinizde, oradan çıkıp hadi gel şunları deneyelim demez. Buradan çok sevişken nesiller çıkarmayız.

Cinsellik, bizim ekmeğimiz, suyumuz. İster yerim, ister diyet yaparım. Öğrenilmesi gerekiyor. Çünkü biz diğer memeliler gibi yılın bazı dönemlerinde uyanıp çiftleşip yola devam eden insanlar değiliz. Bizim doğuştan varoluşumuz, kodumuz haz.

"Yaşam enerjimizi, ışığımızı kaybettik"

- Günümüzde çiftler fazla meşgul, stresli, kaygılı, çocuklarının yetiştirilmesiyle çok ilgili ve seks yapmak için fazla yorgunlar. Bir de stresi azaltmak için kullandığımız cinsellik katili antidepresanlar... Seks arzumuzu tamamıyla kaybettik. Ne oluyor bizlere?

Seks arzumuzu kaybetmedik, ışığımızı kaybettik. Libidoyu tanımlarken çok aşağıladık. Libido yaşam enerjisi ve uyandığımızda günaydın dedirten şey. Sabahları bir motivasyonla uyanıyoruz. Bir kahvemi içeyim de öyle işe gideyim gibi. Çevrende kaç kişi o sabah kahvesine eski anlamını veriyor artık. Yaşam enerjimizi, ışığımızı kaybettik. Dolayısıyla da hazla ilişkilerimiz bozuldu.

"Şehvet, şefkat ve sığınma duygusuna dönüştü"

- Haz algısını fazla idealize edip sürekli peşinde mi koşuyoruz? Dengemiz, ayarımız mı bozuldu?

Haz dengemiz bozuldu derken, bireysel haz algımızın ve bizi kendi haz sınırlarında keyfimizi yükselten, huzurumuzu sağlayan cinsel olarak hazzımızı, doymamızı sağlayan şeyin tanımını kaybettik. Yüzümü aynaya kaldırdığımda günaydın dediğim zaman dilimi artık azaldı sanırım.

- O da sekse yansıdı.

Her şeye yansıdı. Şehvet, şefkat ve sığınma duygusuna dönüştü. Çok yalnız ve umutsuz hissediyoruz.

- Gelecek kaygısı? Güvensizlik?

Toplumsal anlamda güvensiz ve kaygılı hissettiğimde dostum, sevgilim, kocam, karım; partnerime sarılmak isteği duyabilirim. Ancak bu istediğimiz insanı çok besleyen, çok akışkan bir şefkat olmuyor. Daha çok sığınma oluyor. Şefkat de karşılıklık içerir, alma ve vermenin eşitliği kısaca. Dolayısıyla, mutluluk yani libidonun ışığı bozulunca seks de ertelenen, vazgeçilen, üstüne düşünülen ama yaşanmayan hale geliyor. Bu yansımanın bir şekli. Diğer uçta ise "hayat çok tatsız, elimde bir tek seks kaldı hocam" hikâyesi. Yani hazzın peşinde koşma hikâyesi. Özellikle sekse dair. Daha ne kadar yaşayabileceğiz ki gelmişim kırkıma saysan yirmi yılım var, toplam 200 kere sevişeceğim gibi hesaplarla gelebiliyor insanlar. Enteresan değil mi? Ayrıca sevimli de buluyorum ama diğer yandan da çok kaygılı bir durum. Skor koymuş düşünsene.

- Hayatı da bu skor üzerinden okuyor değil mi?

Tabii tabii, evliliği skor üstünden okuyor. O skora ulaşmak gibi bir derdi var. Varlığını, görünürlüğünü oradan onaylatmak, oradan alkışlanmak, oradan hissetmekle ilgili derdi var. Kısaca her insan da aynı yansımayla gelmiyor ama haz koşusu da gerçek değil. Dengemizi kaybettik.

- Antidepresanların nasıl bir etkisi var?

Ebrucum, antidepresanlar, gıdalar, besinler de dahil olmak üzere her türlü kullandığımız vitamin takviyelerinin kişiden kişiye farklılık gösterdiğini göz önünde bulundurarak cinsel isteksizlik yapabilir diyebiliriz. Gelinen zamanda insan hâli "durmak yok". Kendi iç sesimize sağır bir hayat. Ne istiyorum, ne hayalim var, kendim için yeni bir hedef koyabilir miyim, bunlar için durup düşünmeye bile zamanımız yok. Koşmak ve devam etmek için o takviyeleri kullanıyoruz.

Ayşe Kayhan ve Ebru D. Dedeoğlu

"Flört etmezseniz çok kötü bir seks hayatınız olur"

- Peki ne yapmak lazım?

Mucize bir cevabım yok buna. Çok açık konuşmanın kıymetli bir şey olduğunu düşünüyorum İnsanlar, zayıflıklarıyla konuşmaktan korkuyor; kılıflarla konuşuyor. Birbirimize atıflarımız var. Halledersin, sen yaparsın, sen güçlüsün... Bunlar aldatıcı ve tehlikeli sözler. Bu dili bırakmamız lazım. Kendimi iyi hissetmiyorum, güçsüz hissediyorum diyen bir dostun, sevgilin sana bir iş yüklemiyor. Sadece yanında durabilirsin. Yardım çığlığında vazifelendirmeyi almanız gerekmiyor. Duygudaşlık da yapabiliriz.

- Çiftlerin cinsel senkronizasyon tutturmaları için ne yapması gerekiyor?

Flört etmeleri gerekir.

- "Sevgililik mi bu, yani evlilikte flört olur mu?" desem...

Yani ne diyeyim? Kötü cevaplar vereyim. Flört etmezseniz çok kötü bir seks hayatınız olur. Başka da bir şey diyemeyeceğim. Flört sevgililikte lazım değil ki. Zaten yenisin, heyecanlısın, millet birbirini tanımaya motive. Mesele, evlilikte flörtü becerebilmekte. Allah aşkına, kırmızı gül ya da kendi sevdiğiniz şeyleri almayı bırakın. Ezberden gitmeniz gerekmiyor. Karşınızdaki insanı biraz tanımaya zahmet gösterin. Onu dönüştürmeye çalışmayın. İlişkiyi beslemek, doğru motive etmek, özen dediğimiz şeylerin hepsini talep edip, karşı tarafa yapmıyoruz. Tek taraflı olmaz. Hep şikayet ediyoruz. Teslim olmakla, kabul etmek arasında ciddi bir fark var. Teslim olmak çok pasifize bir durum. Topyekûn vazgeçme kararı almak, kabul etmekse durumu olduğu gibi kabul edip, buna rağmen devam etmenin yollarını aramaktır. Kısaca flört evliliğe lazım, sevgililiğe değil. Lütfen yaratıcı olun lütfen, avucumuz da ne kaldı kendimizden başka?

- Diğer yandan da sekssiz evlilikler artıyor. Sekssiz evlilik olur mu?

Olur, konuşmak ve anlaşmakla mümkün. Olurdan kasıt şu: İki kişi birbiriyle seks yapmıyor. Zor mu zor. Çünkü duygusal bir beklenti ve duygusal bir yatırım var. Başının okşanmasını da istiyorsun. Arada öpsün de istiyorsun. Cinsel isteğin geldiği anda ona karşılık bulamamak gibi bir şeyi de yönetmek zorundasın, bunların her birini de konuşarak yapmak zorundasın. Yani biz iyi dost, iyi arkadaş, iyi yoldaş, iyi takım arkadaşıyız. Ama bir kadın bir erkek olarak birbirimizin vücutlarını talep etmiyor ve istemiyoruz. Tamam, gittiği yere kadar bakalım, konuşması yapılır mı? Yapılır. Bunun çok sık örneğine rastlıyor muyuz? Hayır. Sinsi, üstü örtülü, o benden vazgeçti, ben de ondan vazgeçtimle, teslim olarak, görmezden gelerek yapılıyor. Ancak en can acıtıcı olanı kendinden de vazgeçtiğin için kendini de sabote ettiğin bir hayat yaşıyor oluyorsun.

- Peki yaşadığımız dijital çağda sadakat ne kadar mümkün?

Hepimiz için sadakat önemli. Bedenimizi, ruhumuzu, duygumuzu, her şeyimizi açtığımız, hem sığınma limanımız hem de erotik oyun arkadaşımız tek olsun istiyoruz. Doğru.

- Gerçek mi?

İnsan tek eşli bir canlı değil. Bir yerde boşluğa düşüyor. Ve tabii ki partnerler için istenilmeyen hikâye yaşanıyor. Meraka düşüyor. Sıkılıyor. Gözü kayıyor. Asla masumlaştırmıyorum ama bu bir gerçek. Bu durumları yok sayıp bir ilişkinin olmazsa olmazı sadakat, diyemeyiz. Evet sadakat önemli ama insanın olmazsa olmazı meraklarını, dürtülerini ne yapacağız? Herkes bu kadar kontrollü mü yaşıyor? Hani bir oyun oynamasak mı acaba? Bugün, sadakatten, sadık olmalıdan söz eden, büyük cümleler kuran felsefe üstatlarıma diyorum. Yapmayın lütfen. Diyelim ki hep beraber, hepimizin aklı fikri karışabilir. Bu bir seçim. Ağır bir bedeli var. Evet, kalbini kıracaksın, inciteceksin, o birlikteliği sabote etmiş olacaksın. Bedeli ödemeye hazırsan diyecek söz yok. Ama değilsen bir kere yapayım dersen risk alırsın. İnsan tek eşli bir canlıdır, söz verir, ölene kadar sözünü tutar gibi lafları bilimsel olarak diyemem. Yok böyle bir gerçeklik. Ve bunu siz Allah korkusuyla, ahlakla, felsefeyle, psikolojiyle ya da o kontratla dizginleyemezsiniz. Bu bilinç meselesi ve kişisel kararla mümkün.

- Dünyanın her yerinde eşcinsel evlilikler artıyor. İnsanlar cinselliklerine göre değil kalp seslerine göre yaşamlarını şekillendiriyorlar. Sen de eşcinsel çiftlerle seanslar yapıyorsun. Heteroseksüel birlikteliklerle eşcinsel birliktelikler arasında dinamikler açısından fark var mı? Yani sorunlar aynı mı? Yoksa toplumsal baskıdan oluşan farklı sorunlar mı? 

Birbirini dinleme, dertleşme, takım olma, paslaşma, ortak hayat, iletişimde kısaca insana dair sorunlar üzerinde gittiğimizde aynı. Böyle bir ayrım yok. Ancak travmaları, bireysel alanlarda birbirlerine bu anlamda yükledikleri talepleri açısından farklılıklar mevcut. Aile birlikleri, toplumsal onayları, kaygıları iş de dahil olmak üzere profesyonel hayattaki üretim ilişkilerinde biraz daha zorlayıcı baskılar yaşayabiliyorlar. Bu nedenle bilgi akışı, gündelik aktüel sıkıntı başlıkları da farklılaşabiliyor.

Çift olarak veya bireysel olarak cinselliği daha rahat konuşabilen, talep edebilen ve bu konuya yaratıcı emek veren, yatırım yapan bireyler olduklarını söyleyebilirim.

- Yatırım yapar derken?

Yani öğrenmek; birbirlerini öğrenmek, kendilerini öğrenmek. Daha çok keşiflerde bulunmak.

- Sanki geçtiğimiz dönemlere göre LGBTİ+ bireylerin birlikteliklerinde de tek eşlilik yükseldi. Ne dersiniz?

Galiba bize öyle geliyor. Sanırım biraz yaşla da ilintili bir şey var Ebru orada. Asla LGBTİ+ bireylerin kıymet vermediği bir şey anlamında söylemiyorum, hiç öyle bir şey yok. Onların da kıymet vermediği bir şey anlamında söylemiyorum, hiç öyle bir şey yok. LGBTİ+ bireyler bizim için "biz" kelimesini ötekileştirmek için kullanmıyorum; aynı sen, ben gibi ruh eşini aramak, hayat eşini aramak aynı cümlenin içerisindeyiz. Hep aynı hikâye, aynı toprağın zaten arızalarıyla şekillenmiş durumdayız. Bizim hepimizin bir baba arızası, aile arızası var. Çok iyi niyetli ebeveynlerimiz var ama çok toksik sonuçlar var.

Topyekûn, seksen-seksen beş milyon bundan payımızı alıyoruz ve bunlarla birlikte cinsel kimliğimiz, cinsel yaşantımız, yönelimimiz, fantezilerimiz, ilişkilerimizi kör topal aynı kazan içinde götürüyoruz. Burada çok sert olan Türkiye, yani bu toprakların ikiyüzlülüğü. Çok sert. Büyük travmalar ve öfke yaratıyor. Bu öfkeyi ne yapacağız, bir. Bu travmayı ne yapacağız, iki. 

- Homofobik toplum muyuz?

Homofobik kalmak zorundayız gibi bir şey hissediyorum ben, çünkü öbür türlü eyvah eyvah. Her türlü tanımlama insana dairdir, hastalık yok hasta var dediğimiz o bilimsel dünya. Aynı bakış açısıyla toplumsal anlamda kaç tane insan varsa o kadar öpüşme şekli, o kadar sevişme şekli bu doğrudur diyeceğimiz bir çiftleşme için penetrasyon gerekir, bitti.

Sanal zekânın da çoğaldığı dönemde o penetrasyona da ihtiyaç kalmayabilir. Gene bitti. Bunun dışında ne doğru var ne yanlış. İki insanın yaşadığı bir şey var. Suç veya sapıklık diyeceğimiz şey, eşitliğin bozulduğu yerde olur.

- Kadının anne olmama hakkı... Annelik tüm toplumlarda kutsal olarak sınıflandırıyor. Ancak bazı kadınlar kutsal annelik yerine gönüllü olarak çocuksuzluğu seçiyor. Annelik bir seçim değil mi? Gönüllü çocuksuzluk hakkında ne düşünüyorsun?

O kadar kadının hakkı bir şey ki... Biz kadınlar çok güzel seviyoruz. Çok güzel âşık oluyoruz. Çok güzel can yoldaşlığı yapıyoruz. Aklını kullanma, duygusunu kullanma becerisiyle çok renkli canlılarız. Bedensel olarak da her ayın bir haftasını doğanın kendine verdiği güçle bir yuva hazırlıyor rahim. Sonra bakıyor ki o yuvaya gelen misafir yok. Yumurtalarımızı atıyoruz. Tamamen biyolojik bir gerçekliğimiz. Tabii ki duygu durumumuz değişiyor. Çünkü vücut o duvarları hazırlanmak için bir efor sarf ediyor.

Ama ben doğduğum günden beri hayat planımı kendim yapabiliyorsam eğer o suratıma çarpan sert poyrazları, lodosları, kendi tanımladığım bir hayat üstünden anne olmak istemiyorum diyebilirsin. Bu bir seçim.

Benim can yoldaşım, âşığım her neyse o isteyebilir, hakkıdır. Kimse buna itiraz edemez. Bu onunla alacağımız ortak karardır. Yani ilişkinin bitmesi de dahil olmak üzere diğer bütün seçenekler düşünülmüştür. Tam da bu noktada kadın için aslında mesele bitti. Ama buna izin veriliyor mu? Mümkün değil. Suçluymuşsunuz, birinin önünden -mesela kocanın ya da sevgilinin- ekmeğini almışsın gibi davranıyorlar. Paylaşmadın mı ekmeğini, hayır mı dedin ona? Yanağını okşamadın mı? Ya da ne travma var? Evet, yani anneni mi sevmiyorsun? Aile ayrılmış aile çocuğu musun; ya bunu bu ne kadar büyük yargılar, haksızlıklar, bir anne olsan sen o zaman anlarsın, nasıl bir öngörüdür, nasıl toksik bir öngörüdür bu.

Ben Ayşe. Önce kadınım. Aynı zamanda psikolog, aynı zamanda Ebru'nun ve birçok kişinin arkadaşı, İstanbul'da herhangi bir yurttaş ve kızımın annesiyim. Ama ben Ayşe'yim. Bir kadınsınız önce.

Evet merak ettim, ben seçtim; sen merak etmedin, seçmedin. Sen de benim cesaret edemediğim başka bir şey merak ettin ve seçtin ve biz karşılıklı bu deneyimleri birbirimize aktarıp konuşabiliyoruz. Tek de önemli olan bu.

- Kesinlikle. Aynı zamanda çocuksuz aileler de aile.

Tabii. Bu yargılanamaz. Çift terapistlerinin, hepimizin ağzında kontrat, kontrat, kontrat... Kontratı yapmış her kişi, kendini nasıl tanımlamak istiyorsan o tanımın içindedir. Sen eşinle, partnerinle, ben biz birbirimizin ailesiyiz diyorsanız siz ailesiniz ve zaten yani hukuken başka bir şey zaten bu böyledir. 

"Menopoz kadınların cinsel hayatının bittiği değil bence tam gaz başladığı dönem"

- Menapoz döneminde cinsel yaşam devam ediyor mu?

Kadınların mastürbasyonu önemli. Menopoz kadınların cinsel hayatının bittiği değil tam gaz başladığı dönem. Orada da kadınları o kadar vücutlarından uzaklaştırıyoruz ki... Kuruluk dert değil, çaresi var. Vajinal kuruluk az mastürbasyondan. Ey kadınlar, bol mastürbasyon yapın, bol çalıştırın. Mastürbasyon sıklığınız ve keyfinizle menopoza girerseniz kuruluğun yüzde altmışını halletmiş oluyorsunuz, çalışıyor her türlü bez. Premenopoz teşhisi alıp evlerde hasta yatmaya gerek yok. Tam tersi; yaşasın kaygısız dönem başladı. Yani koşun, kimin üstüne koşmak istiyorsanız. Beden bütünlüğümüz olduğu sürece, ciddi bir darbe almadığınız sürece nörolojik, bütün sistemler çalışıyor, azıyla çoğuyla. Vücudunuzla savaşmayın. Yanlış bilgiler ve donanımlar, kendinizi planlayın, menopozlu kadın nasıl yaşar? Konu başlığı olabilir mi? Menopozlu Ayşe nasıl yaşar? Konu başlığı kendimim. Ben kendimi bulmam lazım, senin de öyle. Şikâyet ettikçe hareket edemiyoruz. Lütfen şikâyet etmeyelim. Aksiyona geçelim.

İnsan Halleri kitabında aktif yaşlanma yazın var. Aktif yaşlanma çok önemli. Bunun için de menopoz ve menopoz sonrası seks, sevgililik hâli, hayatı tekrar farklı algı; tüm ezberlerin dışında bir hayatı algılama var. İyi ki varsınız.Teşekkürler.

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejeleri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'de Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı.Oksijen gazetesinde de röpörtajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

Yazarın Diğer Yazıları

Ensest istismarını ele alan ‘Mavi -Görüldü’nün yazarları: Tuvalete gidip kustuk, nutkumuz tutuldu, kanımız dondu!

Arif Bilgili: Mavi, hikâyesinin istismar edilmiş bütün yaralı yüreklere merhem olmasını istedi. Fakat bir yandan da geçmişinden kurtulmak için -ne acıdır ki- hayata ve insana teslim edemeyeceğini çok iyi bildiği için edebiyata teslim etti hikâyesini

‘Görünmeyen Cemaat: Mürideler'in yazarı Filiz Gazi, tarikatlarda kadınlara biçilen hayatları anlattı

Gazeteci Filiz Gazi: Ölünün ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslimiyet isteniyor. İstiyorlar ki hiç soru sorma, düşünme. Deniyor ki, “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır”

Oya Baydar, "Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı"nı anlattı: Devlet adına işlenen suçlar affedilebilir mi; aşk, suskunluğun getirdiği suç ortaklığını meşru kılar mı?

Kadın hareketinin Türkiye'de en güçlü ve yüksek sesli muhalefeti oluşturduğunu söyleyen Oya Baydar, "İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması, Orta Çağ zihniyetinin bir yansımasıdır" dedi

"
"